Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, paralel yapılanmanın, yabancı istihbarat örgütleri tarafından kullanıldığı iddiasını değerlendirdi. Avcı, "Bilgi sahibi değilim. Ancak dış ülkelerin bu tür yapıları, akıl almaz yöntemlerle kullanmak isteyeceklerini de bilirim" dedi.
Devrimci Karargah Davası'ndan tutuklanan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 2010'da yayınladığı, 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı cemaati sorguladığı kitap yüzünden eleştirilmişti. Cezaevinden açıklama yapan Avcı, Cemaati milli gördüğü için ülkeye ihanet etmeyeceklerine inandığını söyleyen Hanefi Avcı, istihbarata trilyonlar harcayan ülkelerin böyle bir yapıyı kullanmak için her yolu deneyeceğini söyledi. Avcı 'Cemaat devletle ilgili tüm işlerden uzak durmalıdır. Yoksa bu örgütlerin hedefi olmaktan kendini kurtaramaz' dedi.
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu, cezaevinde Hanefi Avcı ile görüştü. Bayramoğlu'nun görüşmenin ikinci bölümünden aktardıkları şöyle:
Hem deneyimli bir istihbaratçı, hem deneyimli bir 'cemaat mağduru' olan Hanefi Avcı'nın gözleri 'cemaat'in üzerinde. Avcı, cemaat yapılanmasını derinlemesine ilk gören, bunun tehlikesine ilk işaret eden isim değil sadece, aynı zamanda bunlara cesaret ettiği için 3 yılı aşkın süredir manasız suçlama ve saçma iddialarla hapiste tutulan biri.
Avcı'nın gerek görüşmemiz esnasında, gerek daha sonra avukatı Emin Arslan ile gönderdiği notlardaki değerlendirmeleri 'kim haklı kim haksız sorusu'na dayanmıyor. Bu değerlendirmeler, kendisi açısından doğal olarak, 'devlet içinde cemaate yönelik bir düzeltme yapılmazsa ne olur endişesi' üzerine oturuyor.
Hanefi Avcı'yla tanışmam Susurluk günlerinde olmuştu. İlk karşılaşmamızda bana anlattıklarını, bu tür konuları yazan, polis-gazeteci ilişkisini seven biri olmadığımın altını çizerek, o kayıtla dinlemiştim.
O gün ve daha sonra Avcı bana ne anlattıysa zaman içinde doğrulandı.
Ama doğal bir şüphe mesafem hep oldu.
'Haliçteki Simonlar' kitabı çıktığında Dink davasıyla ilgili satırlarını eleştirerek, bunlara işaret ederek Avcı'nın cemaat yapılanması hakkında da abartabileceğini düşündüğümü söylemiştim. Ağzım yandı. İki ay sonra tutuklandı ve adım adım hiç bir değerlendirmesinin abartılı olmadığı ortaya çıktı. Benim merceğimi cemaat açısından farklı noktalara kaydırmamı da bu süreç hızlandırdı.
O zaman o söylesin biz dinleyelim...
Hanefi Avcı 7 Şubat 2011 MİT operasyonu hakkında ne düşünüyor? 17 Aralık soruşturmalarına teknik olarak nasıl bakıyor? Cemaate söyleyecek sözü var mı? Mevcut çatışmanın varacağı nokta hakkında tahminleri neler?
Sahte delil kaynıyor
Önce mevcut soruşturmalar ve davalar...
Avcı'nın şu sözlerini bir kenara özelikle not etmek istiyorum:
"Her tahkikatta sahte delil üretildiği çok açık. Bu o kadar özensiz, basit yapılıyor ki, adil bir yargı olsa bunlara gülüp geçer, böyle saçma şey mi olur, bunlar sahte ve uydurma, der. Bu ülkede insanlar el yazısını unuttu mu, herkes her şeyi bilgisayara yazıyor, herkes dijital verilerle geziyor, kimse el yazısı kullanmıyor, bütün suç delilleri bilgisayarlarda... Her şey açık, isimler, adresler... Örgütlerde bile hiç kod, şifre yok... Birileri hiçbir işe yaramayacak notlar, yazılar üretiyor, üzerine bir isim yazıp, bu ismi suçluyor, tutukluyorlar. Bu örgütsel notlar gerçek örgüt faaliyeti olsa hiçbir işe yaramaz seviyede. Ama bu notlar hayat karartıyor..."
7 Şubat MİT krizi
Hükümet-cemaat çatışmasının açığa çıkması cemaatin ilk büyük hamlesiyle, 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın MİT'in izlediği rota yüzünden ifadeye çağrılmasıyla olmuştu.
