Daha önce Türkiye’ye geldiğini, Türkiye’yi çok sevdiğini söyleyen Hollywood yıldızı Hugh Jackman, dedelerinin Osmanlı topraklarından Avustralya'ya göç ettiğini belirterek, "Anlattıklarına göre bugün Yunanistan’da bulunan o bölge, o zaman Osmanlı İmparatorluğu’na aitti. Yani Osmanlı bir büyük dededen geliyorum. Sakın Türkiye’ye geleceğim diye bunu söylediğimi düşünmeyin ama ben Türk’üm. Evet evet, sanırım Türk olduğumu söyleyebilirim” dedi.
Jackman, ailesine önem verdiğini, "Çocuklarına kahvaltı hazırlamaktan daha önemli hiçbir şey yok... Yorucu bir günün ardından evladın sana sarılınca neyin önemli olduğunu daha iyi anlıyorsun" sözleriyle anlattı.
Hugh Jackman’ın Savaş Özbey’e verdiği, Hürriyet’te yayımlanan (15 Şubat 2015) röportajı şöyle:
Hiç Türk filmi izlediniz mi? Bildiğiniz, beğendiğiniz Türk yönetmen ve aktörler var mı?
Immmh... Şu anda aklıma gelmedi. Biraz hatırlatsana kimler vardı.
Yönetmen olarak Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan var. En son Altın Palmiye aldı. Oyuncu olarak da dünyada en çok bilinenler Halit Ergenç, Beren Saat...
Immmh...
E Russell Crowe kankanız... Son filmi ‘The Water Diviner’da Yılmaz Erdoğan memleketiniz Avustralya Akademisi’nden ‘en iyi yardımcı oyuncu’ ödülü aldı.
Filmde Russell’ın Türk muhatabı komutanı oynayan adamı söylüyorsun. Russell bana senaryoyu gösterdi ve onun ne kadar parlak bir oyuncu olduğundan bahsetti ama filmi daha görmedim. Çünkü burada daha gösterime girmedi.
Ben bir kopyasını yollarım size.
Yok canım, istesem Russell’dan da isterim. Büyük ekranda izlemeyi tercih ediyorum.
‘The Water Diviner’ demişken, bu yıl Çanakkale Savaşı’nın 100’üncü yılı. Bir Avustralyalı olarak bu savaş size ne ifade ediyor?
Bak bu çok ilginç çünkü o savaş Avustralya için bir dönüm noktası. İngiltere’nin kolonisi olmaktan bir çeşit büyümeye, olgunlaşmaya, ülke olmaya geçişimizi ifade ediyor. İngiltere’ye karşı bir hırs... Bu savaşın saçmalığı, her iki taraftan da onca insanın ölmüş olması... Bir de ne için? Hangi amaç için? ‘İngiltere Ana’mızı körü körüne her şeyde takip etmememiz gerektiğini anladığımız bir trajedi. O savaş bize kendi kararlarımızı kendimiz almamız gerektiğini öğretti.
'Türk olduğumu söyleyebilirim'
O zaman ANZAK günlerinden birinde gelseniz ya Çanakkale’ye...
Avusturalya’da anma etkinliklerine çok katıldım. Ama Türkiye’dekine gelmek de başka bir heyecan olurdu. Çünkü Avustralya’da doğmuş büyümüş biri için, Çanakkale’de Türklerle yaşananlar, aslında kim olduğumuzun, bizi biz yapan şeylerin en önemli parçası. O yüzden gelmek isterim. Sanırım 100. yıl olduğu için bu kez her zamankinden kalabalık olacak.
İyi de büyük büyükbabanız Yunanlı...
Her yerde öyle yazıyor ama değil. İstersen gel şuna ‘Osmanlı’ diyelim. Çünkü babamla dayım, dedemin göç ettiği o yere gittiler. Anlattıklarına göre bugün Yunanistan’da bulunan o bölge, o zaman Osmanlı İmparatorluğu’na aitti. Yani Osmanlı bir büyük dededen geliyorum. Sakın Türkiye’ye geleceğim diye bunu söylediğimi düşünmeyin ama ben Türk’üm. Evet evet, sanırım Türk olduğumu söyleyebilirim.
'Hiç düşünmeden İstanbul!'
İstanbul’da bize oynayacağınızı, şarkı söyleyeceğinizi, şakalar/komiklikler yapacağınızı biliyoruz. Bunlar dışında bir fikir versenize, tam olarak ne seyredeceğiz?
Türkiye için hazırladığım gösteri aslında çok kişisel bir şey. İçinde hayatımda önemi olan, büyümemde, kariyerimde etkisi olan sevdiğim şarkılar, videolar, hayatımdan hikâyeler, daha önceki şovlarımdan parçalar var. Hepsi tamamen kişisel şeyler. Bunları Amerika dışında bir yerde birileriyle paylaşacağım için çok heyecanlıyım.
