Harvard Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi Profesör Jocelyn Cesari, IŞİD’e katılan çok sayıda Müslüman gencin hayal kırıklığına uğrayarak geri dönmeye çalıştığını söyledi.
Hürriyet’e konuşan Cesari, bugün IŞİD’in devlet iddiasının da modernist bir tavır olduğunu ifade ederek, ‘Ancak İslam devleti içinde iyi bir Müslüman olabilirsiniz’ argümanı aslında Batı’nın küresel düzeninin Müslüman düşünce üzerindeki etkisini dramatik olarak ortaya koyuyor” dedi.
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’in Profesör Jocelyn Cesari ile yaptığı röportaj şöyle:
“Paris, hilafet kurma hedefinde yeni aşama”
Paris saldırıları IŞİD’in kendi coğrafyası dışında aktif olamayacağını savunanları fena halde yanılttı. Örgütün hedefleri açısından Paris neyi sembolize ediyor?
IŞİD’in Paris ve Beyrut saldırıları hilafeti kurma yönündeki hedeflerinin küresel bir boyut kazandığını gösteriyor. Bugüne kadar yaptıkları Müslüman gençleri hilafete davet etmekten ibaretti. Paris saldırıları ise daha önce Irak El Kaidesi’nin 2004’te bir risaleyle açıkladığı küresel cihat stratejisinin izlerini taşıyor. Son saldırılar gösterdi ki IŞİD artık kendilerine karşı olanları Müslüman ya da değil diye ayırmadan hedefe koyma yönünde ilerliyor. Düşman olmanız için IŞİD projesine karşı çıkmanız yeterli.
Zaman ve mekân ayarlı olarak koordine edilmiş saldırıları ‘Paris’te bir yaşam tarzı hedef alındı’ diye okuma eğiliminde olan çok yorumcu var. IŞİD’in yaptığı açıklamada ‘sapkın Fransızlar’ gibi ifadeler kullanmış olması da bu algıyı güçlendirdi. Bu durum tartışma zeminini Samuel Huntington’ın meşhur ‘medeniyetler çatışması’ argümanına geri götürür mü?
Meseleyi o eksene çeken IŞİD’in kendisi. IŞİD bütün Batı’yı, hilafeti engellemeye çalışan ‘barbarlık coğrafyası’ olarak etiketleyerek ‘medeniyetler çatışması paradigması’ içinde işlev gösteriyor.
Yeni bir dinler arası savaşa sürükler mi?
IŞİD’in o hatta kalmakta ısrar etmesi dünyayı yeni bir dinler arası savaşa sürüklemeye yeter mi?
Bence bugün karşı karşıya olduğumuz daha ziyade İslamiyet ile seküler siyasi aktörler arasındaki bir savaş.
İslam pratiği içinde hareket eden seküler siyasi aktörler ne olacak? Müslüman ülkeler gerçekten de IŞİD’le mücadele noktasında anlamlı bir çözüm üretebilir mi? Hem Müslüman ülkelerin hem de devlet için çalışmayan sivil Müslüman aktörlerin gerçek dini geleneklerine geri dönüş için harekete geçmesi gerekiyor. Müslümanlara düşen IŞİD’in İslamiyet üzerinde tekel iddia etmesinin önüne geçmek. Ve bunun acilen yapılması gerekiyor.
“İyi Müslüman kötü Müslüman”
IŞİD’in tamamen ortadan kaldırılması mümkün mü?
Ben şiddet yoluyla hak, toprak ya da egemenlik iddia eden siyasi hareketlerin ortadan kaldırılabileceğine inanmam. Ancak şu yapılabilir; genel manada dinin, özel olarak da İslamiyetin siyasi bir mücadeleyle bu grubun elinden alınmasını sağlanabilir.
Peki bu mücadeleye Müslüman dünyadaki hangi akım öncülük edecek? Mezhep çatışmaları nedeniyle her zamankinden daha bölünmüş bir İslam dünyasıyla karşı karşıyayız. Farklı kavgalar içinde olan ülkeler nasıl olacak da İslamiyetin IŞİD’in tekelinden kurtarılması için ortak akılla hareket edecek? Mısır mı önderlik edecek, Türkiye mi, yoksa başka bir ülke mi?