Avcı'ya "işin istihbarat boyutu da var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?" diye sordum
İşte yanıtı:
"Basına önceden verilen bilgilere, belli kişilere MİT faaliyetleri ve bazı mensupları hakkında yazdırılan kamuoyunu hazırlamaya yönelik yazılara bakarak, MİT müsteşarı soruşturmasıyla ilgili tahminim şudur: Eğer 7 Şubat operasyonu durdurulmasaydı bugün birkaç yüz kişi tutuklu olurdu. MİT mensuplarının tutuklu olduğu bir davamız olurdu. 7 Şubat operasyonu başarılı olsaydı MİT'te muhalifler bertaraf edilecekti. Kendi taraftarları yönetime gelince devletin icrai bir gücü ve bilgi toplama, bilgiyi kullanma gücü tamamen cemaatin etkisi, denetimi altına girecek, böylece cemaat iç güvenlikte istediği politikaları uygulama imkanına kavuşacaktı...'
17 Aralık soruşturması...
Cemaatin ikinci büyük salvosu hiç şüphe yok ki, yolsuzluk dosya ve iddialarıyla hükümeti hedefleyen, tüm siyasi zemini titreten, devlet bunalımını tetikleyen 17 Aralık soruşturması ve sonrası....
Avcı 17 Aralık kriziyle ilgili doğal olarak doğrudan bir bilgiye sahip değil. Ancak bu sürecinin pek sorun ve anormallik içerdiğini, hükümete yönelik ciddi bir salvo olduğunu düşünüyor.
Şöyle söylüyor:
"Ben de yolsuzluğa, rüşvete, ihaleye fesat karıştırılmasına karşıyım. Hayatım bu işlerle mücadeleyle geçti. 1983 yılında Mersin'de hayali ihracat ve altın kaçakçılığı tahkikatı yaptım. Birçok üst düzey bakanlık yetkilisi, banka genel müdürü, holding patronunun adı geçti. KOM Başkanı iken Enerji Bakanlığı'nda ihale yolsuzlukları soruşturması yaptık, bazı AK Partililerin adı geçti. Kapıkule'de yolsuzluk operasyonu yaptık. Tüm bu operasyonlarda her zaman üstlerimizin haberi vardı. Enerji operasyonunda hem Enerji Bakanı'nın hem İçişleri Bakanı'nın haberi vardı. 17 Aralık soruşturmaları bu açıdan çok garip ve anormal. Özellikle emniyetin, özellikle istihbarat ve TEM (Terörle Mücadele) birimlerinin çalışma biçimlerini bilen insanlar için olay çok garip ve anormal'.."
Amirden habersiz soruşturma olmaz
Bu gariplik işinin altını özellikle çizmek gerek. Zira Avcı'nın anlattığı yerleşik ve yasal takip, izleme, soruşturma düzeni ile 17 Aralık soruşturması arasında oldukça büyük bir fark var. Bu fark adeta, otonom, içine kapalı, kendi niyetleri üzerinden hareket eden bir yapıya işaret ediyor.
Nasıl çalışır sistem sorusuna şu yanıtı veriyor Avcı:
"İstihbarat Dairesi bir örgüt hakkında çalışmaya başlarken, önce Emniyet Genel Müdürlüğü'ne rapor vererek olayı anlatır ve bu çalışmayla ilgili bir plan önerir. Plan onaylanırsa buna uygun olarak izleme, takip işleri başlar. İllerde de bundan önce emniyet müdürünün haberi olur. Ankara'ya yazı emniyet müdürünün imzası ile gider. Çalışma başlayınca her yapılan işlemden mutlaka merkeze bilgi verilir. Merkez her safhayı bilir. Her yazının bir sureti merkeze gönderilir. Her dinlenen telefon, her kişinin takip raporu merkeze gönderilir. İlde emniyet müdürüne ve onun vasıtasıyla valiye bilgi verilir. Merkezde ise daire başkanlığı her ilin yaptığı çalışmaları emniyet genel müdürlüğüne ve bakana arzeder. O kişiler teferruat bilmezler ama geneli bilirler. Merkeze hiç bilgi vermeden, emniyet müdürüne bilgi vermeden çalışma, operasyon hazırlığı imkansızdır. Çünkü her şey bilgisayarlarda kayıtlıdır ve merkez bilgisayarlarda yazılanları otomatik olarak görür ve bilir. Ayrıca il emniyet müdürlerine, valilere, ilin emniyetinden sorumlu olanlara bilgi vermeden, desteklerini almadan soruşturma yapmak zordur.
