Mehmet Altan*
Gece yarısı evinizi çalmaya giren bir hırsızı suçüstü yakalasanız, hırsız da “beni hırsızlık yaparken yakalamaları bana komplodur” diye bağırmaya başlasa, acaba durum tartışmaya açılır mı?
Örneğin, polisi hırsızı almaya gelmekten vazgeçer mi?
Hırsızın hırsızlığı bırakılır da yakalayanın “niyeti” sorgulanır mı?
“Canım o zaten hırsız elbette hırsızlık yapacak, zaten hep yapıyordu neden bugün yakalıyorsunuz, kötü niyetli olmasanız bugün yakalamazdınız” denir mi?
Hırsızlık suçtur. Hırsız yakalanır ve yargılanır.
Eğer hırsızı yakalayan adam da suçluysa, bu hırsızın suçunu yok etmez, yargılanması gereken iki suçlu olur.
Bizim ülkemizde hırsızı bırakıp, yakalayanı tartışıyorlar, sanki yakalayan suçluysa hırsızlık suç olmaktan çıkacakmış gibi garip bir tartışma sürüyor.
Tartışma o hale geldi ki yakalayan “kötü niyetli” olduğu için hırsızlığın serbest bırakılması, soruşturulmaması hatta karakolun da hırsıza bağlanması gerektiği iddia edilmeye başlandı.
Bir siyasi iktidarı hırsızlık yaparken yakalamanın “darbe” olduğunu söyleyenler bile çıkıyor.
Eğer bu toplumda haysiyet, dürüstlük, onur gibi kavramlar yerleşmiş ve içselleştirilmiş olsaydı, hırsızlık yaparken yakalanan iktidar zaten istifa ederdi, ne kendisi ne de yandaşları yüzsüzce “bizi devirmek istiyorlar” diye bağıramazdı.
Kabinesinin neredeyse dörtte birinin adı yolsuzluk soruşturmalarına karışmış kaç siyasi iktidar var yeryüzünde? Kaç ülkede böyle bir hükümet iktidarını sürdürebilir?
Kaç ülkede böyle bir iktidarın içindeki hırsızların yakalanmaması için polisler, savcılar işinden edilir, yargı sistemi değiştirilmeye kalkışılır?
Bizde böyle yapılıyor.
Şimdi öyle bir sistem kuruyorlar ki kimse iktidarın yolsuzluklarını soruşturamayacak, iktidarın içindeki hırsızları yakalayamayacak.
Biz de dürüstlükten açıkça vazgeçen bir iktidara güveneceğiz.
Niye hırsızlara güvenelim?
Bunun mantılı bir cevabı var mı, aslında hırsız değiller de iftiraya mı uğradılar, o ses kasetleri, ayakkabı kutusundaki paralar, yatak odalarındaki kasalar, uçak dolusu altınlar ne?
“Hırsız değiliz” demiyorlar zaten, sadece “bizi yakalayanlar çok kötü niyetli” diyorlar, o kötü niyetlerin kanıtlarını ortaya koyun, mahkeme ikinizi de yargılasın.
Hayır, öyle yapmıyorlar, ortaya kanıt koymuyorlar, bir laf kalabalığıyla hırsıza güzellemeler düzüyorlar, yetmiyor bir de hırsızın neden yakalanmaması gerektiğine dair “tezler” uyduruyorlar.
Hırsızların böyle alkışlandığı, ahlaken çökmüş, değerlerini yitirmiş, utanma duygusunu kaybetmiş kaç toplum vardır yeryüzünde acaba?
***
“Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ertesinde siyasal iktidar, AB uyum sürecinde yapılan her düzenlemeden fazlasıyla bunalır oldu.
17 Aralık öncesi en çok bunaldığı 2002 yılında Avrupa Birliği kriterlerine uygun olarak çıkarılan “kamu ihale yasası” idi, son zamanlara doğru ise Sayıştay bunaltmaya başladı.
Şimdilerde ise 2004 yılında AB kurallarına uygun olarak çıkarılan Adli Kolluk Yönetmenliği, 2010 yılında kabul edilen ve hem AB hem de Venedik Kriterlerine uygun olarak düzenlenen Hakim Ve Savcılar Yüksek Kurulu yasası siyasal iktidarın canını çok sıkıyor.
AB kriterleri siyasal iktidarı dürüstlüğe zorladığı için fazlaca rahatsız edici bulunuyor.
Siyasal iktidarı kapsayan bir “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarının üzerini tamamıyla kapatmak ve bundan böyle siyasal iktidara yönelik yolsuzluk iddialarının asla ve kat’a dillendirilemeyeceği bir ülke inşa edilmek isteniyor.
Yargının öldüğü “Yeni Türkiye.”
En fazla oyu alanın en fazla hırsızlık yapmasının serbest olduğu bir Türkiye.
***
HSYK kanununun değişikliğiyle yargıyı hükümete bağlamaya aracılık edecek olan tasarıyı hazırlayanlar da dahil herkes son girişimin 12 Eylül Anayasa’sına bile aykırı olduğunu bilmekte.
Ama iktidar hukuka darbe yapmaya karar vermiş.
