Görüyor, izliyorsunuz; Karadenizliler, Yeşil Yol projesine, maden ocaklarına, hidroelektrik santrallarına karşı alanlarda kıyasıya bir mücadele veriyor. Bu mücadelenin daha çetini ise aslında mahkemelerde yaşanıyor. Çünkü projelerin durdurulması için uğraşan avukatların önünde iş makinelerinden, jandarmadan daha zorlu bir engel var: Yargı ile idare arasındaki “çekişme”.
Yakup Okumuşoğlu, Yeşil Yol’la ilgili açılan davaların avukatı. HES’lere karşı 60’ya yakın davası nedeniyle bölgede “Derelerin Avukatı” olarak tanınıyor. Aynı zamanda Artvin Carettepe’deki maden ocağı davasının da vekillerinden biri.
Yakup Okumuşoğlu, karşı karşıya kaldıkları durumu “sürekli, doğa alanlarının ticarileştirilmesine dönük kolaylaştırıcı mevzuat düzenlemeleri yapılıyor” sözleriyle özetliyor:
“Siz istediğiniz kadar ÇED raporunu iptal ettirin, firma ertesi gün yeni raporla karşınıza çıkıyor. Açılan, kazanılan her davadan sonra mevzuatı, yönetmeliği değiştiriyorlar. Yönetmeliği iptal davası açıyoruz, iptal kararı çıkmadan önce yeni bir yönetmelik ortaya koyuyorlar.”
Okumuşoğlu’nun bir iddiası ise hayli düşündürücü:
“Her şeyin özelleştirildiği gibi yasaların da özelleştirildiği bir Türkiye’den söz ediyoruz. Artık firmalar, yasalarını, dışarıda kendi hukuk firmalarına hazırlatıyorlar, sonra bunlar Meclis’te oylanıyor, yasalaşıyor.”
Yakup Okumuşoğlu ile Karadeniz’de süren mücadelenin hukuki boyutunu konuştuk:
Rize İdare Mahkemesi, Yeşil Yol projesinin Ausor Yaylası etabıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu karar ne anlama geliyor? Yeşil Yol’un ilerlemesi durduruldu mu?
Hayır, durdurulmadı, süreç bitmiş değil. Söylediğiniz gibi dava projenin bir bölümüyle ilgili. Öncesinde Fırtına Vadisi’nin geneliyle ilgili bir dava açtık, bunun sonucunu bekliyoruz. Vadide hem doğal SİT alanları hem de milli parklar var. Koruma amaçlı imar planı olmadan yol çalışması yapılamaz. Bu davanın sonucunun 15-20 güne çıkacağını düşünüyoruz.
Rize Valiliği İl Mera Komisyonu, mera alanından yol geçirilmesi için izin verdi. Çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan meralarla ilgili izin verilemez. Şimdi bununla ilgili dava açıyoruz.
Milli park alanları için de Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından verilmiş ayrı bir izin var. Ona karşı dava hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.
Asıl mesele şu: Bu yolun yapılabilmesi için “yapılmasının zorunlu ve kamu yararına olması” gerekiyor. Her yaylanın yolu olduğu için zorunluluk yok. Halk da zaten bu yolları istemiyor, haliyle kamu yararı söz konusu değil.
Kamu yararı yok diyorsunuz ama tüm kamu yöneticileri Yeşil Yol için gerekli izinleri veriyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kimseye danışmadan, herhangi bir çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreci yürütmeden, imar planları hazırlanmadan, üç tane memur çay içerken plan yapıp “biz buradan yol geçireceğiz” derse bunun kamuya yararı tartışılmaya başlanır. Bir kısım büyük otel zincirlerinin bu bölgede oteller yapmak istediği, çeşitli şirketlere yeni maden ruhsatları verildiği ortaya çıkınca, resim tamamlanıyor. Yolun kimin için yapılmak istendiği anlaşılıyor.
Kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum. 2600 metne yükseklikten geçecek 9 metrelik bir yolu başka türlü açıklamak mümkün değildir. Büyük iş kamyonlarının geçebileceği yollar yapılıyor. Yaylalar turizme değil, madenciliğe açılacak.
Artvin Cerattepe'de yapılmak istenen maden ocağına karşı Türkiye’nin en geniş katılımcılı çevre davası açıldı. Oysa daha geçen yıl bu dava kazanılmıştı. Şimdi neden sil baştan?
Artvin Cerattepe 25 yıllık bir mücadele alanıdır. 25 yıldan beri açılmış davalar vardır. Çünkü Cerattepe Artvin’in tek önemli yaşam alanıdır, ilin su ihtiyacı buradan karşılanır.
En son geçen yıl açılan davada mahkeme “ya Artvin ya maden” gerekçesiyle oradaki madencilik faaliyetini, alınan ÇED raporunu iptal etti. Böyle bir karardan sonra biz, artık kimse Ceratteye’ye madencilik için gelemez diyorduk. Fakat nasıl oluyorsa idare, firmaya yeni bir ÇED raporu verdi. Bunun anlamı açıktır: İdare Artvin’i değil, madeni seçmiştir, şirketin yanında yer almıştır. Fırtına Vadisi’ndeki teyzemizin sorduğu soruyu yenileyelim: “Kimdir devlet?” Artık bu sorunun yanıtının halk tarafından verilmesi lazım.