“Geri dönmeye çalışan çok genç var”
Bugün artık IŞİD sorunsalına yanıt bulmaya çalışmadan İslami geleneğin işleyebilmesi mümkün değil. İslam dünyası bu sorunla yüzleşmek zorunda. Evet belki çok sayıda genç Müslüman IŞİD’e katılıyor ama çalışmalar bu pek çoğunun sahaya çıkınca hayal kırıklığına uğradığını gösteriyor. Geri dönmeye çalışan çok. Bu damar yakalanabilir. Din âlimleri bir işbirliği sergileyerek klasik İslami öğretinin mesajlarının gençler arasında meşruiyet kazanması için ortak hareket edebilir. Ama bunun gerçekleşmesi için Müslüman devletlerin de kendi içlerinde İslam’ın sadece bir koluna ayrıcalıklı konum sağlamaktan vazgeçmesi gerekiyor. Henüz o noktadan çok çok uzakta olduğumuz ortada. Mesela Mısır’da kimin iyi kimin kötü Müslüman olduğuna karar veren bir devlet var. Devletlerin bu tür yaklaşımları IŞİD’in ekmeğine yağ sürüyor. IŞİD’in mesajının zayıflatılabilmesi için Müslüman ülkelerin İslamiyetin yorumu açısından çoğulcu ve hoşgörülü yaklaşımlara yönelmesi önemli.
“Bilgisayarla sorunları yok”
Selefilik ideolojisini nasıl bugüne taşıdı IŞİD?
Selefelik, Kuran ve hadis üzerinde doğrudan yorum iddia eden bir ideoloji. Ben bugün Selefi vizyonunu takip eden bir Müslüman isem hedefim Medine döneminde Hazreti Muhammed’in yaşadığı gibi yaşamak, nokta. Ama bu hedef çağın materyalist gelişimine de uygun biçimde tanımlanıyor. Selefilerin teknolojiyle ya da bilgisayarlarla bir sorunu yok. Onlara göre sorun modern dünyanın sosyal ve ahlaki değerlerinde. O değerlerle savaşmanın yolu da Medine dönemine dönmek. Ama yaptıkları dini okumanın bu boyutu son derece çarpık. Zira Medine döneminin özellikle en başında Hazreti Muhammed’in çok dinli toplumsal düzenden yana bir tavrı vardır.
Selefilik ne zaman bu kadar zemin kazandı?
İslamiyetin Selefi yorumu aslında 18. ve 19. yüzyıllarda son derece marjinal kalıyordu. O dönemde Selefiler herhangi bir devlet için çalışmıyordu ve kendilerini bağımsız olarak konumlandırıyordu. Ancak 20. yüzyılda Suud hanedanının benimsediği Vahabi doktrin üzerinden siyasi ve kültürel olarak bir devletin ideolojisi haline geldi. Ondan sonra da Suudi Arabistan’dan dışarı ihraç edilmeye başlandı. Sadece Arap Yarımadası’nda değil her yerde ulaşılabilir bir ideoloji halini almaya başladı. 1960’lardan, 70’lerden itibaren adeta Suudların yumuşak gücü olarak işlev göstermeye başladı. Artık Selefilik Suudların ötesine geçmiş, Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da zemin bulan bir ideoloji. Çok da basite indirgenmiş bir felsefesi var; ‘Eğer Hazreti Muhammed gibi yaşamıyorsanız yaptığınız her şey haram!’
"IŞİD’in devlet iddiası modernist bir tavır"
‘Devlet’ kavramıyla ortaya çıkmalarına yorumunuz nedir?
