PKK’nın en dikkat çeken özelliklerinden biri kendisine rakip çıkabilecek hiçbir siyasi güce tahammülü olmamasıdır. Bu nedenle ilk kurulduğu andan itibaren diğer Kürtçü ve Güneydoğu’da varlık gösteren solcu yapıları şiddetle sindirip etkisiz hale getirmiştir. Bu noktada PKK’nın diş geçiremediği yegane örgüt Hizbullah olmuştur. Tıpkı PKK gibi 1970 sonlarında temelleri atılan bu radikal İslamcı grup, yine PKK gibi, sadece Güneydoğu’da değil Kürtlerin yaşadığı Batı bölgelerinde ve hatta Avrupa’da çok güçlü bir sosyal tabana oturdu. PKK başlarda fazla önemsemediği Hizbullah’ı bir aşamadan sonra ciddiye alıp tasfiye etmeye kalktı, fakat devletin de “aktif seyirci” olarak izlediği bu hayli kanlı çatışma sürecinden kimse galip çıkmadı.
Devletin ancak PKK ile çatışmayı bitirdikten ve bir daha yeniden başlatmayacağı anlaşıldıktan sonra Hizbullah’ı gündeme alması tabii ki şaşırtıcı değildi. Uzun süre çok az dokunulmuş olan Hizbullah’a yönelik seri operasyonlar ve bunların birinde örgütün kurucu lideri ve “her şeyi” Hüseyin Velioğlu’nun ölmesi; bu süreçte kamuoyunun haberdar olduğu domuz bağları, işkenceli sorgular, bunların videolara kaydedilmesi, örgüt evlerinin bahçelerinden çıkarılan çok sayıda ceset gibi çarpıcı olgular nedeniyle Hizbullah’ın belinin kırıldığı düşünülmüştü.
Ama öyle olmadı. Velioğlu’na misilleme olarak Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve korumalarını şehit eden örgüt, yediği bütün darbelere rağmen varlığını korudu. Geçmişte Hizbullah’ın en belirgin vasfı hiçbir şekilde yasal ve yarı-yasal faaliyetlere itibar etmemesi, tamamen yeraltında varlık göstermesiydi. Öyle ki Hizbullah’a ait en ufak bir yazılı belge, kitap, dergi, hatta bildiriye bile tanık olunmamıştı. Ancak 2000’li yılların ortalarından itibaren örgüt yayınevleri kurup kitaplar bastı, dergi ve haftalık gazeteler çıkardı, web siteleri üzerinden haberleşti ve en önemlisi dernek, vakıf gibi yasal örgütlenmeler aracılığıyla sosyal, kültürel ve siyasal faaliyetler yürüttü. Bunlarda da genellikle başarılı oldu. Örneğin son yıllarda Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu’da dini vesilelerle (Kutlu Doğumu kutlama, Hz. Muhammed’e hakaret eden karikatürleri protesto etme...) düzenlenen ve binlerce kişinin katıldığı gösterilerin hemen tümünün ardındaki ana güç Hizbullah’tır.
Kritik sorular
Dolayısıyla eğer bugün PKK’yı tartışıyorsak, tartışmak zorundaysak Hizbullah’ı da konuşmamız ve şu soruların cevabını aramamız gerekir:
1) Hizbullah-PKK ilişkisi ne durumda? Yeniden çatışma ihtimalleri var mı?
2) Devlet Hizbullah’a nasıl bakıyor?
3) Hizbullah devlete, özel olarak AKP hükümetine nasıl bakıyor?
4) Hizbullah’ın diğer İslami grup ve cemaatlerle ilişkisi nasıl? Bu bağlamda Fethullah Gülen cemaatiyle aralarında gerilim olduğu iddiaları doğru mu?
Bir gazetecinin Hizbullah ile ilgili soruların cevaplarını arayacağı ilk yer hiç kuşkusuz Hizbullah’ın kendisi olacaktır. Ben de öyle yaptım ve hareketin içinde olduklarını bildiğim birkaç kişiyle sohbet ettim. Neler konuştuğumuza geçmeden önce bir noktanın altını çizmeliyim: 20 yılı aşkın bir süredir Hizbullah üzerine yazıp çizerim ama bu örgütten herhangi bir kişiyle görüşme imkanım olmamıştı. Başka bir meslektaşımın görüştüğünü de hatırlamıyorum. Görüşme talebinin kendilerinden gelmiş olması ise, Hizbullah’ın yeni dönemde gerçekten bir “açılım” arayışı içinde olduğunu gösteriyor. Şunu da belirtmek isterim: Bir mülakattan değil sohbetten söz ediyorum. Yani bu yazıda o uzun sohbetten kalan izlenimlerimi akratmaya çalışacağım.
Sorunları konuşarak hallediyorlar
Öncelikle şunu vurgulamalıyım: Hizbullah’ın hiç ama hiç kimseyle çatışmak istemediği izlenimi edindim. Örneğin hem PKK ile farklılıklarının altını çizmede, hem de yeniden bir çatışma ortamına sürüklenmeme kararlılıklarını vurgulamada hayli ısrarlılar. “Herkes halka gitsin, halk kimi beğeniyorsa onu seçsin” diyorlar. Değişik yer ve koşullarda PKK ile karşı karşıya getirilmek istendiklerini, ama bu sorunları doğrudan görüşmeler yoluyla bertaraf ettiklerini anlattılar. PKK ile yeniden çatışmalarının bazı üçüncü şahısların fazlasıyla hoşuna gideceğinin tabii ki farkındalar.
Gülen cemaatine yakın bazı yayın organlarında haklarında yapılan çok sayıda olumsuz yayından epey rahatsız olmuşlar, ki bunu zaten kendi yayınlarından da biliyordum. Fakat bu sorunu da doğrudan kendilerini anlatarak, bir ölçüde aşmış olduklarından haberdar değildim. Kendilerini en fazla öfkelendiren hususun, bir şekilde Ergenekon’la irtibatlandırılmaları olduğunu çok net bir şekilde gördüm. Bu tür iddiaları kesinlikle bir “eleştiri”, hatta “suçlama” olarak değil de “itikatlarına yönelik bir küfür” olarak görüyorlar.
Devlete gelince: Güvenlik güçleri ve adli mercilerin kimi zaman bazı yasal faaliyetlerinde zorluk çıkardığından; dernek ve vakıf çalışmalarına katılan bazı kişilerin, özellikle de gençlerin rahatsız edildiğinden şikayet ediyorlar. Sık sık ülkede yaşanan demokratikleşmeden kendilerinin de yararlanmak istediğini belirtiyorlar.
Daha yazacak çok şey var ancak şimdilik şöyle bir toparlama yapabilirim: Kürtler arasında alabildiğine güçlenmiş olan Hizbullah, şiddet ve vahşetle birlikte daha fazla anılır olmak istemiyor ve Kürt siyasi hareketi içinde meşru ve hatta yasal bir güç olarak tanınmak için çaba gösteriyor. Diğer bir deyişle Hizbullah’ın bir açılım arayışı içinde olduğunu hiç tereddütsüz söyleyebiliriz.
Ruşen Çakır - Vatan