Yıllardır bölgenin tamamında madencilik araştırmaları yapıldığı biliniyor. Karadeniz’in genelinde bu alanda nasıl bir tablo var?
Karadeniz’deki bütün dağların çinko ve bakır madenleriyle dolu olduğu söyleniyor. Ancak dendiği gibi Karadeniz’in üstü altından daha değerlidir. Üstelik üst kotlar en hassas ekosisteme sahiptir. Toprak kalınlığı azdır ve ufak bir müdahalenin telafisine yüzlerce yıl yetmez.
Bakın, sahil yoluyla Karadeniz’in karası zaten denizden koparıldı. Denizi besleyen, oksijenle dolduran, balıklara yumurtlama alanları oluşturan dereler onlarca HES’le tutuldu, hapsedildi. Ekosistem zaten büyük zarar gördü.
Şimdi bu derelerin gözelerinden başlayan bir yol yapılmak isteniyor. Bu yolların da sağında solunda muhtemelen madencilik faaliyetleri yürütülecek. Yaylalar kentleşmeye açılacak. Dolayısıyla Karadeniz, 3 bin metrelerden denize kadar ciddi anlamda tahribata uğrama riskiyle karşı karşıya.
HES’lere karşı direnişi nedeniyle Yurttaş Kazım olarak anılan 71 yaşındaki Kazım Delal’e yapılan saldırıyla, HES sorununu yeniden hatırladık. Bugün madenlerle, Yeşil Yol’la uğraşan Karadeniz’in HES çilesi bitti mi?
Proje bazında kazanılmış, durdurulmuş pek çok dava var. Ama işler, Artvin Cerattepe’deki madencilik faaliyetine benzer yürütülüyor. Siz istediğiniz kadar ÇED raporunu iptal ettirin, firma ertesi gün yeni raporla karşınıza çıkıyor. Sürekli davaları tekrarlamak durumunda kalıyoruz.
Kazım amca, Andon kısmı için birkaç gün önce, aynı gerekçeyle yeniden dava açmak zorunda kaldı.
Açılan, kazanılan her davadan sonra mevzuatı değiştiriyorlar, yönetmeliği değiştiriyorlar. Yönetmeliği iptal davası açıyoruz, iptal kararı çıkmadan önce yeni bir yönetmelik ortaya koyuyorlar. Dolayısıyla yönetmelik hükümlerinin etraflıca tartışılması da mümkün olmuyor. Madencilik, mera, orman, milli parklar kanunlarını değiştiriyorlar, enerji kanununu değiştirdiler. Sürekli, doğa alanlarının ticarileştirilmesine dönük kolaylaştırıcı mevzuat düzenlemeleri yapıyorlar.
Açıkça söylüyorum, bu mücadeleler artık sıkıntılı bir hal almaya başladı. Devlet kendini doğayı ve yurttaşı korumak değil, firmaları ve sermayeyi korumak üzerine konumlandırılmış. Böyle giderse, mücadeleler artacaktır, yayılacaktır. Bu da bir kamu düzeni sorunu yaratacaktır. Devletin bu konuları çok ciddiye alması gerekiyor. Ben kimin devletiyim, kime hizmet ediyorum diye sorması, durup düşünmesi ve kendini yeniden konumlandırması gerekiyor.
Rize Valisi Ersin Yazıcı ısrarla “Yol medeniyettir” diyor. Siz yola, madene, HES’lere, yani medeniyete karşı mısınız?
Hayır, her şeyimiz olsun istiyoruz ama artık idareye güvenimizi kaybetmiş durumdayız. Bir vadide yürüttükleri projenin ÇED raporunu, başka bir vadi için önümüze koyuyorlar. İsimler bile değiştirilmiş değil. Kopyala yapıştır ÇED raporu hazırlıyorlar. O nedenle kimse “siz her şeye karşısınız” demesin.
Sağlıklı bir süreç yürütülmüş olsa, biz de bu sürece güvenebilsek, sağlıklı bir tartışma ortamı doğabilir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da önceki gün “Onu istemiyoruz, bunu istemiyoruz; ne yapacağımızı müsaade ederseniz biz biliriz” dedi.
Maden kanunu değiştirilirken biz Meclis’te milletvekillerine ulaşamadık, “maden lobisi” komisyonun etrafını sarması için komisyona görüşümüzü açıklayamadık. Kanunlar yapılırken hiçbir sivil toplum kuruluşunun görüşü alınmıyor. Kendi kendilerine oturup yazıp çiziyorlar. Hatta artık firmalar, yasalarını, dışarıda kendi hukuk firmalarına hazırlatıyorlar, sonra bunlar Meclis’te oylanıyor, yasalaşıyor. Her şeyin özelleştirildiği gibi yasaların da özelleştirildiği bir Türkiye’den söz ediyoruz. Böyle bir noktada bakanın bunları söylemeye hakkı yok.