Cumhuriyet gazetesi yazarı Işık Kansu, Hatay izlenimlerini anlattı. Kansu, Hatay'daki sanayi sitesinde bomba için boru kesildiğini; Afgan, Çeçen ve El Kaidecilerin paralı asker gibi yaşadıklarını, sınıra yakın 3 köyde asker ve güvenliğinin olmadığını yazdı.
Işık Kansu'nun "Paralı asker gibiler" başlığıyla Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan (15 Eylül 2012) yazısı şöyle:
Paralı asker gibiler
Yayladağı’nda tütün fabrikasını kapatmışlar. Birkaç yıl olmuş. Tütün ekilmiyor, makineler tıkırdamıyor, vardiya düdüğü ötmüyor.
Eski tütün fabrikasına Suriye’den gelenleri koymuşlar. Sığınmacı desen sığınmacı değil, göçer desen göçer değil. Erkekleri yüzlerinde çember sakal, üstlerinde askeri kamuflaj elbisesi, kadınları baştan aşağı kara çarşaf ilçe sokaklarında... Dükkân tezgâhlarında mücahitler alınlarına taksınlar diye siyah bantlar...
Yayladağı kampından Arapça bir anons yapılıyor. Olayları başından bu yana adım adım izlemiş olan Hatay muhabirimiz Mehmet Ali Solak, “Ekmeği fazla olanlar muhalif askerlere verilmek üzere kamp kapısına bıraksınlar” duyurusu yapıldığını söylüyor.
Özgür Suriye Ordusu, Türkiye’de öylesine özgür ki, sanayi sitesinde el yapımı bomba bile yaptırıyor. Bu bilgiyi ilk CHP Yayladağı İlçe Başkanı Nevzat Gonca’dan duyuyoruz. “Azıcık barut, biraz çivi ile el yapımı bombalar bunlar” diyor.
Sanayide borular kesiliyor
Doğrudan tanıklığı da Antakya Tabip Odası Başkanı Selim Matkap’tan dinliyoruz: “Sanayi sitesi içinde herkesin gözü önünde yuvarlak boru kesiyorlardı çok sayıda. ‘Bu ne iştir’ diye sordum. ‘Biz bunu Suriyeli muhalifler için yapıyoruz’ demezler mi... Antakyalıların Suriye’de akrabaları var. Burada yapılan boru bombalar onların ölümüne yol açıyor sonuçta...”
Yayladağı’nda bir koca apartmanı Suriye Türkmen Kitlesi’ne ayırmışlar. Bir katı basın bürosu, diğer katı sağlık ocağı gibi çalışıyor. Az önce dışarıda büyük çoğunluğu Mavi Marmara gemisinden anımsayacağımız İHH (İnsani Yardım Vakfı) tarafından gönderilmiş yardım kolisini taşıdığını gördüğümüz doktor Muhammed Şeyh İbrahim karşılıyor bizi. Amerika’ya sığınan cemaatin düzenlediği “Türkçe Olimpiyatları”nın çantası hemen yamacındaydı. “Oğullarım için savaşıyorum” dedi. Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütüne yakın olduğunu söyledi. Kırık Türkçesiyle doğrudan bir sitemle girdi söze: “Türk politikasını anlayamıyoruz biz. Sınırın öbür tarafında binlerce kişi var. Bazı çocukların sütü yoktur. İki kadın bomba yemiş ölmüşlerdir. Alınmıyorlar Türkiye’ye...”
Anlıyoruz ki, Türk askeri sınır işini sıkı tutmaya başlamış, Türkiye geçişleri azaltmış. CHP Antakya İl Başkanı Servet Mullaoğlu, sınırın yol geçen hanı yapılmasını ve Apaydın kampının muhalif askeri güçlerin karargâhı haline getirildiğini kamuoyuna duyurmalarından sonra sınırın büyük ölçüde denetim altına alındığını söylüyor: “Türkiye, Suriye’deki muhalifleri adeta vakumladı. ‘Tayyip 500 dolar ve kalacak yer verecek’ diyen geçti sınırdan.”
CHP Reyhanlı İlçe Başkanı Tamer Apiş, “Reyhanlı’da sınıra yakın üç köyde ne asker nöbet tutuyor, ne sınır güvenliği var” diyor.
Yabancı lejyonerler
“Afganistanlı, Pakistanlı, Libyalı, Çeçen, Katarlı, El Kaideci ne ararsanız artık. Birtakım insanlar çıktı ortaya. Paralı lejyonerler gibiler. İlçede bankalara dolarlar aktarıldığı söyleniyor. Sınırı geçip Suriye’de çatışıyor, sonra geri dönüyorlar Türkiye’ye. İHH de, Reyhanlı’ya bir TIR dayadı, lojistik destek veriyor. Suriyeli muhalifler ayrıcalıklı sanki.” Bu ayrıcalık Hatay’daki devlet hastanelerinde de hissediliyor. Öncelik Suriyeli yaralı ve hastalara tanınıyor. Yazılı bir emir yok, ama sağlık personeli sözlü uyarılmış, “Bunları öne alın” diye. CHP Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu, geçmişte Tabip Odası Başkanlığı yapmış. Meslektaşlarından öğrendiği bir olayı anlatıyor: “Sığınmacı insanlara hiçbir ülke böyle öncelikler tanımaz. Geçen ağustosta gerçekleşen Azaz saldırısı sonrası Suriye’den çok sayıda yaralı geldiği için Antakyalı üç kalp hastası yoğun bakıma alınamadığı için yaşamını yitirdi.”
