Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Halil Berktay, Türkiye'nin yanı sıra dünyanın da en büyük şairleri arasında değerlendirilen Nâzım Hikmet'in düz yazılarında kadınlar için dile getirdiği görüşlerin "Nazizm, Stanizm ve Kemalizm"le örtüştüğünü öne sürdü. Berktay, şairin bazı yazılarından yaptığı "Kızım sana söylüyorum... Seni beğenmiyorum. Kafanın dışını beğenmiyorum! (...) Şapkanı böyle giymeyi kimden öğrendin? Hangi gözü çıkası kötü sinema yıldızı fingirtisinden özendin buna? / Çok boyanıyorsun kadınım... Kan boyalı ağzın adam yemiş gibi. Çocuğun varsa, onu sen bu dudaklarla nice öpebilirsin ? Kocan, nişanlın, sevgilin varsa, onlar senin bu dudaklarını nasıl öpsünler... Yüzüne baktıkça utançtan yüzüm kızarıyor... Bu yoluk kaşlarınla, ağzının tadını bilen et düşkünlerine bile güzel görünemezsin ki... Çok açılıyorsun kadınım" gibi alıntıları nakletti. Berktay, yazılarında kadınlara karşı "ahlakçı" bir yaklaşım sergilediğini belirttiği Hikmet'in feministlik için "Devekuşundan mülhem olmuştur" dediğine de dikkat çekti.
Düzyazılarından hareket ederek Nâzım Hikmet üzerine bir kitap yazmaya hazırlandığını kaydeden Prof. Berktay'ın Taraf gazetesinde "Yan pistin yan pisti: Nâzım ve kadınlar" başlığıyla yayımlanan (9 Haziran 2012) yazısı şöyle:
Yan pistin yan pisti : Nâzım ve kadınlar
Çıktım bir kere 1 Mayıs 77 mecrasından. Döneceğim ama zaman alacak. Zira parantez parantezi getiriyor. Başbakanın kürtaj söylemi ve kampanyası, proto-faşizme, “büyük nüfus” arayışına, kadınları “annelik hapishanesi”ne tıkma çabalarına götürüyor. Olmadık düşünsel akrabalıklar çıkıyor bu noktada. 1930’larda Nazizm, Stalinizm (ya da doğrudan Komünizm) ve Kemalizmin bazı noktalarda ne kadar yakın ve akraba olduğu gündeme geliyor.
Bu açıdan, Nâzım hakkında yazdıklarım gene şüphe ve tepki uyandırmış birilerinde. Aynen 1 Mayıs konusunda olduğu gibi : solun kutsal değerlerine nasıl hakaret edermişim. Gene uyduruyormuşum. İşim mi yokmuş da (hiç sağla değil) hep solla uğraşıyormuşum.
İyi de, tarihi ne yapacağız, gerçekleri ne yapacağız o zaman ? Kemalizmin resmî tarihi gibi, bir de başımıza “solun resmî tarihi”ni mi çıkaracağız ? Oraya mı hapsolup kalacağız ? İkide bir, artık toparlanan ve olumlu gelişen bir soldan söz ediliyor. Bu kadar vurmayalım zira zararlı oluyor, deniyor. Olumlu gelişiyorsa sürekli ve kapsamlı bir geçmiş eleştirisinden neden gocunsun ? Tersine; eğer bu eleştiriyi yarım ve tarihin pisliklerini temizlenmemiş bırakırsak, asıl bu çürük temel engel olmaz mı, sağlıklı bir gelişmeye ? Fakat acaba bu “iyi ve olumlu gelişme” denen şey, gene bir takım pragmatik uzlaşmalar üzerine mi inşa edilmek isteniyor ?
Dönelim, Nâzım konusuna. İki üç yıldır bu konuda bir kitap hazırlığı içindeyim; bir türlü, bitirmek için gerekli iki aylık konsantre zamanı ayıramıyorum. Düzyazılarıyla Nâzım Hikmet. Bir 1930’lar Komünistinin Günlük Hayatı, Duygu ve Düşünce Dünyası. Aşağı yukarı bu başlık altında, dört uzun konuşma yaptım şimdiye kadar Sabancı Üniversitesi’nde, Harvard’da, Bilgi’de ve son olarak 26 Ocak 2012’de Küyerel’de. Aşağıdaki alıntıları (genel kaynak : Nâzım’ın bütün eserlerinin 80’lerdeki Adam Yayınları edisyonu), o konuşmalarda da kullanmıştım. Altı örnek sunuyorum.