İşte bu da IŞİD’in modern bir aktör olduğunu teyit eden unsurlardan biri. Devlet kavramı biliyorsunuz Westfalya düzeninin bir sonucudur. Yeni siyasi aktörlerin hepsi devlet olarak kabul görmek ister. Eğer devlet değilseniz uluslararası kurumlarda sesiniz çıkmaz. İslam tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki halifenin Kırım Savaşı sonrasında Paris’teki anlaşmanın imzasına davet edilmesi simgesel bir andır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Westfalya düzeninde meşru bir aktör olarak tanınmasının başlangıcıdır. Osmanlı 1918’de çökünce imparatorluğun içinden çıkan devletler ‘Müslüman ulus devletler’ formunda vücut bulup tanındılar. Bu son derece modern bir durum. Bugün IŞİD’in devlet iddiası da modernist bir tavır. ‘Ancak İslam devleti içinde iyi bir Müslüman olabilirsiniz’ argümanı aslında Batı’nın küresel düzeninin Müslüman düşünce üzerindeki etkisini dramatik olarak ortaya koyuyor. IŞİD tam da böyle bir çerçevenin içinde varlık gösteriyor.
‘Biz İslam devletini kurduk’ demek Westfalya düzeninin parçası olmayı kabul etmekse o düzeni yıkmak için ortaya atılan ‘küresel cihat’ ideolojisi nasıl yaşatılacak?
Gerçekten ne yapmak istedikleri şu noktada net değil. Paris saldırıları gösterdi ki bir taraftan El Kaide gibi küresel bir gerilla örgütü olarak meşruiyet kazanma derdindeler. Öbür taraftan da devlet olma iddiasındalar. ‘Devlet olma iddialarını kim ciddiye alıyor ki’ diye sorabilirsiniz. Ama bir zamanın habis devleti olup da bugün uluslararası kabul gören devlet örnekleri de yok değil. Ama eğer gerçekten bu yönde ilerleyeceklerse toplum yönetimi ve hukukun uygulanması noktasında değişmek zorunda kalırlar. Bugünkü durumda devlet tanımıyla bağdaşır hiçbir yanları yok.
“‘Cihat’ı küreselleştirdiler”
Suudi Arabistan dışındaki Müslüman devletlerin benimsemediği bir ideoloji olmasına rağmen Selefiliğin bugün Müslüman gençler arasında bu kadar kabul görmesinin arkasında ne var?Klasik İslami gelenek her şeyi haram ya da helal üzerinden tanımlamaz. Aralarda pek çok nüans ve vasıtalı pozisyon vardır. Müslüman ülkeler de genelde bu nüansları yorumlayan geleneksel din âlimlerine devlet kurumlarında görev vermek suretiyle klasik İslami yaklaşımları benimsemiştir.Bu da genç Müslümanların kafasını karıştıran bir yaklaşım oldu.Zira her Müslüman ülkenin âlimi farklı bir yorum ortaya koymaya başladı.Ve her yorum o ülkenin siyasi pozisyonunu ifade etmeye başladı.Buna karşın basitçe ‘ya hep ya hiç’ şeklinde bir ideoloji dayatan Selefilik zemin kazanmaya başladı.Usame Bin Ladin ve Zevahiri Selefiliğin üzerine bir de Selefilikten gelmeyen cihat mesajını eklediler.Cihat boyutu 1960’ların Mısır’ından Seyyid Kutup ve Abd al-Salam Faraj’dan geliyor.Bin Ladin ve Zevahiri, Kutup ve Faraj’ın cihat söylemini küreselleştirdiler.
“IŞİD’in ideolojik manadaki pragmatizmi el kaide’den miras...”
Evet. Küresel cihat organizasyonunun içine tavizsiz, katı ve diğer Müslümanlara karşı merhametsiz Selefileri getiren Bin Ladin. Müslüman gelenek içindeki çoksesliliği ve çoğulculuğu reddeden de o. Zevahiri ise cihada bireysel boyutu ekleyen isim. Tüm bu unsurların devamı açısından bakıldığında IŞİD, El Kaide’nin küçük kardeşi gibi. Tamamen El Kaide’nin yolundan ilerliyorlar. Ama El Kaide gibi küresel bir çıkış yerine başta savaşı bir devlet ve hilafet üzerinden tanımladılar.
