Kapatılan Hayatın Sesi TV davası yarın görülecek. Kanalın Sorumlu Müdürü Gökhan Çetin, "Gerçekleri savunanların cesaret ve umudu karanlığı yenecek" dedi.
Evrensel'den Meltem Akyol'un haberine göre yarınki davayı izleme çağrısı yapan Çetin, “Türkiye’de Hayatın Sesi televizyonu davasına sahip çıkmak karanlığa karşı aydınlık bir geleceğin yanında saf tutmak anlamına geliyor. Gerçeklerin tarihin akışına yön vermesini geciktirmek isteyenlerin gücü, gerçekleri savunmak için cesaret ve umuda sahip olanların izin verdiği kadar ayakta kalabilir” dedi.
Dava yarın 09.30’da Çağlayan'da
Kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan Hayatın Sesi televizyonuna aynı anda hem IŞİD, hem TAK, hem de PKK propagandası yaptığı iddiasıyla açılan davanın ikinci duruşması Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yarın görülecek. Saat 09.30’daki duruşmada Hayatın Sesi’nin Genel ve Sorumlu Müdürü Gökhan Çetin savunma yapacak. Dava öncesi Evrensel’e konuşan Çetin “İştirak Halinde Zincirleme Olarak Terör Örgütü Propagandası Yapmak” iddiasıyla suçlandığını hatırlatarak,
Türkiye’de yüzlerce insanın hayatını kaybettiği katliamlar karşısında biz yapılması gereken yayıncılığı yaptık. Bunu yaptığımız için de aynı anda 3 örgütün propagandasını yapmakla suçlanıyoruz. Biz yapılması gereken yayıncılığı halka ve mesleğimize duyduğumuz sorumlulukla yaptık” dedi.
"OHAL’de yaşananlar neden kapatıldığımızın göstergesi"
Hayatın Sesi televizyonu kapatıldığından bugüne yaşananlara bakıldığında, bir basın kuruluşunun neden kapatılmak istendiğinin de anlaşılacağına vurgu yapan Çetin, “Televizyonumuzu, ilan edilen OHAL sonrası çıkarılan KHK’lerden biriyle kapatan anlayış, yarın ikinci duruşması görülecek davayı kapatmaya gerekçe üretmek üzere gündeme almış görünüyor. Ülkemizin içinden geçtiği olağanüstü koşullarda yaşananlar, yaşanmamış gibi yaparak görmezden gelinemez. Örneğin OHAL ile birlikte yüz binin üzerinde kamu emekçisi ihraç edilmemiş gibi davranamayız. 160’ın üzerinde gazeteci cezaevinde değilmiş gibi davranamayız, 2 bin 500 gazeteci işinden edilmemiş gibi davranamayız. Ya da 10 milletvekili tutuklu değilmiş gibi davranamayız. Ya da OHAL’in patronların çıkarları için çıkarıldığının itirafı olan cümleler yokmuş gibi de davranamayız. Bunları anlatmayalım, göstermeyelim diye kapatılmıştır televizyonumuz” dedi.
"Müftülere nikâh yetkisiyle gazeteci davalarının bir ilgisi var"
Türkiye’nin tutuklu gazeteci sayısı bakımından dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüğünün altını çizen Çetin, “Basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı, kapatılan kuruluşlar, işinden edilen gazeteciler ve devam eden tutuklu-tutuksuz yargılama süreçleri ile yok edilmek isteniyor. Tamam da niye? OHAL gerekçesi ile yasaklanan işçi grevleri, yürüyüşleri, üretici köylülerin yasaklanan eylemleri bunlar ile bağı nedir halkın haber alma hakkının? Yine komşu ülke topraklarında silahlı birlikler bulundurma, başka bir ülkenin kaderinin ‘ulusal güvenlik’ başlığı ile ele alınarak ülkenin insanları arasında gerilimli bir ilişkinin temellerini atan politikalarla cezaevindeki gazetecilerin bir bağı yok mu? Sakın müftülere nikah yetkisi ile devam eden basın davalarının dolaysız bir yorumlayışı olmasın? Çokça konuşulabilecek bu örnekler bir ülkede neden egemen politik anlayıştan farklı bir yerden bakan ve eleştiren bir habercilik anlayışının boğulmak istendiğinin kanıtı” diye konuştu.
"Haber alma hakkına sahip çıkmak aslında..."
Son olarak davayı izleme çağrısı yapan Çetin, “Ülkenin demokrasi ile yönetilmediğine yönelik sözlerin bile soruşturma ve linç kampanyasına dönüştüğü Türkiye’de Hayatın Sesi televizyonu davasına sahip çıkmak karanlığa karşı aydınlık bir geleceğin yanında saf tutmak anlamına geliyor. Gerçeklerin tarihin akışına yön vermesini geciktirmek isteyenlerin gücü, gerçekleri savunmak için cesaret ve umuda sahip olanların izin verdiği kadar ayakta kalabilir. Bugün dayanışma ile püskürtülebilecek bu antidemokratik davalar yarın utanç hikayeleri olarak kuşaktan kuşağa aktarılacak. Gün halkın haber alma hakkını savunmanın, halkın kendi geleceğine yönelik kitlesel umudu büyütmesi ile aynı anlama geldiği gündür” dedi.
