Gündem

Hakan Kara: Artık Cumhuriyet'te kalmam mümkün değil, ama gazeteyi almaktan asla vazgeçmeyin

"Söyleyecek şey çok elbette..."

09 Eylül 2018 10:42

Cumhuriyet gazetesinin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı’nda gerçekleşen yönetim değişimi sonucu gazeteden ayrılıklar devam ediyor. Gazete yazarı Hakan Kara da "Önce Cumhuriyet!” başlıklı son yazısında ayrılığını açıkladı. Kara, yönetim değişikliğine üzülenler için "Cumhuriyet’i almaktan asla vazgeçmeyin. Cumhuriyet sizin gazeteniz. Sahip çıkın ona” derken hafta başında istifasını verdiğini söyledi.ve “Yaşanan onca şeyden sonra, gazetede kalmam artık mümkün değil” ifadesini kullandı.

Kara’nın "Önce Cumhuriyet!” başlıklı yazısı şöyle:

“Hakancığım, yayın kurulu kararıyla, gazetenin Haber Müdürü oldun. Kararı oy birliği ile aldık. Seni kutluyor, gözlerinden öpüyorum.” 

Yıl 1994. Telefondaki Hikmet Çetinkaya. “Peki abi” dedim… Fakat öfkeliyim. “Gazeteciyim ben, haberci, röportajcı, fotoğrafçı. Üstelik gencim henüz. Sokakta olmalıyım, masa başında değil” diyorum kendi kendime. Kaldı ki, haber müdürlüğü ne demek? Hem de İlhan Selçuk’ların, Uğur Mumcu’ların gazetesinde. Cumhuriyet’te. Bu kadar ağır bir sorumluluk, bu kadar ağır bir yükün altından nasıl kalkarım. 

Cumhuriyet’teki 11. yılım. Art arda ödüller alıyorum. Haber, röportaj, fotoğraf ödülleri... Yılın tarım gazetecisi, yılın çevre gazetecisi… 

İlk fırsatta soluğu İlhan Ağabey’in yanında aldım. 

Anlattım da anlattım. İlhan Ağabey sakin bir şekilde dinlerdi bizleri. Yine öyle yaptı. Sonra baktım gülümsüyor. İlhan Ağabey gözlerini yüzüme dikti mi, içimden geçeni okuyor diye düşünürdüm. Ona yalan söyleyemezdiniz. Kül yutmazdı. Bir bilgeydi o. Hemen anlamıştı durumu, korktuğumu. 

Bu ağır yükün altından kalkamamaktan, İlhan Selçuk’lara, Uğur Mumcu’lara, Hikmet Çetinkaya’lara mahcup olmaktan korkuyordum. 

“Sevgili Hakan” dedi gülümseyerek; “Seni biz seçtik ve kimi seçeceğimizi biliriz. Bana güvenmiyor musun?” 

Nasıl güvenmem… Daha birkaç yıl önce, istifa etmiştik gazeteden. Hep birlikte. Zor zamanlardı. Sonra döndük… Yuvaya. “Anladım ağabey” dedim. Kalkmak üzereyken, “Otur otur” dedi. “Biliyor musun, ayağa kalkan o ilk insan var ya Homo Erectus, belki daha önceki. İşte o ilk devrimcidir” diye girdi söze. Tarım devrimi, insanlığın uygarlaşma sürecini anlattı. Aydınlanmayı, Fransız İhtilali’ni, 1917 Devrimi’ni, Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk’ü… O konuştukça bin yıllar geçiyordu gözümün önünden. Dünya tarihi bu kadar güzel özetlenemezdi. Sonunda Cumhuriyet’e getirdi sözü ve gazetenin tüm bu süreçteki yerini, önemini anlattı. 

Yanından ayrıldığımda son tümcesi kafamda yankılanıyordu: “Biz büyük bir kavganın içindeyiz Hakan. Bunun bilincinde olmak lazım.” 

20 yılım geçti haber müdürlüğü koltuğunda. 

Bir yıl sonra bu kez İlhan Ağabey’di telefondaki. “Bugün yayın kurulu yapacağız Hakan. Seni de bekliyoruz.” Yayın Kurulu üyesi oldum. 24 yıl boyunca. 

Sonra yazarlık, vakıf yönetim kurulu üyeliği ve Silivri… Acı ve tatlı pek çok anım var bu gazetede. Bu gazetenin çalışanı olmaktan her zaman onur duydum. Düşünsenize efsane isimlerle aynı havayı soluyorsunuz. Üstelik size, maaş bile ödüyorlar. Oysa biz bedava çalışmaya razıydık. Yeter ki Cumhuriyet’te olalım.

