Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen ve AKP cenahının görüşlerini dikkatle takip ettiği ikahiyatçı Prof. Hayrettin Karaman, "ideal devlet düzeni nasıl olmalı" sorusunu İslami kıstaslara göre irdeledi. "Hilafet düzenine günümüzde “teo-demokrasi” ismini vermek de mümkündür" diyen Karaman, "Halk temsilcilerini seçer, temsilciler başkanı (halife) seçerler, başkan üst düzey yönetici ve danışmanlarını seçer, tabi olduğu kurallar çerçevesinde ülkeyi yönetir, denetim demoklesin kılıcı gibi başının üzerinde olur" ifadesini kullandı.
Karaman'ın Yeni Şafak'ta "Bu ülkeyi kim nasıl yönetmeli?" başlığıyla yayımlanan (18 Haziran 2015) yazısı şöyle:
Bu başlık altında yazmak istediğim husus, daha önceki bir yazımda okuyucu adına sorduğum şu sorunun cevabıdır:
“Neden diğer partilerin kendi aralarında veya Ak Partili bir koalisyon hakkında kötümser düşünüyorsun, peşin hükümde bulunuyorsun, tehlikeli boyutlara varan sosyal ve siyasi kutuplaşmalara böyle bir koalisyonun ilaç olabileceğini hesap dışı tutuyorsun?”
Mevcut durum ve şartlarda bana göre ideal olan ve aşağıda özetleyeceğim yönetim biçimine imkan görünmüyor. Bu sebeple seküler-liberal-demokrasi kötünün iyisi olarak devreye giriyor. Bu demokrasilerin birçok aksak yönlerinden biri de kanları uyuşmayan, her biri bir sevdada olan partiler arasında koalisyon zarureti doğurmasıdır. Bu konuya daha sonra geleceğiz.
Müslümanların tarihinde kamil manada kısa süre (otuz yıl kadar), eksikli olarak da daha uzun yıllar uygulanmış olan yönetim şeklinin adı “hilafet” olmuştur. Beşeri zaafları yüzünden hilafeti sindiremeyip her türlü gayr-i meşru yola başvurarak bu yönetime son verdikten sonra, arkalarına, doyurdukları güçleri alarak ülkeyi tek başına yönetenlerin idare şekline de “saltanat” denmiştir. Saltanatta istibdad, otoriterlik, zulüm vardır ve İslam bunları tasvib etmez.
Hilafet, Türkçemizdeki “halef-selef” ifadesinde geçen halef ile aynı kökten bir kelimedir ve sözlük manası “öncekinin yerine geçmek, onun yerini almak”tır.
Peygamberimiz (s.a.) beka âlemine göçünce O'nun üç vazifesinden biri olan peygamberlik sona ermiş, hüküm kaynağı olarak Kur'an, Sünnet ve ictihad kalmıştır. İkinci vazifesi siyasi liderlik, devlet başkanlığıdır; bu, halife adı verilen şahıslara geçmiştir. Üçüncü vazifesi irşad ve eğitimdir, bu da takva sahibi alimlerin işi olmuştur.
Peygamberimiz, kendisinden sonra devleti kimin yöneteceğini şahıs ve isim söyleyerek tayin etmemiş, yönetimin ve yöneticinin niteliklerini açıklamış, lider seçimini ümmete bırakmıştır.
Bu işe ahlak, fizik ve birikim bakımından en layıkı olduğu için (bu şartla) ümmetin bir şekilde seçtiği, belirlediği, başkan (halife); a)kararlarını ve icrâatını anayasa hükmünde olan Kur'an'a ve Sünnet'e uygun düşürmeye mecburdur, b)niteliklerini kaybederse, zulme ve günaha saparsa, onu seçen ümmetin temsilcileri tarafından görevden alınır (hal'edilir,azledilir), c)tek başına, kendi irade ve arzusuna göre yönetemez, danışma meclisi bulunur ve danışarak yönetir… İşte bu temel nitelik ve şartlar sebebiyle hilafet düzeni, hem saltanattan, hem teokrasiden hem de seküler demokrasiden farklıdır.
Hilafet düzeninde ülke halkının tamamının Müslümanlardan ibaret olması gerekmez; başka din, inanç ve hayat tarzı sahipleri de ümmetin bir parçası (teb'a) olarak ülkede yaşarlar, temel insan hak ve hürriyetlerinden Müslümanlar gibi istifade ederler. Dinlerine, mabedlerine, dillerine, kültürlerine, mallarına, canlarına, namus ve şereflerine… dokunulamaz. Bu özelliği ile de İslam, uyduruk dinlerin tamamından farklıdır. Tarihte ve günümüzde Hristayan, Yahudi, Budist ve çeşitli dinsizlerin farklı inanç sahiplerine neler yaptıklarını bilmeyen yoktur.
Hilafet düzeninin hedefi, bütün dünyada adaletin ve erdemli hürriyetin hakim olmasıdır; gaza, cihad bunun için yapılır. Bir başka ülke fethedildiğinde orada adalet ve hürriyet tesis edilir. Anlaşma şartlarına titizlikle riayet edilir, hiyanete sapmadıkça gayr-i müslimler eski düzenlerine göre daha avantajlı ve müreffeh olurlar.
Daha önceki yazılarımda “İslâmî demokrasi” ifadesini kullanmıştım. Mevdûdî de “teo-demokrasi” terimini kullanmıştır. Hilafet düzenine günümüzde böyle bir isim vermek de mümkündür. Halk temsilcilerini seçer, temsilciler başkanı seçerler, başkan üst düzey yönetici ve danışmanlarını seçer, tabi olduğu kurallar çerçevesinde ülkeyi yönetir, denetim demoklesin kılıcı gibi başının üzerinde olur.
Benim inancıma göre ideal düzen budur. Böyle bir düzeni kuramadıkları zaman Müslümanlar, en az kötü olanı kurar, dinlerini böyle düzenler içinde yaşamaya çalışırlar.
Müslümanlar Mekke döneminde “şirk düzeninde dini yaşama”, Medine döneminin ilk yıllarında, Medine Sözleşmesi çerçevesinde, farklı inanç sahipleri ile birlikte ortak yönetim, daha sonra da Müslümanların egemen olduğu idare şekli tecrübelerini yaşamışlar ve bize önemli bir birikim bırakmışlardır.
Gelecek yazıda, sorunun cevabına; yani seküler demokrasi ve koalisyon konusuna gelmiş olacağız.