17 Aralık operasyonunda Emniyet Müdürünün, Valinin, Emniyet Genel Müdürünün, İçişleri Bakanının haberi olmamasını anlamak mümkün değil. Bir şube müdürü üstüne anlatmadığı çalışmayı neden yapar ki?"
Cemaate bir çift sözüm var
Şüphe yok ki, Avcı'nın gönderdiği ek notlardaki en ilginç bölümlerden birisi cemaatle, yargıç, savcı, polisteki cemaat mensuplarıyla iç konuşması, onlara yönelik mesajıydı.
Şöyle diyordu:
"Bugüne kadar yapılana bakılırsa devlet içerindeki cemaat mensupları devletten çok cemaate bağlı olarak hareket etmiş, görevler oradan gelen talimatla belirlenmiştir. Polis, yargı ve diğer devlet kurumlarındaki cemaat mensuplarının belli istikametteki görevleri, kendi amirleri ve mutat usullerle değil, dışarıdan cemaat tarafından koordine edilmiştir.
Bence cemaat kadrolarındaki üst düzey polis müdürleri, hakimler ve savcılara şunu demek lazım:
Bir düşünün ne yapmak istiyorsunuz? Hiç bugün yaptığınız gibi bir devlet görevi, bir kamu anlayışı olabilir mi? Tüm bilgiler cemaatte birikecek, kararı cemaat verecek ve siz uygulayacaksınız!.. İşler arttıkça, büyüdükçe ne olacak?! İkinci bir cemaat arşivi mi kurulacak? Hiç bugünün dünyasında böyle bir devlet anlayışı olabilir mi?! Yargıçlar, savcılar, polis müdürleri dışarıdan idare edilmeyi nasıl kabul ediyor?! Adalet, yargı böyle bir çalışmayı, dışarıdan emirle iş yapmayı kabul edebilir mi?! Geçmişte baskı dönemlerinde, militarizmin baskısı nedeniyle, cemaat ve tüm siyasi grupların üzerinde baskı olduğu dönemlerde, kendinizi koruma adına, devlet içinde dayanışma ve örgütlülük halinde oldunuz. Bugün böyle bir yapıya gerek var mı; buna müsaade edilirse işin sonu nereye gider?"
Böyle devam edemez
Evet, işin sonu nereye gider? Bu önemli bir soru. Kendi sorduğu soruya Avcı şu cevabı veriyor:
"Türkiye'de istihbarat ve KOM biriminin ve özel yetkili yargının uygulamaları ile sanki iki ayrı hukuk, iki ayrı devlet, iki ayrı uygulama varmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. Ülkedeki bu ikilik mutlaka kaldırılmalı. Bu faaliyetin devamı herkes için felaket olur. Bugüne kadar yeterince fark ettirilmeden yapılan işlemler veya zararların tazmini ciddi sorun, ama bundan sonra devamını düşünmek korkunç. Bu, çok büyük çatışma getirir ve bu çatışmanın galibi de olmaz; AK Parti ve cemaatin karşısında olanlar dahil, bu ülkedeki herkes bundan zarar görür. Bu, devleti, toplumu, tüm değerleri temelinden sarsar. Devlet içinde veya devletin içindeki elamanlar vasıtasıyla devlet işlerinin tanzimi kabul edilemez olduğundan, cemaatin yaptığı da kabul edilemez, tanınamaz ve tartışılamaz..."
Cemaat taşeronluk mu yapıyor?
Avcı'nın görüşü şu:
"Ben cemaatin dış güçlerle, ABD veya şu ülkeyle veya bu teşkilatla işbirliği yaptığı konusunda bilgi sahibi değilim. Tahmin de etmem, milli olduklarını kabul ederek ülkeye ihanet etmeyeceklerine inanırım. Ancak dış ülkelerin bu tür yapıları, akıl almaz yöntemlerle, her şeyi, her yolu deneyerek, sofistike yöntemlerle kullanmak isteyeceklerini de bilirim. İstihbarat temini için bunca sistem kuran, uydu, uçaklar alan, trilyonlar harcayan istihbarat teşkilatlarının böyle bir yapıyı kullanmak için her yolu deneyeceklerini de tahmin ederim. O açıdan cemaat her yönüyle şeffaf olup, tüm gizli faaliyetlerden, devletle ilgili tüm işlerden uzak durmalıdır. Yoksa bu örgütlerin hedefi olmaktan kendini kurtaramaz. O ülkelerin yerinde olsam ben de yaparım; neden yapmayayım; böyle bir yapı varsa ben de kullanmayı, denetlemeyi düşünürüm..."
