Gündem

Hakan Şükür: Ahmet Şık'ı keşke daha önce tanısaydım, bu süreçte bize empati yapabilmeyi öğretti

Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen eski AKP milletvekili Hakan Şükür T24'e konuştu

16 Aralık 2014 11:48
Ali Aslangül

İstanbul Bağımsız Milletvekili Hakan Şükür, Gülen cemaati yayınlarını da kapsayan 14 Aralık operasyonunda Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın gözaltına alındığı sırada yanında bulunan isimlerdendi. Hakan Şükür, Emniyet'teki cemaat yapılanması iddialarıyla ilgili kitap (İmamın Ordusu) yazdığı sırada tutuklanan ve 375 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan gazeteci Ahmet Şık’ın “Cemaat'in bugün yaşadığının adı da faşizmdir“ tweeti sonrası Zaman Washington Temsilcisi'nden gelen "Biz senin özgürlüğünü savunamadık. Hakkını helal et" tweeti ve Dumanlı’nın teşekkür mesajını yorumladı. “Ben Ahmet Şık’ı hiç tanımıyordum, o kitabı da hiç okumadım” diyen Şükür, "Keşke daha önce tanıyabilseydim, bu süreçte bize empati yapma şansını sağladığı için ben de kendisine teşekkür ederim” dedi. Şükür, “Ama bugün demek ki yeni bir başlangıç olması adına böylesine güzel duruşu da tebrik ediyorum. Birçok kişiye de ders vermiş oldu” diye konuştu.

Futbolculuk yıllarında Fethullah Gülen'e yakınlığı ve hürmetini saklamayan Şükür, AKP’den millletvekili olarak siyaset dünyasına atıldıktan sonra da bu yakınlığı sürdürdü. Şükür'ün AKP ile yolları hükümet-cemaat çatışmasının ardından ayrıldı. 17 Aralık sürecinde, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından “tuzluk” hitabına da muhatap olan Hakan Şükür, 14 Aralık operasyonunu, üç yıllık siyaset serüvenini ve gelecekle ilgili düşüncelerini T24’e anlattı.

Şükür’ün açıklamaları şöyle:

 

14 Aralık operasyonu ve Zaman’a ziyaret

 

Sayın Oktay Ekşi ve bazı arkadaşlarla birlikte Zaman gazetesine giderek destek vermek için ziyarette bulunduk. Operasyon üzücü, sadece bir yere ait değil bu. Yani bir kuruma ait değil. Susturma amaçlı; malum bu haftanın 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının yıldönümü olması nedeniyle yapıldığı aşikar bir operasyon. Meclis Sorusturma Komisyonu’nda ifade veren eski bakanların artık bazı şeyleri itiraf etmesi ve akabinde komisyonların tıkanması gibi süreçler yaşadık bu dönemde. Mahkeme kararıyla dışarı bilgi çıkmasının engellenmesi, en azından böyle bir çabanın olması.

 

‘Brezilya ve İtalya gibi pek çok ülke ‘medya operasyonu’nu sormak için Türkiye’ye gelecek’

 

14 Aralık operasyonu sonrası Avrupa Birliği’nden peş peşe gelen sert tepkilere dikkat çeken Şükür, “kendi kusurlarını örtmek isteyen iktidarın Türkiye’nin geleceğini tehlikeye attığı” görüşünde.

Operasyona bu yaşananlar perspektifinden bakarsanız medyayı susturma amaçlı ve sadece birkaç kuruma değil; trajikomik bir o kadar da basına darbe diye nitelendirilebilecek susturma amaçlı bir operasyon olduğu farkedilecektir.

Ama bu süreç bugüne kadar hazırlandı. Taha Akyol’un yazısındaki yorumlarına da baktığınız zaman bunları yapabilme adına, en azından 17-25 Aralık öncesinin bir intikamı gerekleştirilmeye çalışıldı. Hukuk katledildi, ülkede adalet duygusu çok zedelendi. Ve açık söylemek gerekirse ben bu hafta içi Brezilya’dan İtalya’dan o ülkelerin en çok satan gazeteleriyle röportaj yapacağım. Hepsi bu operasyonu konuşmak için Türkiye’ye gelecek. Yani sırf bu olaydan sonra dünya medyasından geliyor olmaları bile aslına bakarsanız Avrupa Birliği’nden peş peşe gelen açıklamalara da baktığınız zaman, ne kadar kendileriyle ilgili ağır iddialar var ve ne kadar bunları kapatmak isterken ülkeyle ilgili çok zor bir duruma gidildiğini gösteren bir tablo var ortada. “Biz kendi kendimize yeteriz” sözünün yanlış olduğunu anlamalıyız. Uluslararası alana, AB’ye ve her yere entegre olmak zorunda olan bir ülke olmak zorundayız. Ekonominin de koşulları, kuralları budur. Dünyadaki bütün özgürlükler anlamında da kurallar budur. Maalesef nasıl bir acziyet var ki; ülkenin akıbeti düşünülmeden kendi kusurlarını kapatmak için bireysel hareketle düşünülmeye başlanmış. Bunlar ülkesini düşünenler adına çok üzücü bir durum. Hukuk çok önemli bu ülkede, ancak son bir senede hukuk üzerindeki baskı neticesinde yaşananlar ve bugün gelinen noktada "malum şüpheden makul şüphe"ye evrilme süreci açıkçası çok endişe verici. İnşallah ülkemiz adına daha kötü sonuçlar doğurmaz.

