Mısır’ın 1973’te başlattığı askeri harekattan bu yana Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e karşı ilan ettiği Aksa Tufanı kadar ciddi bir meydan okuma görülmedi.
Roket salvosunun büyüklüğü, Gazze’yi açık hapishaneye çeviren demir parmaklıkların motorlu savaşçılar tarafından aşılması ve İsrail kentlerine motorlu paraşütçülerin gönderilmesi savaşta ciddi bir ölçek ve taktik değişimine işaret ediyor.
Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grupların 2014’te 50 gün süren savaşta kullandığı roketlerin 4 bin civarında olduğu düşünülürse Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın başlarken fırlattığı 5 bin roket, “Caydırıcı olabiliriz, İsrail’in önüne bir sınır çizebiliriz” diyen Filistinlileri artık dikkate almayı gerektiriyor.
Mısır tarafında Refah’a çıkan tüneller kapatıldığı halde Filistinli grupların silah kapasitesi gerilemedi aksine kendi yeraltı tesislerinde boşalan depoları daha iyileriyle doldurmaya devam ettiler.
Bu, İsrail’i hazırlıksız yakalayan ve şoke eden bir gelişme. Bu kadarını Filistinlilerin kendileri dahi beklemiyordu.
Hamas saldırının Doğu Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya yönelik ihlallerine yanıt olduğunu söylüyor.
Yom Kippur gibi dini bayramlar vesilesiyle Yahudilerin Ağlama Duvarı'nda dua etmeleri öncesinde İsrail güçleri Mescid-i Aksa'yı basmayı bir gelenek haline getirdi.
Aksa Tufanı’nı olgunlaştıran koşullar Harem’uş Şerif’te Filistinlilerin maruz kaldıklarını söyledikleri zorbalıklardan ibaret değil.
Gazze’nin açık hapishaneden farksız durumu, Batı Şeria’daki yasadışı işgalin her geçen gün genişlemesi, Filistinlilere hayatı dar eden yerleşimci şiddeti, Doğu Kudüs’te bitmeyen baskılar ve Filistinlilerin sıklıkla kayıplar vermesi bu olgunlaşmada tetikleyici iç faktörler olarak sıralanabilir. Sadece Batı Şeria'da Ocak’tan bu yana 172 Filistinli öldürüldü.
Filistin’in kayıp parçaları fiziki kopukluklara rağmen birbirinin sancısını hissedebiliyor. Gazze Şeridi dörtte üçü 1948’de Yafa ve Hayfa gibi sahil şehirlerden sürülmüş Filistinliler ve onların çocuklarından oluşuyor. Aralarında Kudüslüler de var.
2021'de Mescid-i Aksa’daki baskınlar üzerine Hamas'ın İsrail'i roket yağmuruna tuttuğunda 1948 ve 1967 sınırlarında kalmış Filistinliler de tetiklenmişti. Halbuki Lod, Ramle ve Akka gibi şehirlerde yaşayan İsrail vatandaşı Filistinlilerin, Filistin davasına dair refleksleri ölmüş sayılıyordu.
İsrail’in çok boyutlu imha, baskı ve bunaltma stratejisine ilaveten Filistin özerk yönetiminin otoritesizliği ve El Fetih’in Filistinlileri baskılama aparatı olarak biçimlendirilmesi Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te silahlı direniş hücrelerinin genişlemesine yaradı.
Muhtemelen Aksa Tufanı’nı kurgulayanlar İsrail’i daha içeriden vuracak yapıları da hesaba katıyor.
Hamas bunu nasıl yapabildi?
Cenin’de İslami Cihad, El Halil’de Hamas, Nablus’ta FHKC öne çıkıyor. El Fetih’te merkezin biçtiği ‘polislik’ misyonunun dışına çıkan direniş unsurları da var. Buralar artık Gazze ölçeğinde olmasa da İsrail’e karşı küçük cepheler açma potansiyeli taşıyor.
İsrail, Cenin Mülteci Kampı’nı işgal ederek buradaki silahlı varlığa son vermek istedi ama operasyonu yarıda kesti.
Birkaç ay önce eski Nablus’a da giremedi. Bütün Filistinli örgütlerin bulunduğu Tulkarim de İsrail’i tehdit etme potansiyeli taşıyor.
İsrail, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı silahları toplaması yönünde sıkıştırdı ama bu onu da aşan bir mesele. Filistinli esir ve tutsakların bırakılması konusunda yürütülen görüşmelerin çökmesi de bu tırmanışın altında yatan bir diğer faktör olabilir.
Hizbullah devreye girebilir mi?
Saldırılar sırasında çok sayıda İsraillinin esir alınarak Gazze’ye götürüldüğü söyleniyor, ki bunlar takas şansı yaratmaya yönelik hamleler.
Gazze’deki örgütlerin el yükseltmesi çevresel ve bölgesel faktörlere de bağlı. Çatışmanın kontrolden çıkması halinde savaş bölgeselleşebilir.
Bu senaryoda Lübnan’ın güneyindeki Filistinli grupların yanı sıra denklemi değiştirme kapasitesine sahip Hizbullah devreye giriyor.
Ayrıca 2011’deki iç çatışmalar sırasında Suriye yönetiminden yana askeri birlikler oluşturan Filistinli grupların Golan’dan devreye girme ihtimali de dışlanmıyor.
Filistinlileri çaresizliğe sürükleyen ve "kaybedecek bir şey de kalmadı" noktasına getiren koşullar da bu tırmanışın dış çerçevesini oluşturuyor.
İsrail’in bölgesel normalleşme hamlelerini nasıl etkiler?
Değişen uluslararası iklim İsrail’e sarsılmaz bir korunma ve dokunulmazlık kazandırıyor. İki devletli çözüm için mesai harcamış taraflar bile artık istikbalde bir ‘Filistin Devleti’ne inanmıyor. Oslo dahil barış görüşmelerinin eski finansörleri bunun için diplomatik ve siyasi çaba harcamak niyetinde değil.
Esasen sadece Filistin değil pek çok çatışma bölgesinde ateşkes ve barışı sağlama konusunda uluslararası liderlik boşluğu var.
Her tırmanışta olduğu gibi ABD ve AB, İsrail’e tam desteğini sunarken çatışmanın altında yatan sorunları görmezden geliyor.
ABD, Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti olarak tanıdıktan sonra Filistin uğruna kurulmuş Arap Birliği için bile Filistin kayıp bir davaya dönüştü.
Abraham Anlaşmaları ile İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi süreci özünde Filistin davasını tamamen gömmeye ayarlı.
Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas’tan sonra normalleşme gemisine İslam dünyasının ağır topu Suudi Arabistan’ı alma girişimleri İsrail’e Arap sokağını tamamen dağıtma fırsatı sunuyor.
Bu noktada Aksa Tufanı normalleşme sihrine kapılanlara “Filistin davası kapanmadı” mesajı veriyor.
Bu salvonun İsrail karşısında bir caydırıcılık inşa edip edemeyeceği iddiaya açık bir konu. Fakat Filistinlerin askeri pozu ve İsrail’in misilleme olarak yakıp yıktığı Gazze’den gelen görüntüler ister istemez ‘normalleşme’ sürecindeki aktörlerin kararlarını etkileyebilir. Yine bu görüntüler, Filistin’in kayıp parçalarındaki direniş hücrelerinin güçlenmesine hizmet edebilir.