Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Selam Tevhid soruşturması kapsamında dinlenildiğini iddia ederek, "Beni 'İllegal alanda faaliyet gösteren şahıslarla irtibatlı şahıs' olarak tanımlamışlar. Yasadışı olarak dinlemişler, takip etmişler. İbrahim Karagül'ün kimliği ile ilgili bilgiler google'dan toplanmış. Dinleme talebinin altında Şube Müdür Yardımcısı Ahmet Öztürk (5646), büro amiri Hikmet Kopar (6942), kısım amiri Selahattin Ergin (8435), masa amiri Mehmet Dilaver (8990) imzası var. Bizzat dinleyen kişiler ise, Osman Kılıç (8464) ve 8558 aidiyet numaralı Serdal Kurtoğlu olmuş. Daha sonra Erol Demirhan, Mesut Yılmaz, Hikmet Kopar bu talebi yenilemiş" kendisini dinlediğini iddia ettiği iisimleri böyle açıkadı.
Karagül'ün Yeni Şafak gazetesinde "Cemaatin devletle savaşı: Bir çokuluslu darbe planı" başlığıyla yayımlanan (6 Ağustos 2014) yazısı şöyle:
Kendilerinin hazırladığı soruşturma dosyalarına, dinleme kayıtlarına, teknik takip notlarına bakıyorum. Uydurma suçlamalarla, kurgularla insanların dünyasına nasıl girdiklerini, zihin dünyalarındaki açmazları bu dosyalara nasıl yansıttıklarını, paranoyaya teslim olup gerçeklik algılarını nasıl yitirdiklerini görüyorum. Gerçekten özürlü bir bakış açısının insanları nerelere savurabileceğinin örnekleri var bu dosyalarda.
Şahsımla ilgili bölümlere göz atıyorum. Kimlerle konuştuğuma, neyle suçlandığıma, hangi yöntemlerle yok edilmek istendiğime bakıyorum.
Benim gibi binlerce insanı hapislere doldurmaya ayarlı bu harekat planının kimler tarafından yapıldığını sorguluyorum. 28 Şubat çokuluslu darbesi ve ardından tezgahlanan darbe girişimleriyle benzerliği nasıl da dikkatimi çekiyor. O operasyonların hepsinin arkasında olan Türkiye dışı aktörlerin bu operasyonun da tam kadro arkasında yer aldığı nasıl da açıkça ortaya çıkıyor.
Birileri 2003 yılından beri defalarca uygulamaya giriştikleri darbe planları başarılı olmayınca son bir yılda kitlesel gösterilerle bunu gerçekleştirmeye çalıştı. O da yetmeyince sistem içinde ortaklık kurdukları bir siyasal çevreyi harekete geçirip, Türkiye'nin sinir sistemlerini
felç etmeye ve amaçlarına ulaşmaya girişmiş.
Bu yolda önlerinde ne varsa yıkmayı, kim varsa yok etmeyi kafasına koymuş. Önlerine çıkma potansiyeli olan, yaptıklarını sorgulama yeteneği olan herkese kumpaslar kurmuş, imha planları yapmış.
HALA TEHDİT HALA ŞANTAJ
Bütün bunların üzerine cemaat medyasının iş tutuş tarzına, savunma girişimlerine ve psikolojik operasyon yöntemlerine bakıyorum.
Hızla erirken bile tehdit edebiliyorlar. Oraya buraya mesaj gönderip 'bir yıl sonra hücrede olacaksınız' diyebiliyorlar. Tehdit ve şantajı öyle içselleştirmişler ki, kendilerini anlatmak yerine, yaptıklarını en azından kendi içlerinde ve zihin dünyalarında sorgulamak yerine aynı tehditlere, şantajlara devam ediyorlar.
Birkaç ayda kendilerini mahvettiler, Türkiye'ye büyük bedel ödettiler, çok ağır zararlar verdiler. İlişkileri ve değerleri yok ettiler. Cemaatlerle toplum arasındaki ilişkileri tükettiler. Koca ülke, bir ekibin ihtiraslarıyla mücadele edip vakit kaybediyor. Onların çıkarlarıyla, onların güç arzularıyla, onların öfkeleriyle boğuşuyor. Onların düşünce dünyalarındaki sapmayla mücadele ediyor.
Devlet içinde yapılanan, derinleşen ve o devleti ele geçirmeye çalışan bir kadronun sığlığı ile yüzleşince şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyor. Buradan da görüyoruz ki, ortada bir dava yok. Saygı duyulacak bir hedef yok. Türkiye'nin ortak iyiliği için verilen bir mücadele yok. Ortada sadece güç ve zenginlik arayışı, iktidar arayışı ve hırsı var. Türkiye'nin de Müslümanların da hayrına bir amaç yok. İşte bu yüzden hem Türkiye'ye hem Müslümanlara ağır bir fatura ödetildi. İkisini de kontrol etmek için, yönetmek hatta ezmek için ikisine de düşman ortaklarla hareket edildi.
Bir akıl tutulmasının ötesinde gerçekten zihinsel bir sıkıntı var. Makul düşünen birinin bütün bunlar üzerine sadece soruları olur ve bunlara cevap arar. Doğru ya da yanlış cevap bulmaya çalışır.