Anayasaya aykırı bu tasarı Meclis’ten geçirilecek, Anayasa Mahkemesi yasayı reddetse bile Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı geriye yönelik yürüyemeyeceği için o arada yargının yapısı değiştirilerek yürütmeye bağlanacak ve bundan böyle yolsuzluk ve rüşvet denetimi tamamıyla ortadan kalkacak.
Bu oyunu herkes görüyor ve buna rağmen süreç pişkince yürüyor.
Merakım Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ne yapacağıdır, anayasaya düpedüz aykırı olan bir tasarıyı sessizce imzalayıp yasalaştıracak mı yoksa doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne mi gönderecek?
Anayasa Profesörü Ergun Özbudun’un konuyla ilgili görüşlerini, Cumhurbaşkanı’na aktarmak isterim:
“2010 anayasa değişikliği ile gerçekleştirilen yeni HSYK yapısı, Avrupa normlarına tamamen uygundur. Bu durum, yukarıda değinildiği gibi Venedik Komisyonu tarafından da teyit edilmiştir. İktidar partisinin, üç yıl önce hararetle savunduğu bir sistemin tümüyle zıddı olan bir sistemi, bir yanlışlık yapıldığı gerekçesiyle anayasallaştırmaya çalışması, inandırıcı olmaktan uzaktır. Böyle bir girişim, ülke içinde de, dışında da, demokratik standartlardan uzaklaşılması ve yargı bağımsızlığına bir darbe olarak algılanacaktır. Bu krizde yeni bir noktaya, 7 Ocak tarihinde bir grup AKP milletvekilinin, HSYK Kanunu'nda ve diğer bazı kanunlarda değişiklikler yapılması konusunda bir teklifi, TBMM Başkanlığı'na sunmaları ile varılmıştır.”
Cumhurbaşkanı bu çok tehlikeli hukuk katliamına cevaz verecek mi?
Bunun parçası olacak mı?
***
HSYK’yı “yürütmeye” bağlama girişimi, demokratik standartlardan uzaklaşılması ve yargı bağımsızlığına bir darbe olarak dünyayı şimdiden ayağa kaldırmış gözüküyor.
AB açıklama üzerine açıklama yapmaya, Avrupa Konseyi şiddetle uyarmaya, ABD ikazlarına hız vermeye başladı.
Çünkü gerçek bir hukuk devletinde kimse yargının denetimi dışında değildir.
Referandum esnasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” deyip duruyordu.
“Hukukun üstünlüğünün” ne olduğunu, tam da bizde mahkeme ve savcı kararlarının ayaklar altına alındığı, yargının hükümete bağlanarak yok edilmek istendiği bugünlerde en çarpıcı ve somut biçimiyle İspanya’da görüp yaşıyoruz.
Biliyorsunuz, İspanya Kralı Juan Carlos'un en küçük kızı Prenses Cristina, Majorca Adası'ndaki bir mahkeme tarafından vergi kaçakçılığı ve kara para aklama suçlamalarıyla ifade vermeye çağrıldı.
Cristina'nın adı, kamu fonlarını zimmetine geçirdiği iddiasıyla soruşturma altında olan eşi Inaki Urdangarin'in iş anlaşmalarında geçiyor.
Yargıç Jose Castro'nun Prenses Cristina'yı Aizoon adlı şirkette eşiyle yaptığı ortaklıkla ilgili sorgulamak istediği belirtiliyor.
Mahkeme geçen yıl da Prenses Cristina'yı ifadeye çağırmış, ancak daha sonra bu celp iptal edilmişti.
48 yaşındaki Cristina, Kral Carlos'un zanlı olarak mahkemede ifade verecek ilk birinci dereceden yakını olacak.
Prenses Cristina'nın soruşturmadaki resmi şüphelilerden biri olduğu ve 8 Mart'ta mahkemeye çıkacağı da resmen açıklandı.
İspanya'nın en saygı gören ismi olan 76 yaşındaki Kral Juan Carlos gerçekten “üstünlerin değil, hukukun üstünlüğüne” inandığı ve başkasına İspanya toplumu “pabuç” bırakmayacağı için “komplo, paralel devlet, çete” diye bağırmıyor.
Sakin bir şekilde yargısal süreci izliyor.
Oralarda “garip” işler olmasına imkan tanınmıyor.
***
İspanya’da “kralın” kızı yargılanıyor, bizde başbakanın yakınları yargılanamıyor.
Nasıl bir cumhuriyetsek monarşilerden bile gerideyiz hukuk konusunda.
Hırsızlığı ve hırsızları alkışlıyoruz, hırsızları yakalayanların niyetlerini sorguluyoruz, yetmiyor iktidarı ele geçirmiş hırsızların yargılanmasını engelleyecek yasalar çıkartıp düzenlemeler yapıyoruz.
İktidardaki hırsızların yakalanmasına “darbe” diyoruz.
Hukukun ve ahlakın böyle açıkça çöktüğü bir dönem azdır.
Eğer bu toplum buna “dur” diyemezse, bu hukuksuzluğun ve ahlaksızlığın bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.
Emin olun ki böyle bir bedel var ve hırsızları iktidarda tutan, hukukun yok edilmesine göz yuman her toplum o bedeli ödemek zorunda kalır.