 

Star’ın ‘İnlerine girildi’ manşeti…

 

Hakan Şükür, AKP’de milletvekilliği yaptığı süreçte bile "havuz medyasında" bir tane dahi röportajının bulunmadığına dikkat çekerek, 14 Aralık’ın ertesinde operasyonu “İnlerine girildi” başlığıyla yorumlayan Star’ın manşeti için ‘"bakın biz sözümüzü tuttuk" şovu değerlendirmesi yapıyor. Şükür sözlerini şöyle sürdürüyor:

Star’ın manşetiyle alakalı şunları söyleyebilirim; çok talihsiz ve çok üzücü. Son 1 yılda iki seçim yaşadı ülke bu süreçte. Yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Kürsülerden o sözün Erdoğan tarafından söylendiği düşünülürse ve bu medya gruplarının kime ait olduğu göz önünde bulundurulursa, hani sanki “bakın biz sözümüzü tuttuk” mesajında bir manşet. Başta medyadaki gazeteci arkadaşlarına yapılan çok anlamsız ve çok üzücü bir hareket. Bugün size yarın bana diye bir duygu vardır. Yapılan bir şeyi bu şekilde yorumlamak tamamen biat etmişlik. O arkadaşlar yarın bu durumla karşılaştıklarında, bilhassa medya konusunda söylüyorum bunu; hani siyasete yeni girmiş ve içine girdiği bu süreçte çok şeyler öğrenen birisi olarak söylüyorum. Geçmişteki eksikleri biz siyasette tamamladık. Yani burada Türkiye’yi tanıma fırsatı bulduk. Önceden bir sporcuydum ben. Bütün medyadaki arkadaşlara destek vermek lazım. Bunu kim olarak söylüyorum; belki inançlarımdan, belki başka nedenlerden dolayı sabah gazete manşetlerine uyanmış ve DGM’ye gitmiş biri olarak söylüyorum. Ve bunların karşısında kimseye kırgınlığım olmadı, hiç kimseye de bir şey demedim. Üzüldüm, kırıldım; o günlerde de medya özgürdü, istediklerini söyleyebiliyordu. Bugün kabul eder veya etmezsiniz, ama herkesin görüşüne saygı duymak zorundasınız. Medyada bu anlamda bütün tepkilere bakıyorum bugün; basın özgürlüğü noktasında dünyanın en önemli ve saygın kuruluşları bununla ilgili çok farklı şeyler söylüyor. Bu tepkiler tabiki ekonomiye de zarar veriyor.

 

Ahmet Şık’ın tweeti ve Zaman’ın özrü

 

Ekrem Dumanlı’nın Ahmet Şık’a teşekkür ettiği sırada yanında bulunan Hakan Şükür, Dumanlı çıktıktan sonra Şık’la buluşma gerçekleşirse belki özür de dileyebileceğini dile getirdi.

Ben Ahmet Şık’ın tweetine çok sevindim. Ben yanındaydım Ekrem Bey’in o sırada. Yani şimdi olayları o anda tahayyül etme şansımız yoktu. Hani böyle bir ifadeyle kendisine teşekkür etti ve ziyaret edeceğini açıkladı. Bu çok güzel bir şey. Dindar bir muhafazakâr herşeyi bir dindardan öğrenirim dememeli. İnsani değerler üzerinden herkesten, her düşünceden öğrenebileceğimiz  bir şey olduğunu belki de bu süreçte bize empati yapma şansını sağladığı için ben şanslı görüyorum kendimi. Ben Ahmet Şık’ı hiç tanımıyordum, o kitabı (İmamın Ordusu) da hiç okumadım. Ama benim şahsi fikrim bu; sanki bu günler için bu gazeteciyi, bu arkadaşımızı, bu kitapla ilgili içeri girdiği söyleniyor. Hukuki sürecin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Sanki bu günler için bilinçli bir projeymiş gibi onun cezaevine girmesi. Çünkü bugün baktığınızda insanlar bunun üzerinde tartışıyor. Keşke tanıyabilseydim, keşke okuyabilseydim. Kendimizi ifade edebilseydik Ahmet Şık’a. Ama bugün demekki yeni bir başlangıç olması adına böylesine güzel bir duruşu tebrik ediyorum. Birçok kişiye de ders vermiş oldu. Zaman gazetesi Washington Temsilcisi Ali H. Aslan Şık’tan özür diledi. Ancak Ekrem Dumanlı sadece "çıkarsam içeriden görüşeceğim" dedi. Belki özür meselesi bu buluşmada gerçekleşebilir. Özrü şöyle değerlendirmek lazım; özür de bir erdemdir.

