Pazar günü Berlin’de yapılan eyalet seçimlerinde Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) yaklaşık yüzde 18’lik oy oranı ile tarihinin en kötü sonucunu aldı. Çoğu siyasi gözlemci bu ağır yenilgiden Başbakan Merkel’in izlediği mülteci politikasını sorumlu tutuyor. Merkel de basına yaptığı açıklamada mülteci krizine hazırlıksız yakalandıklarını kabul etti, ancak muhtaç olanların iltica başvurusunun kabulüne devam edileceğini ve mülteci politikasında bunun aksi yönde bir değişiklik yapılmasının söz konusu olamayacağını belirtti. Heilbronner Stimme adlı gazete Merkel’in açıklamalarına ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Vatandaşların güvenini kalıcı bir şekilde geri kazanmak için, sadece özeleştiri değil, aynı zamanda geleceğe ilişkin kararlı ve inandırıcı planlar da gerekiyor. Göçün sürekli olarak kontrol edilebilmesi nasıl mümkün olacak? Kime kalma izni verilecek, kim gitmek zorunda kalacak? Bölünme ve dışlanma olmadan birlikte yaşam nasıl sağlanabilecek? Başbakanın bu konularda ikna edici olabilmesi için daha epey çaba sarf etmesi gerek.”
Aynı konuda Straubinger Tagblatt adlı gazetenin yorumu da şöyle:
“Merkel, kabul edilen mülteci sayısı konusunda kalıcı bir üst sınırı reddetmeye devam etse de, hata yaptığını kabul etmesi ve geçen yıl yaşanan tablonun tekrarlanmaması için elinden geleni yapacağı yönünde söz vermesi ile kendini eleştirenlere doğru bir adım atmış oldu. Ancak Hristiyan Birlik Partileri'nin (CDU/CSU) birbirini yemeye devam etmemesi için, şu anki rota daha çok uzlaşmayı gösteriyor.”
Rusya Federasyonu'ndaki parlamento genel seçimlerini yüzde 54'ün üzerinde oy oranı ile Devlet Başkanı Vladimir Putin’in desteklediği Birleşik Rusya partisi kazandı. Düsseldorf’ta çıkan Handelsblatt gazetesi seçim sonuçlarına ilişkin şu yorumu sunuyor, okurlarına:
“Birleşik Rusya geçen sefere göre dört milyon oy kaybetse de, bu seçimler Putin için gayet açık bir zafer niteliği taşıyor. Bu çelişki, ülkedeki muhalefetin zayıflığını en açık şekilde ortaya koyan gerçeklerden biri. Beş yıl önceki seçimlerin sonuçları, kitleleri sokaklara dökmüştü. Ama protesto atmosferi yerini siyasi bezginliğe bıraktı. Durumdan memnun olmayanlar sandık başına bile gitmedi. Seçimlere katılım oranı yüzde 47 ile tarihi derecede geriledi. Bunun gerekçesi perspektifsizlik. Muhalefet partilerinin ne kadar zayıf ve birbirleriyle uzlaşmaktan uzak olduğu gözler önüne serildi. Muhalefet liderleri için kendi egoları, ortak bir siyasi yol izlemekten çoğu zaman daha önemli oldu. Zaten kısıtlı olan liberal seçmenlerin oylarına altı parti birden göz dikti. Öte yandan devlet medyası da yürüttükleri kampanyalarla liberallerin itibarını yitirmesini hızlandırdı. Bu yüzden sosyologlar seçimlerden epey önce, muhalif partilerin bu sefer de başarısız olacağını öngördüler.”
Rusya’daki parlamento seçimlerine ilişkin diğer yorumumuz ise Mindener Tageblatt adlı gazeteden:
“Vladimir Putin’in koltuğu hiç olmadığı kadar sağlam. Kendisine tehdit oluşturabilecek eleştirel sesleri, farklı yöntemlerle susturdu, ciddi muhalif güçleri de dağıttı ve marjinal duruma getirdi. Partisinin adı Birleşik Rusya ve aslında bu isim ortaya çıkan tabloyu adlandırmak için de kullanılabilir, zira artık kitlesel protestolardan çekinmesine gerek yok, ülke tamamen kontrolü altında. Hatta daha önceki seçimlerde görülen devasa seçim usulsüzlüklerine de gerek yok. Komünizmin çöküşünden bu yana Rusya, bir demokrasi olmaktan hiç bu kadar uzak olmamıştı. Bu üzücü bir durum, ancak hayale kapılmadan buna alışmak da lazım.”