Evet, soru cevap turu bitti.
1 saat zaten çabuk geçmişti.
Kimi bölümleri ayakta konuşmak zorunda kalmış ve vedalaşmıştık Avcı'yla.
Dışarıda görüşürüz diye...
Son söz: İade-i itibar
Sahte belgeler, zorlama işlemler, zorlama kanıtlar, keyfi tutuklamalar, adli süreçleri siyasi palazlanma için kullanma, tahrif etme, kirli dosyalar açma veya temiz dosyaları kirletme gibi hadiselerde cemaatle ilişkili olduğu iddia edilen kişilerin oynadığı rol, bugün sadece Avcı'nın davalarını değil, Ergenekon'dan Balyoz'a diğer davaları da kimi yönleriyle tartışmaya açıyor. Bu konudaki iddialar, hükümet ve çevresi tarafından kendi yaşadıklarından hareketle daha fazla ciddiye alınıyor. Yeniden yargılama tartışmalarının zeminini de bu oluşturuyor. Avcı'nın söyledikleri, durumu ve tutumu bu zemine de işaret ediyor.
Hapisteki kitap ve zulüm
"Haliç'te Yaşayan Simonlar- Dün Devlet Bugün Cemaat", Ağustos 2010'da piyasaya çıktı. Yazarı, Hanefi Avcı Eylül 2010'da tutuklandı. Ve hakkında arka arkaya davalar açılmaya başlandı. Devrimci Karargah örgütü davası, Ergenekon davası, en nihayet PKK ve TİKKO örgütlerinin propagandasını yaptığı iddiasına dayanan üçüncü bir dava. Hemen hepsi kitabıyla ilişkiliydi. Kitabın yazılmış olması ve satırları ayrı ayrı suç delili sayıldı.
Devrimci Karargah davası sonuçlandı. Ve Hanefi Avcı, toplam 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Örgüt üyelerinin ceza alıp serbest kaldığı davada, örgüte yardım ettiği gerekçesiyle mahkum olan Hanefi Avcı'nın tutukluğunun devamına karar verildi!
Hanefi Avcı'nın bu soruşturma ve kovuşturmalarda karşı karşıya kaldığı hukuksuzlukları anlatmaya satırlar kafi gelmez.
Temyiz dilekçesinin bir yerinde şunları söylüyor Avcı:
"Terörle ve organize suçlarla mücadele görevlerim dolayısı ile çalıştığım her il, birim ve rütbede olmak üzere 244 defa takdir ve taltif edildim, bunlar dolayısı ile 24 defa takdirname, 747 maaş taltif, Başbakan ve Devlet Başkanınca takdirname ve hediye ile ödüllendirildim.
- Bir yandan, terörle mücadelede başarılı çalışmalarımdan dolayı onlarca taltif, takdir ödül alacağım, hep terörün yoğunlaştığı bölgelerde görevlendirileceğim, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, terörle mücadele sistemlerinin geliştirilmesinde önemli katkılarım olacak ve sol terör örgütlerinin hedefleri arasında olacağım,
- Diğer yandan, adı sanı doğru dürüst duyulmamış, hiç bir ferdini tanımadığım bir terör örgütüne, Eskişehir ilinde Emniyet Müdürü olup, İstanbul'da yardım edeceğim.
Bu suçu da emniyet müdürü olarak tüm grup nakillerini (para nakli) patlayıcı sevkiyatını, devlet büyüklerinin ilimdeki seyahatleri, askeri malzeme sevki konularında her şeyi bilecek konumda olmama rağmen bu konularda değil de kendi şikayetçi olduğum hukuka aykırılığı sahte isimler üzerinde alınmış istihbari dinleme kararını kitabımda yazarak ve aynı kararla dinlenen arkadaşıma 'sende savcılığa şikayet et' dediğim için bu suçu işlemiş oluyorum.
Benim durum ve konumumda bir insanın bir terör örgütüyle ilişkisinin olması makul olmadığı gibi bir birinden farklı ideoloji, inanç ve örgütsel faaliyet içerisinde bulunan 4 ayrı gizli terör örgütüyle, bu örgütlere karşı en ciddi görev yapmış bundan dolayı bu örgütlerin hedefi olan birinin aynı anda ilişkide olması insaf, akıl ve izanla bağdaşacak şey değildir..."
Ne demeli, haksız mı?