Hiç soru sorulmadığı, sorulmayacağı, müthiş bir öfke ve kinle hareket edildiği ortada. Gerekirse Türkiye'yi bile yakacak bir öfke biriktirmişler. Ergenekon operasyonlarında nasıl hınç doluysalar son darbe girişiminde de aynı hıncı öncelikle Müslümanlara yöneltmişler.
Kendilerini toplumdan ayrıştırmışlar, diğer cemaatlerden ayrıştırmışlar, diğer Müslümanlardan ayrıştırmışlar. Ayrıştıkça o kesimleri düşman bellemişler, tehdit görmüşler. Asla onlarla birlikte yürümeyi, birlikte yaşamayı düşünmemişler. Hepsini gerektiğinde kullanmışlar. Onlara amaçlarına uygun
olduğu kadar değer vermişler.
ÖFKE, SINIRÖTESİ BAĞLANTI VE ÖRTÜLÜ OPERASYONLAR
Yapay korkular ve tehditler üretip bunlar üzerinden insanları kategorilere ayırmışlar. Bunu yaparken de hiçbir ideolojik ayırım yapmamışlar. Laikleri kadar dindarları da, Kürtleri olduğu kadar Türkleri de, Alevileri olduğu kadar Sünnileri de tehdit görmüşler.
Bu öfkenin kaynağı nedir? Memleket sevgisi mi? Cemaat aidiyeti mi? Bence hiç biri değil... Bütün bunların ötesinde bir amaç var. Bu amaca yönelik hırs var. Bu hırsın beslediği kötücül bir düşünce var. Bu düşüncenin yönlendirdiği sınırötesi bağlantılar var. Bu bağlantıların yönettiği örtülü operasyonlar, istihbarat ortaklıkları ve kötü planlar için pazarlıklar var.
Güç/iktidar sarhoşluğuna kapılıp kendilerini memleketin de milletin de sahibi görmüşler. Her şeyi dizayn edeceklerini, yöneteceklerini, her şeye hükmedeceklerini düşünmüşler. Kendileri dışında herkesi küçümsemişler.
Oysa bu ülke de, devlet de hepimizindi. Birlikte yaşayacak birlikte büyüyecektik. Birlikte yaşadığımız müddetçe vatan vardır, ülke vardır. Toplumun ezici çoğunluğunu tehdit görenlerin Türkiye'nin siyasi hayatında bıraktığı yıkımın enkazı hala önümüzde duruyor. Etnik çatışmalar, mezhep ayrımcılığı ve son olarak bir cemaatin devletle savaşını izliyoruz.
Başbakan'ın, bakanların, istihbarat başkanının, generallerin, yüksek bürokratların ellerine kelepçe vurup sistemi felç etmeye ayarlı girişimlerini tartışıyoruz. Onların bu arzularına dünyada alkış tutacak, destek verecek, bizzat operasyonda yer alacak dünyada ne kadar güç var, biliyoruz. Türkiye'yi diz çöktürmek için ağzı sulananlara ne kadar da büyük bir ödül vereceklermiş.
İŞTE O İSİMLER.. KAN GÖVDEYİ GÖTÜRÜRDÜ
Operasyonlara gerekçe teşkil eden 17 Aralık darbe girişimi hakkında hazırlanan müfettiş raporuna bakıyorum. Mesela beni 'İllegal alanda faaliyet gösteren şahıslarla irtibatlı şahıs' olarak tanımlamışlar. Yasadışı olarak dinlemişler, takip etmişler. İbrahim Karagül'ün kimliği ile ilgili bilgiler google'dan toplanmış. Dinleme talebinin altında Şube Müdür Yardımcısı Ahmet Öztürk (5646), büro amiri Hikmet Kopar (6942), kısım amiri Selahattin Ergin (8435), masa amiri Mehmet Dilaver (8990) imzası var. Bizzat dinleyen kişiler ise, Osman Kılıç (8464) ve 8558 aidiyet numaralı Serdal Kurtoğlu olmuş. Daha sonra Erol Demirhan, Mesut Yılmaz, Hikmet Kopar bu talebi yenilemiş.
İsimler böyle uzayıp gidiyor.
Bu isimlere saplanıp darbe girişiminin arkasındaki düşünceyi ve güçleri gözden kaçırmamak lazım. Ülkemiz için esas sorgulanması gereken bu güçler ve bağlantılardır. Türkiye ilk kez, kurumlara hakim olan güçlerin ve dışarıdan tezgahlanan darbelerle değil, sistem içinde yuvalanan bir organizasyonla dize getirilmeye çalışıldı. Bu, cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor. Olayın vahametini buradan hesaplayın.
Başarılı olsaydı ne olurdu? Siyasi tasfiyeler ve yeni iktidar dizaynı bir tarafa, ülkede kan gövdeyi götürürdü. Çünkü; bir örgütün ya da cemaatin ülkeye ve devlete tek başına hakim olması en kötü senaryodur. Bütün etnik ve mezhep kimlikleri harekete geçecek, o örgüt ya da cemaat kendinden olmayanlara kan kusturacaktı. Irak gibi...
Ülke dediğimiz, vatan dediğimiz, millet dediğimiz, devlet dediğimiz şeyler bütün bunların üstünde bir üst, bir ortak akıldır. O aklı kaybettiğimize sadece kin ve kan vardır.
Uçurumun kenarından dönmüşüz.