Çok iyi biliyoruz ki inançlarımız doğrultusunda muhafazakâr bir iktidarın sürecinde yaşandı bunlar. Asıl üzücü tarafı bu. Yani siz kendiniz gibi düşündüğünüz bir muhafazakâr kişinin zulüm veya tahakküm etmemesi gerektiğini düşünerek ülkenize hizmet etmek adına bir yere giriyorsunuz, ama bugün yaşananlar sizin hayal ettiklerinizin çok ötesinde bir hal alıyor. Ben partinin içindeyken de zaman zaman bunu söylemeye çalıştım. Benim gibi birinin, tanınan bilinen birinin, bugün “havuz” diye bilinen medyada o partinin içerisindeyken bir tane röportajın çıkmamasının, bir tane kanalına çıkmamamın başka bir izahı olamaz diye düşünüyorum. İşin özü itibariyle endişe verici bir süreç yaşasak da basın özgürlüğü bağlamında empati kurabilme şansını yakaladığımız için kendimizi şanslı hissetmeliyiz. Aynı şeyleri düşünmek zorunda değiliz, ama aynı ülkede yaşıyoruz ve bu ülkenin değerlerine sıkı sıkıya sarılmak gerektiğini bir başka vesileyle öğrenmiş bulunuyoruz.

 

‘Siyasete devam etme gibi bir niyetim yok’

 

Siyaset 24 saatte herşeyin değişebildiği bir mecra. Bize ne gösterecek bilemiyoruz. Ama bugünkü düşüncem gelecekle alakalı siyasette devam etme gibi bir niyetim yok. Partiler kuruluyor, hepsine de başarılar diliyorum. Tabiki demokrasi mücadelesinde çok seslilik çok önemli. Medyanın da böyle bir görevi vardı geçmişten bugüne. Ama bugün artık çok kadrolaşmış, tehdit gören, bunun dışında tamamen bir tarafa ait olmaya başlamış bir medya anlayışının tezahürleri olunca bu ortamda siyaset yapmanın bizlere neler getirip neler götüreceğini düşünmek lazım.

 

‘2000 tane gazeteci işten çıkarılmış yeni öğreniyoruz, medyadan uzak kalmışız biraz’

 

“Gazetelere ve televizyonlara kapalı önümüz, çıkamıyoruz” diyen Şükür, sosyal medyayı aktif kullanmaya çalıştığını dile getiriyor.

Medya ile alakalı ben zaten kendi mesleğimle alakalı deneyimler yaşadım. Ama inanılmaz bir birikime sahip oldum bu üç sene de. Herşeyi biliyor muydum, hayır. "Keşke içine girmeseydim" diye hiç demedim, iyi ki girmişim, çünkü ben şu anda bizim milletimizi anlıyorum. Halkımızı da o güzel insanları da anlıyorum. Onlar bu ele geçirilen sistemde ne deniyorsa onu algılıyorlar. Ama işin aslına bakma noktasında ellerinde böyle bir imkanları yok. İşte 2000 tane gazeteci işten çıkarılmış. Bunları yeni yeni öğreniyoruz, uzak kalmışız biraz. Mesela çok güzel bir örnektir bu; bir arkadaşım sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu, “PKK ile paralel yapı bir arada” suçlaması yaptı ve belgeyle konuşuyorum dedi. Daha sonra arkadaşım benimle beraberken bu suçlamayı bana sorarak “Siz nasıl böyle bir şeyin içindesiniz” şeklinde eleştiride bulundu. Tabi burada ertesi gün Davutoğlu’nun belge diye gazete röportajını gösterdiğinden haberi yoktu arkadaşımın. Burada halkın durumunu anlatma adına şunları söyleyebilirim; herkes kendine yakın gördüğü tek tip bir kaynaktan haber aldığı için algı da ona göre şekilleniyor. Haliyle bugün basın özgürlüğüne vurulan darbeye inanmak istemiyorlar beslendikleri kaynaklar itibarıyla. Ben güçsüzüm, gazetem yok. Sosyal medyadan derdimizi anlatmak için mücadele veriyoruz. Gazetelere kapalı, işte televizyonlara kapalı önümüz, çıkamıyoruz. Bir yere yönlendirilmiş, herkes kendi kaynağından hareket ediyor. Bence bu çok büyük bir bölünmedir. Başka kaynaklardan başkalarını da anlama adına faydalanmak icap eder. Umarım gelecekte bu sorunlar aşılır.