“Ben” imzasıyla [ki bu da bayağı bir ego gerektirir], 25 Ağustos 1931’de Yeni Gün’de : Hayvanlar ve Medeniyet (Yazılar 2, 157). Yeni bir nazariye (teori) peydahlamışmış Nâzım : İnsanlar medeniyetin pek çok unsurunu şu veya bu hayvanı taklit yoluyla geliştirmişler. Kuşlar uçaklara, balıklar denizaltı gemilerine, köstebekler metroya, papağanlar gramofona, kaplumbağalar tanka ilham vermiş. Bu fantezi niye ? Sonunda “Feministlik : Devekuşundan mülhem olmuştur” diyebilmek için.
Orhan Selim imzasıyla, 9 Aralık 1934’te Akşam’da : Kızım sana söylüyorum (Yazılar 2, 186). Okullu kızların saçlarını eğirip berelerini eğmelerine, moda konuşmalarına kızıyor da kızıyor : “Seni beğenmiyorum. Kafanın dışını beğenmiyorum ! (...) Şapkanı böyle giymeyi kimden öğrendin ? Hangi gözü çıkası kötü sinema yıldızı fingirtisinden özendin buna ? (...) Seni beğenmiyorum, kızım... Kafanın içini beğenmiyorum.”
Orhan Selim imzasıyla, 12 Aralık 1934’te Akşam’da : Kadınlar takma sakal takmalı mı ? (Yazılar 2, 187). İlk paragrafta gene ne kadar eşitlikçi olduğunu anlatıyor, ters anlaşılmasın diye. Lâkin kadınların erkek giyimi kuşamına özenmelerini asla anlayamazmış. Kadınla erkek arasında ayrılık olmasın demek, erkekler de kadınlar gibi çocuk doğursunlar, kadınlar da erkekler gibi sakal bıyık bıraksınlar demek değilmiş. Kadınların erkek ceketi ve kravatına özenmeleri, erkeklerin kadın iç çamaşırlarına özenmelerinden farksızmış. (Bugün olsa, birisi biyolojik farklar ile sosyal ve kültürel kullanımlar arasındaki farkı açıklardı.)
Orhan Selim imzasıyla, 14 Aralık 1934’te Akşam’da : Çok boyanıyorsun kadınım (Yazılar 2, 189). Hitap tarzına başlı başına yukarıdan, mülkiyetçi, efendilik taslayıcı : kadın“ım” ! Hiç aklına gelmiş midir acaba, bir kadının da çıkıp aynı mütehakkim, aşağılayıcı tavırla, “[bana bak] erkeğim” diye yazması ? Geçtim. Bazı cümleler : “Kan boyalı ağzın adam yemiş gibi. Çocuğun varsa, onu sen bu dudaklarla nice öpebilirsin ? Kocan, nişanlın, sevgilin varsa, onlar senin bu dudaklarını nasıl öpsünler ?” Hem ahlâkçı, hem de akıl veriyor, nasıl daha fazla beğenilebileceklerine dair : “Yüzüne baktıkça utançtan yüzüm kızarıyor... Bu yoluk kaşlarınla, ağzının tadını bilen et düşkünlerine bile güzel görünemezsin ki.”
Orhan Selim imzasıyla, 15 Aralık 1934’te Akşam’da : Çok açılıyorsun kadınım (Yazılar 2, 190-191). Özeti : Nâzım bir oteldeki düğüne gitmiş. Parisli bir gazeteci de varmış. “Sırtları kuyruk sokumlarına, göğüsleri göbeklerine dek açık” kadınlara “bön bön bakıyor”muş. Meğer hepsini (Nâzım’a inanacaksak) “bar artisti” sanmışmış ! Eh, diyor Nâzım, sanat ve artistlik uğruna bazı şeyler yapılabilir. Ama “etini salt bizi gıcıklamak için göstermekliğin artistlikle de alışverişi yoktur düşüncesindeyim.”
Orhan Selim imzasıyla, 10 Nisan 1935’te Akşam’da : Feministlik (Yazılar 3, 76). İlk cümlesi : “Anlamadığım nesnelerden biri de feministliktir.” İkinci cümlede uzun uzadıya ne kadar eşitlikçi olduğunu anlatıyor; derken aynı cümlenin sonu : “... gel gelelim, feministlikten, sufrajetlikten anlamıyorum bir türlü.” Burada kötü bir bilgi problemi de var Nâzım’ın : 19. yüzyıl İngiltere’sinin suffragette’leri, kadınların seçme ve seçilme hakkını, bir başka deyişle doğrudan siyasal eşitliği savunuyorlardı. Buna bile neden karşı çıkıyor, belli değil. Acaba özel olarak kadınların her türlü militan aktivizmine mi karşı ? Ya da sadece savruk ve özensiz yazmaktan kaynaklanan bir dil sürçmesi mi ?
İş ulus-devletin ideal kadın tipine, aile ve annelik rollerine, kürtaja ve “büyük nüfus” politikasına geldiğinde, Nazizm, Stalinizm ve Kemalizmin nasıl buluşup örtüştüğünün başka örnekleriyle devam edeceğim.