TELESEYİJ
(Taraf, 30 Temmuz 2012)
Nicedir fragmanları dönüyordu, nihayetinde perşembe akşamı karşılaştık Kanal D’nin yeni dizisi Kötü Yol’la.
Biraz mütereddidim doğrusu size açılmak hususunda.
Çok emek verilmiş bir dizi çünkü, adeta sinema prodüksiyonu gibi; yaratılan atmosfer, kostümler, çevre düzeni, dekor, aksesuar, ışık.. dönemin ruhunu yansıtmak için çırpınıp duruyor.
Niyet iyi yani.. böyle olunca da nutku tutuluyor insanın; yazsan olmuyor, yazmasan olmaz gibilerinden bir ruh hâli giriyor devreye.
Kötü Yol, Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlama gibi sunuluyor.. dizinin jeneriğinde “Kötü Yol”un altında koskocaman Orhan Kemal yazıyor; bu da birebir uyarlama gibi algılanıyor tabii; ama daha ilk bölümden anlaşılıyor ki, uyarlamadan çok yuvarlama tadında olacak. Evet, bazı diyaloglar rastgele aynen kullanılmış, ama o diyalogların kahramanları, romandaki karakterlerden çok farklı yapıda karakterler olarak konuşlandırılmış, biraz kolaya kaçılmış galiba .
Mesela Orhan Kemal’in romanındaki İhsan karakteri (Nuran’ın ağabeyi), gayet fedakâr, iyi niyetli, çalışkan, ailesi için çalışıp didinen dürüst bir delikanlıdır. Oysa dizideki İhsan, kardeşini para için evli ve yaşlı zengin ağaya satabilecek karakterde, işsiz güçsüz, hastalıklı (sıtmadan kalkmış) biri; romandaki İhsan’la tek ortak noktası, iki karakterin de annesine olan düşkünlüğü (dizideki gibi bir karakterin annesi çalışıp yoruluyor diye üzülmesi ne kadar gerçekçi o da ayrı). Kaldı ki, romanda Nuran’ı almak isteyen öyle bir ağa olmadığı gibi, tek bir adet bile ağa karakteri yok! Kırsala dayalı bir hayat da yok zaten kitapta. Aksine, hızlı ve modern bir şehirleşme, zenginleşme var Orhan Kemal’in romanında.
Dizide “kadının konumlandırılması” hususu da rahatsız etti beni. Dramanın gelişimi içinde kadın, tümüyle erkeğin zihninden geçiriliyor; dizideki film çekimi sahnesinde kadın oyuncunun başına yerleştirilen elma, hakiki kurşunla dolu bir tabancayla vuruluyor mesela. İrkiltici ve kadını oldukça aşağılayıcı bir durum bu. Romanda böyle bir sahne de yok ayrıca. Adana’ya film çekmeye gelip, Nuran’ı görüp, ona artist olmasını teklif eden bir rejisör de yok ya, zaten! Evet, romanda Nuran İstanbul’a kaçar, biraz da kendisini yüzüstü bırakan Reşat’ı yakalamak için; istasyonda yakalar da.. birlikte İstanbul’a giderler. Film yıldızı olma hayallerini gerçekleştiremez Nuran, pavyonlara düşer sonunda. Hikâyeyi uzatmak, ballandırmak, seyircinin ilgisini çekmek için ünlü yazarların romanlarını hallaç pamuğu gibi atmak adetten oldu; o zaman da neden bir edebiyat uyarlaması gibi sunarlar ki, bu dizileri? Yazarların markasını kullanmak her zaman belli bir garanti sağlıyor tabiatıyla; bu arada bir Orhan Kemal uyarlaması izlediğini zanneden seyirci aldatılmış oluyor ama buna kimse aldırmıyor, hatta varisleri bile? Ve Orhan Kemal’in romanı da, onun kurduğu edebiyat da keyfî bir şekilde tahrifata uğruyor böylece, fakat ne gam!