Ne yani ilk kez İstanbul’da mı yapacaksınız bu şovu?
Daha önce bir kez Kanada’da benzer bir şey yapmıştım. İçinde dans var, şarkı var, benim için önemli ama komik hikâyeler var.
Onu söylediniz de aklıma yatmıyor, Londra’da biletleriniz yok satacakken, Melbourn’de kapışılacakken, neden çok da tanınmadığınız bir ülkeyi, İstanbul gibi Anglo-sakson olmayan bir şehri seçtiniz?
Söyledim ya karımla oturup oturup “Tekrar gitmeliyiz” dediğimiz çok oldu. Mesele hep “Tamam da ne zaman?” sorusuydu. Fırsat da çıktı aslında. Üç kere benzer projeler oldu. Her seferinde hiç düşünmeden “Evet” dedim. En son geçen yıl... Ama çeşitli sebeplerden hep iptal oldu.
Filmlerde sizi herkes Clint Eastwood’a benzetiyor. Sizce de benziyor musunuz? Hiç tanıştınız mı?
Evet tanıştık. Wolverine’i oynayana kadar aklımın ucundan bile geçmemişti ona benzediğim. İnsanlar, “Ona benziyorsun” dediklerinde utandım. Wolverine rolü için deli gibi Clint Eastwood filmleri seyrettim. Belki de o kadar çok Eastwood filmi seyrettim ki sonunda ona benzemeye başladım. Tabii bunu bir iltifat olarak alıyorum ve aslında ona benzetilmekten gizli gizli zevk alıyorum.
Peki ya Hollywood’daki Avustralyalılar? N’oldu yani “Aussie’ler Çağı”na mı girdik?
Evet artık epey çok olduk. Eskiden böyle değildi. Bu konuda Amerikalıların kabulleniciliğine hayranım. Mesela siz, Türkiye’de, atıyorum, bu kadar çok Amerikalı’nın gelip oyunculuk yapmasına izin verir miydiniz?
Verirdik, onda sorun yok da bence kimse izlemezdi. Hazır laf Avustralyalılara gelmişken... Eşiniz Deb, ‘Avustralya’ filminde sizi eski ev arkadaşı Nicole Kidman’la öpüşürken görünce hiç kıskanmadı mı?
Karım da oyuncu. “Birini sırf rol için öptüğünde bunun ne kadar gayriseksi bir şey olduğun biliyorum” der. Tamamen teknik bir şey. Hiç sıkıntı çıkmadı.
Karınızla Wolverine eldivenleriyle seviştiğinizi açıkladınız. Hatta parçalanan çarşaflara para yetiştiremiyormuşsunuz... Şimdi sırada ‘Chappie’ filmi var. Robot kostümüyle de yatağa girecek misiniz?
Yok canım o makaradan bir açıklamaydı. (Kahkaha atarak) Öyle çarşaf falan paraladığımız yok!
Sevgililer Günü planı ne? (Röportaj sırasında henüz gelmemişti) Her zamanki gibi el yazısıyla yazılmış bir kart mı yoksa ekstra planlarınız var mı?
Ya biliyor musun, bunca zamandır birlikteyiz, çok az sevgililer gününü beraber geçirdik. Ya çekim vardı ya da başka bir şey... Ama bu sene birlikte yemek yiyebileceğiz gibi görünüyor. Yemeğin ardından çocuklar evde olacak ama erken uyurlar diye umuyorum. Düşünsene, eğer vaktinde uykuya dalarlarsa, bütün gece bize kalacak!
People Magazine dergisi sizi yaşayan en seksi erkek seçti... Oğlunuz Oscar hâlâ sizden kızları etkilemek için beraber fotoğraf çektirip, sizin deyimizle ‘p.zevenkliğini’ yapmanız için bastırıyor mu?
Yok, artık 14 yaşında ve daha ciddi ‘hayat meseleleri’ var. Şu sıra meşhur bir babası olmasından rahatsız. O aşamadayız. Bütün istediği diğer çocuklar gibi olmak. Sürekli sorular soruyor: “Ben nasıl olacağım, işler nasıl gidecek, baba sen annemle nasıl yaptın... vs.”
Peki evde oturup çocuklarınızla filmlerinizi izlediğiniz oluyor mu? Bir sahnede çıplak kaldığınızda kendiniz nasıl hissediyorsunuz?
Ya evet, bir keresinde kızımla birlikteyken başıma geldi. Filmdeki o sahneyi tamamen unutmuşum. 8 ya da 9 yaşında falandı. Birden o sahne geldi ve kızım “Baba bu ne ya? Neden iç çamaşırın yok!” diye sordu. “Film icabı yavrum” falan diye anlatmaya çalıştım tabii ama kadınla erkeğin yatakta neden iç çamaşırı giymediğini bir türlü izah edemedim.