Nadir Nadi’ye hayrandım. Tıpkı onun gibi bir “Mozart dostu”ydum ben de. Melih Cevdet Anday’ın yazılarını iple çektiğimi anımsıyorum. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ile tanıştığımda dizlerim titriyordu. Saygın, olağanüstü bir insan ve öylesine zarif ki… Sonra Oktay Akbal, Ali Sirmen, Erdal Atabek sonrasında Orhan Erinç, Emre Kongar… 

En zor koşullarda bile asla direncini, umudunu yitirmeyen insanlar. Daima gülümsemeyi başarabilen insanlar. Efsane isimler. Ve elbette Hikmet Çetinkaya… Ağabeyim, dostum. Çok emeği var üzerimde, üzerimizde... 

Cezaevindeyken insanın düşünmek için çok zamanı oluyor. Her şeyi okuyorsunuz. Bizler hakkında yazılanları, söylenenleri… Sonra söylenmeyenleri, suskun kalanları düşünüyorsunuz. İnciniyorsunuz kimi zaman. Kimi zaman da öfkeleniyorsunuz. Bazı şeyler insana hapiste olmaktan daha çok koyuyor. 

Fakat o kadar çok şey yaşadık ki Cumhuriyet’te. 

Uğur Ağabey’in öldürüldüğü günü anımsıyorum. İçimden bir şey koptu o gün. Akşama doğru, iş bittikten, gazeteyi bağladıktan sonra tuvalete gittiğimi, gizli gizli ağladığımı anımsıyorum… 

Hayrandık ona. Uğur Ağabey gibi olmak istiyorduk hepimiz. Olamadık elbet. Kolay mı bir Uğur Mumcu olmak, İlhan Selçuk olmak. 

Uğur Mumcu’yla sohbetlerimde sık sık söylediği o söz geliyor aklıma: 

“Gerçeğin kendisi devrimcidir.” 

Gerçeğin peşinde koştuk hep. 

Uğur Ağabey’in ölümünden sonra da sürdü baskılar, ölüm tehditleri… Sonra Ergenekon süreci... Çalkantılar eksik olmadı hiç: Tartışmalar, kavgalar, istifalar… Büyük çoğunluğu kamuoyuna yansımadı. 

Cumhuriyet’in zarar görmesine kimse izin vermedi. Söz konusu olan Cumhuriyet’se eğer, yaşanan sıkıntıların, öfkenin, dargınlıkların önemi yoktu. İnsanlar bu gazete için yaşamlarını verdiler. 

Durum yine öyle. Cumhuriyet gazetesinde, mahkeme kararı gereği yeniden seçim yapıldı. Yeni bir yönetim belirlendi. İnternette bu değişimi sevinçle karşılayanlar var. “Tamam işte ne güzel oldu” diyenler. Üzgün olanlar, tepki gösterenler de var. Benim sözüm işte o üzülenlere. Elbette üzülebilir, Cumhuriyet’e kızabilirsiniz. Gazeteye mektup yazın, tıpkı tüm haber müdürlüğüm boyunca bana yaptığınız gibi yöneticilere telefon açın, görüşlerinizi dile getirin. Ama Cumhuriyet’i almaktan asla vazgeçmeyin. Cumhuriyet sizin gazeteniz. Sahip çıkın ona. Bizler gelip geçiciyiz, Cumhuriyet kalıcı. Bugün Türkiye’de, Cumhuriyet’e her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ben, Cumhuriyet gazetesinin olmadığı bir Türkiye’yi hayal bile edemem. Cumhuriyet’siz nefes alamayız.

***

Emre Kongar’a yönelik bazı tweet’ler gördüm. Niye ayrılmıyorsun demiş biri. Gerçi o gereken yanıtı vermiş. Ben yine de söyleyeyim: O bir “Cumhuriyet yazarı”. Yönetici değil. Hepimiz gibi yapacağına kendi karar verir. Cumhuriyet kimsenin malı değil. Ve bilmeyenler için altını çizmekte fayda var: Emre Kongar, İlhan Ağabey’e çok yakın biriydi. Onun çok sevdiği bir yazardı. 

Bana gelince, yaşanan onca şeyden sonra, gazetede kalmam artık mümkün değil. Hafta başında istifa ettim. Sessiz sedasız ayrılıyorum. Söyleyecek şey çok elbette. Ama bunun ne zamanı ne de yeri: Önce Cumhuriyet. 

İstinaf Mahkemesi’nin kararının ardından yeniden Silivri yolu görünmezse eğer, kızımla ilgileneceğim en çok. Ayrı kaldığımız zamanların onda bıraktığı izleri silmeye çalışacağım. Birlikte müzik yapacağız. Bizimki 8 yaşına girdi. Piyano çalmayı öğreniyor. Sanırım Nadir Nadi gibi, benim gibi o da bir “Mozartdostu” olacak. Onun doğum günlerini kutlarken Uğur Mumcu’yu anıyoruz hep. Doğum günleri aynı: 22 Ağustos. Ve elbette ki Cumhuriyet okumaya devam edeceğim. 

Sevgiyle kalın.