Hastaneler yetmemiş olmalı ki, Suriyeliler, yaralılarını tedavi etmek için Odabaşı Mahallesi’nde bir apartman kiralanmış, hastaneye çevrilmiş, savaşıp da yaralananlar oraya taşınır olmuş.
Hataylının derdi çok
Hatay’da Suriyeliler ile ilgili daha neler konuşulmuyor ki! Bir dokun, bin ah işit Hataylıdan:
Hırsızlık arttı. Sokakta rahat gezemez olduk. Otobüslere ‘Biz Tayyip’in misafiriyiz’ deyip parasız biniyorlar. Geçenlerde biri üzerime sigara attı. Çalıntı araçlar sınıra getirilip Suriye tarafına savaş için geçiriliyor. Fuhuş aldı başını gitti. Vallahi de, billahi de huzurumuz kaçtı arkadaş. Köydeki ilkokullar cephanelik olarak kullanılıyor. Güvenlik güçleri hem görevlerini yapamadıkları için mutsuzlar, hem de Suriyeli muhaliflerin yasadışı işlerine göz yumuyorlar. Piyasaya sahte para, sahte kart sürülmeye başlandı.
Alevilerin ise özelde daha baskın rahatsızlıkları var. Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı Başkanı Ali Yeral, Washington Post muhabirinin hemen ardından kabul etti bizi. Dedi ki:
“Dağdan gelen bağdakini kovmaya kalkıyor. ‘Sıra size geliyor’ diyorlar. ‘Villanızı, bağınızı, bahçenizi elinizden alacağız’ diyorlar. El Kaideciler, Talibancılar caddelerde dolaşıyor. Suriye İhvan’ın ruhani lideri Adnan el Arur, Arap tele-vizyonlarına çıkıyor, parmağını ekrana sallayıp, ‘Bu kâfir, Nusayri, Alevi kâfirlerini kıyma makinelerinde kıyıp etlerini yiyeceğiz’. Böylesine fitnelerle doldurulmuş insanlar Antakya’da devlet erkânı tarafından misafir ediliyor.”
Basın abarttı!
Hatay’da, AKP iktidarının güdümlü Suriye politikası yüzünden yaşanan gerginlikleri görmezden gelmek isteyen herhalde yalnızca iki kişi var. Biri, Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz, diğeri de Hatay Esnaf Odası Başkanı A. Kadir Teksöz. Vali Lekesiz, randevu istemimizi “yoğunluk” nedeniyle reddettiği için kendisinin görüşlerini yansıtma olanağı bulamadık. Esnaf Odası Başkanı Teksöz ise, ulusal basını suçladı büyük ölçüde: “Olaylar aşırı şekilde abartıldı. Komşu ülke insanları ile akrabalıklarımız var. Onların sıkıntıları karşısında ticaretin geri gittiğinden, ekonominin daraldığından bahsetmek doğru olur mu hiç... Hatay bitmedi. Yalnızca Suriye’ye bağlı değil ki ekonomimiz. Günde 50 bin çift ayakkabı üretmede Türkiye birincisiyiz. Türkiye’deki zeytinyağının yüzde 25’ini biz üretiyoruz. Bugün mobilya sipariş etseniz, yoğunluktan üç ay sonraya gün alabilirsiniz ancak.”
İhracat - üretim durdu
Öğreniyoruz ki, Suriye’de gerginlikten önce bu ülkede yatırım yapan bir tekstil firması fabrikasını kapatmış, bir mobilya şirketi ise batmış!
Yerel Özyurt gazetesinin 11 Eylül sayısında attığı “Suriye faturasının bedeli ağır” başlıklı manşeti, durumu çok iyi özetliyor aslında: “2010 yılında komşu ülke Suriye ile 2.5 milyar doları zorlayan dış ticaret hacmimiz, 2011 yılında önce 1.6 milyara ve nihayetinde 2012 yılının ilk 8 ayında 335 milyon dolara indi. Sınır ticareti kapsamında Antakya kent merkezini canlandıran manzaralar ise tarihe karıştı.”
Hatay Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Gülay Gül, Suriye’ye vizenin kalkması ile gerek turizm açısından, gerekse karşılıklı ticaret açısından oluşan çok geniş talebin, dolayısıyla kalkınma atağının bir anda durduğundan söz etti. İhracatın en önemli ayağı olan nakliyeciliğin, Ortadoğu’ya açılan Suriye kapısının kapanması ile sekteye uğradığını ifade etti. Nakliyecilerin Suriye’de yağmalandığını, araçlarının yakıldığını anlattı.
İhracatçı, üretici; başta sebze-meyve olmak üzere hiçbir ürününü dışarı gönderemez olmuş. Ortadoğu pazarı elden kaymış gitmiş. Gerginlik öncesi bolluk nedeniyle yeni yatırım için alınan kredilerin dönem faizleri gelmiş. Ödenemez olmuş. Gelsin konkordatolar, iflaslar...
Özetle sıfır sorun politikası, gerçek hayatta sıfırı tüketmiş... Kendine özgü bir kardeşlik bağı kurmuş olan Hataylıların, Katolik kilisesi papazı Dominico Bertogli’den tutun, sınırdaki köylüye değin tek dilekleri var: “Savaş olmasın. İstemiyoruz.”
Kızgınlığı, bağırması, çağırması her nedense günden güne artan Recep Tayyip Erdoğan’ın kulakları çınlar mı?
Bugün çınlamazsa, yarın çınlayacaktır mutlaka. Halktan yükselen sesi bastırmak öyle kolay değil.