19 yıldır evli olmanıza rağmen gay olduğunuz dedikodularının ardı arkası kesilmiyor. Nedir bu, sadece bazı insanların olmasını ümit ettiği bir şey mi?
İşinizde belli bir noktaya geldiğinizde dedikoduların önünü almanız mümkün değil. N’apim, ben de bunları bir iltifat olarak kabul etmeye başladım.
'Dünyada en beğendiğim mutfak Türk mutfağı'
Daha önce İstanbul ve Fethiye’ye geldiniz. Ne hatırlıyorsunuz?
İlk aklıma gelen, insanların ne kadar arkadaş canlısı olduğu ve kendimizi ne kadar iyi hissettiğimiz. Bir de ben tam bir yemek insanıyım, yemekler i-na-nıl-maz güzeldi. Fethiye’deki o harika plaj...
Ölüdeniz...
Onca yıl oldu, hiç gözümün önünden gitmiyor. Koşarak okyanusa dalmıştım.
Aslında okyanusa kıyımız yok; orası deniz, Ege Denizi.
Evet tabii ya! İstanbul’dan çok uzun bir otobüs yolculuğu yapmıştık, 16 saat falan. Ama değmişti. Bütün sahilleri göre göre gitmiştik Fethiye’ye. Yolda Osmanlı İmparatorluğu üzerine koca bir kitap bitirmiştim. İsmini şimdi mümkün değil, hatırlayamam ama Fethiye’de yamaç paraşütü yapmıştık. Dağın tepesinden yamaç paraşütüyle kendimi boşluğa bıraktığımda kitapta bütün o okuduklarım gözümde canlandı.
Havadayken...
Evet, evet. Siz bu tarihin, bu zenginliğin içine doğmuşsunuz. Avustralyalı olmadığınız için bunun bizim için ne demek olduğunu, belki nasıl bir şaşkınlıktan bahsettiğimi anlamayabilirsiniz. O toprakların tuhaf bir enerjisi, tuhaf bir birikmişliği var. Karım da ben de bir gün mutlaka geri geleceğimize söz verdik birbirimize. Türkiye’de bir şov yapma teklifi gelince de hiç düşünmedik bile. Kabul ediyorum, biraz geç kaldık ama işte o gün, bugün. Yemekler için şimdiden sabırsızlanıyorum.
Bilsem yanımda getirirdim üç-beş bi şey.
Devamlı yemekten bahsettiğimin farkındayım ama Türk mutfağında en çok neyi seviyorum biliyor musun? Her şeyi karıp karıştırıp bir araya getirmeniz. O küçük tapaslar...
Meze, meze...
Evet, mezeler. Sonra kebaplar, hani şu patlıcanla yapılan...
Alinazik...
Offf evet! Diyebilirim ki dünyada en beğendiğim mutfak Türk mutfağı.
O kadar yani! New York’ta da Türk lokantalarına gidiyor musunuz bari?
New York’ta güzel Türk lokantası var mı ki?
İkinci Cadde’de Şipşak Orhan var mesela. Dün gittim, alinazik yok ama hünkârbeğendisi Türkiye’dekileri aratmıyor. İkisi çok benzer birbirine.
Tamam, mutlaka uğrarım.
'Oğlumla Türk kahvesi yapıyoruz'
Gençliğinizde hep gazeteci olmak istemişsiniz. Fikrinizi neden değiştirdiniz yahu, nesi var gazeteciliğin?
Gazetecilik okurken, okulun son döneminde ekstra ders almam gerekiyordu. Sırf kolay diye tiyatroyu seçtim. Kadroya seçildim. Bir de baktım ki, vaktimin yüzde 90’ını tiyatroya, yüzde 10’unu gazeteciliğe ayırıyorum. Kolay olsun diye seçtiğim şeyi, aslında o anda yapmakta olduğum şeyden daha çok seviyorum. Bu bir işaretti. Ben de peşinden gittim. Ne yapsaydım yani?
Kimsenin bir şey dediği yok tabii. Sadece çocukken hiç çizgi roman okumamış biri olarak, paso çizgi roman karakteri rolleri oynamanız ihanet ettiğiniz gazeteciliğin intikamı olabilir mi?
Eğer öyleyse, harbi ağır bir intikam! (Kahkaha atıyor) Bilmiyorum neden ama hiç çizgi roman okumazdım. Ama sonra okumaya başladıkça, aralarında çok iyi işler olduğunu ve onları küçümsediğimi fark ettim. Ha bu arada: Söylemeyi unuttum: Türk kahvesi... Offff!
Seviyor musunuz?
Deli misin? Farkındayım yine yeme-içme mevzuuna döndüm ama oğlumla evde Türk kahvesi yapıyoruz. Türkiye’den hatırladığım tadı yakalayamıyoruz ama olsun.
Artık makineleri var. Yollarım size bir tane.
Ciddi misin? Şahane olur!