“ABD’li kadın tepki olarak örtünüyor”
Kamusal alanın ahlakı her yerde kadın bedeni üzerinden tanımlanıyor. Kadın bedeni her daim siyasi çekişme alanı olmuş. Bütün siyasi aktörler kadını yeni kurmak istedikleri düzenin şu ya da bu şekilde sembolü haline getirme çabasında olmuş. Mustafa Kemal Atatürk’ünki de kadın bedeni üzerinden pozisyon almaktır nihayetinde. Ama artık günümüz kadını 100 yıl önceki kadından farklı. Kadınları kendi iradeleri dışında tercihlere zorlamak eskisi kadar kolay değil. Bir de kadınların kendilerine dayatılan toplumsal modellere karşı reaksiyonları artık çok farklı tezahür edebiliyor. Mesela burada (ABD) çok sayıda eğitimli, profesyonel Amerikalı kadının İslamiyete dönüp örtündüğüne tanıklık etmeye başladık. Seküler popüler kültürün kadın bedenini metalaştırmasına ve cinsel objeye dönüştürmesine tepki olarak onur meselesinde İslami feminist bir argüman benimsiyorlar. Örtünerek ya da çarşafa girerek popüler kültürle arasına mesafe koyuyor ve ‘İnsanlar beni kadın olarak değil insan olarak kabul etmeli’ diyor. İslamofobiye rağmen İslam bugün ABD’de en hızla yayılan din.
“Kuran’ı bireysel yorumluyorlar”
‘IŞİD sorunsalına yanıt bulmaya çalışmadan İslami geleneğin işleyebilmesi mümkün değil’ dediniz. IŞİD’i İslam tarihi içinde nasıl bir aktör olarak tanımlıyorsunuz?
IŞİD siyasi eylemlerini meşrulaştırma pratiği açısından geleneksel bir aktör değil, modern hatta postmodern bir fenomen. IŞİD aynı zamanda, İslami prensiplerin yorumlanması açısından klasik Sünni gelenekten bir kopuş. Zaten IŞİD’in kurucu babaları da geleneksel İslami öğretiler çerçevesinde işlev göstermeyeceklerini ilk günden açıkça ilan ettiler. Kuran ve Hadis’i doğrudan kişisel inisiyatifle yorumlayacaklarını baştan ortaya koydular. Oysa geleneksel İslam öğretilerinde Kuran ve hadisin bireysel yorumu yoktur, ulemanın nesilden nesile yüzyıllardır aktardığı geleneklere bağlı kalmaktır esas. IŞİD’le beraber bu gelenek kayboldu.
“Türkiye’de Müslümanlık ulusal kimliğin parçası”
Mustafa Kemal Atatürk modern Türkiye’yi kurarken ulusal kimlikle ülkedeki dominant Sünni Müslüman kimlik arasında bir bağ yarattı. Türk ulusal kimliğini Müslümanlık üzerinden tanımladı. Alevi de olsanız Hıristiyan da olsanız aynı şemsiyenin altında muamele görmeye başladınız. Atatürk’ün kurduğu düzen ilk bakışta ‘laik’ görünüyor çünkü İslam kamusal alanda görünür değil. Ancak Atatürk bunu doğası itibariyle laiklikle çelişen bir şekilde yaptı. Ulusal kimlikle dini kimlik arasında doğrudan bağ kuran bir yaklaşım laikle bağdaşan bir durum değil. Tunus’ta da aynı şey yapıldı, Mısır’da da, Pakistan’da da. Bunu yapan da hep son derece laik liderler oldu. Bunu yaparken de şunu hesap edemediler; tartışma zemini eninde sonunda Müslüman olarak kamusal alanda nasıl davranılması gerektiğine kayacaktı. Bu kaçınılmaz bir durum çünkü Türkiye’deki en laik kişiler bile millet olmaktan bahsederken Müslüman ve Türk olmaktan bahsediyor aslında. Türkiye’de kimse Müslümanlığı ulusal kimliğinden ayırmıyor. Tartışılan boyut kamusal alanda ne kadar Müslüman olunup olunmayacağından ibaret. Tunus’taki de özünde aynı hikâye.