Kötü Yol dizisi, Hanımın Çiftliği’nin yapım şirketi Gold Film’in projesi. (Hanımın Çiftliği dizisinden kalan dekor ve aksesuarlar da hayli yardımcı olmuş gibi görünüyor diziye.)
Dizinin yapımcılığını Faruk Turgut, yönetmenliğini ise Nisan Akman üstlenmiş; senaryosunu Zülküf Yücel’in yazdığı, Orhan Kemal’in aynı adlı romanından esinlenilerek televizyona uyarlanan Kötü Yol’un dizideki hikâyesi 1965 yılında Adana’da başlayıp, İstanbul’a Yeşilçam’a taşınıyor. Bir yakın dönem dizisi olan Kötü Yol’da, Cansel Elçin, Şükran Ovalı, İlker Aksum, Ezgi Mola, Ayşenil Şamlıoğlu ve Nilüfer Açıkalın başlıca rolleri paylaşıyor.
Kötü Yol’da Nuran’ı canlandıran Şükran Ovalı, diziyi seyirlik kılan önemli bir cazibe unsuru. Oyunculuğu, vücut dili ve yüzünü (mimik) iyi kullanması dikkat çekiyor. Oyuncular genel olarak iyi, herkes işini görüyor.
Yönetmen Nisan Akman, elinden geleni yapmış; çekim ve oyuncu yönetimine söylenecek fazla bir şey yok. (Color correction hususuna fazla mı yüklenilmiş; ya da çekim sırasında degrade renk filtreleri yanlış mı seçilmiş nedir; bazı sahnelerin renkleri hayli abartılı bir müdahaleden geçmiş gibi. Renklere müdahale, dozunda olursa iyi duruyor; ama fazlası, izlenilen sahnenin zaten eser miktarda olan gerçeklik duygusunu zedeliyor; görüntü, boyama resim efekti veriyor o zaman.) Kötü Yol dizisine eleştirilerim esas olarak drama kaynaklı. Bir de şu var; her roman dizi olmaz, seçimde biraz daha titizlenmek gerekiyor. Zaten Kötü Yol romanının, Yeşilçam sinemasından esinlenmiş şablonik bir yapısı var; ama buna rağmen dizide olduğundan daha hızlı akıyor hikâye. Dizi yer yer oldukça ağırlaşıyor, dizi diline uygun bir heyecan yok. (Şoför Reşat’ın, patronun karısı Bedia’yla olan garaj sahnesi çok daha kısa ve öz olabilirdi mesela. Hayat kadar uzun sahneler ilgiyi dağıtıyor.)
Dönem dizileri zor ve pahalı projeler.. umarım sonraki bölümlerde toparlanır Kötü Yol, romana daha fazla yaklaşır, biraz daha hızlanır ve yolu açık olur.
Kırkpınar ağzıyla fresk tartışmasında yokum!
Halil Berktay, cumartesi günkü yazısında, birkaç hafta önce başlattığı Leonardo’nun Son Yemek resmi fresk midir değil midir tartışmasına değinerek “Kof cazgır Telesiyej” demiş!
Halil Bey işi kişiselleştirmiş, üslubunun ayarı da epey kaçmış.
Kırkpınar pehlivanlarının jargonunu bu tartışmaya taşımayı pek anlayamadım.
Fresk tartışıyorduk biz.
Bu tartışmanın konusu böyle bir üslubu taşıyamaz, freskin teknik tarifleri hakkındaki bir tartışmada kof cazgır gibi sözler söylenmeye başlandı mı, orada durmak icap eder.
Ben, tartışma düzeyi olması gereken yere gelene kadar bu tartışmada yokum.
Kırkpınar ağzıyla Leonardo tartışamam çünkü.
Üslubunuza bir çeki düzen verene kadar siz kendi kendinize devam edin.
Zira, Ingenuus animus non fert vocis verbera Halil Bey. (Publilius Syrus)