"Sesinin kısılması yetmedi, cezalandırmak istiyorlar"
Hayatın Sesi televizyonunun kapatılmasının ikinci duruşmasına dair değerlendirmede bulunan Avukat Devrim Avcı ise şunları söyledi: “Bu dava ile bir kez daha maalesef yaşayarak görüyoruz ki, kendisine muhalefet eden, eleştiren her türlü yayının, kuruluşun sadece sesinin susturulması yetmiyor, aynı yayınlardan defalarca ceza vermek gerekiyor. Saçma sapan bir ihbar ile açılan bu dava, ifade özgürlüğünün kısıtlanmak istenmesinin, kendisine muhalif olan her yayının cezalandırılmasının bir örneği. Ankara’da yüzlerce vatandaşın hayatını kaybettiği katliamları haber yapmanın, Cizre’de evleri yıkılan insanlarla röportaj yapmanın, katliamda yakınlarını kaybedenlerin sesini duyurmanın, kısacası haber yapmanın ‘terör örgütü propagandası’ olarak yorumlanması, sadece siyasi iktidarın duymak istemediği seslerin susturulması anlamına gelir.
Basının her türlü haberleri vermekle yükümlü olduğu, karşıt görüşlerin de demokratik bir toplumda olması, toplumun bu haber ve fikirleri almak ve öğrenmek hakkının bulunduğuna dair Türkiye hakkında birçok AİHM kararı bulunmasına rağmen, bu dava maalesef olağanüstü hal koşullarında basın ve ifade özgürlüğünün hâlâ ülkemizde ne kadar yakıcı br sorun olduğunu gösteriyor.”
İlk duruşmadan: Gerçekleri halka aktarmak görevimizdir
İlk duruşmada savunma yapan Hayatın Sesi televizyonu ortaklarından Mustafa Kara kamu hizmeti yayıncılığının gerçekleri halka aktarmaktan ibaret olduğunu belirterek “Bu yayınların tümünde insanların ölümüyle ilgili net tepkimiz vardır ve devlete yönelik eleştiriler neden bunun engellenmediği yönündedir. Tüm terör örgütlerinin propagandasını aynı anda yapmak akla aykırıdır. Sadece RTÜK şikayetlerine dayanan televizyonculuk faaliyetlerinin ağır cezaya konu olmasını doğru bulmuyorum” demişti.
Hayatın Sesi televizyonu ortaklarından İsmail Gökhan Bayram da savunmasında, Hayatın Sesi televizyonunun yayıncılık ilkelerinin istisnasız her zaman barıştan yana ve insanların öldürülmesine karşı olduğunu belirterek, toplamda farklı terör örgütlerinin propagandasını yapmanın akla aykırı olduğunu ifade etmişti.
İddianamede yer alan suçlamalar
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fahrettin Kemal Yerli’nin hazırladığı iddianamede gazeteciler 3 örgütün birden propagandasını yapmakla suçlanıyor. İddianamede yer alan suçlamalar şu şekilde: “Irak’ta Şii milisler tarafından kaçırılan 18 Türk işçinin internette yayınlanan görüntülerine ilişkin hazırlanan haberle DEAŞ’ın korkutucu özelliklerini yansıttığı ve dolaylı olarak örgütün amacına hizmet eder şekilde haber sunumu yapılmak suretiyle terör örgütü propagandası yapmak, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen ve çok sayıda vatandaşımızın ölümü ve yaralanması ile sonuçlanan terör saldırısına ilişkin Başbakanlığın geçici yayın yasağı getirmesine karşılık anılan yayın kuruluşu tarafından gerçekleştirilen terör saldırısından sonra gün boyunca özel yayın adı altında söz konusu terör saldırısı ve sonrası yaşanan olayların kimi zaman haber formatında, kimi zaman ise stüdyo konuklarının analizleri ile ekranlara getirildiği, 13 Mart 2016 tarihli şüphelilerin sorumlusu olduğu yayıncı kuruluşun ana haber bülteninin incelenmesinde; Ankara Güven Park yakınında meydana gelen patlamanın verildiği, İstanbul Taksim’de 19 Mart 2016 tarihinde meydana gelen patlama olayı ile ilgili olarak özel yayın yapıldığı, ancak saat 11.38’de alınan görüntülerin hiçbir editoryal denetime tabi tutulamadan ekranlara yansıtıldığı , Vali’nin güvenlik sıkıntısı yok demesine rağmen böyle bir olayın meydana geldiğinin ifade edildiği, böylece terör örgütü propagandasının yapıldığı, Cizre’de sokağa çıkma yasağının sona ermesinden sonra yapılan röportaj ve görüntülere yer verildiği, teröre ve teröristlere karşı yürütülen operasyonların PKK terör örgütünün yaptıkları aktarılmaksızın sivil halka yönelik operasyonlar şeklinde sunularak terör örgütünün amacına hizmet eder nitelikte olduğu kanaatine varılarak terör örgütü propagandası yapmak suçunun işlediğinin ortaya çıktığı, terör örgütlerinin en önemli amacı olan topluma korku salmak, kargaşa yaratmak, toplumun huzur ve sükunetini bozmak olması nedeniyle terör örgütü tarafından yapılan eylemin medya tarafından kamuoyuna bilgi verme amacıyla yayınlanmasının doğal olmakla birlikte bu tür olayların verilirken terörün ve terör örgütünün amacına hizmet eder şekilde davranmayarak kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının taşınması gerekeceği, ancak şüphelilerin sorumlusu oldukları yayıncı kuruluşun terör saldırı sonrası yaşanan panik ve kargaşa ortamını bütün çıplaklığıyla ekrana taşıyarak terör örgütünün bu amacına hizmet ettiği, bir başka deyişle terör örgütü propagandası yaptığının tespit edildiği…”