T24 Haber Merkezi
Hafıza Merkezi, ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmenin önündeki hukuki engellerden olan zamanaşımı sorununu hukuki, tarihsel ve sosyal boyutuyla ele alacağı uluslararası sempozyum düzenleyecek. Sempozyumda, sürüncemede kalan yargı süreçlerinin ve zamanaşımına uğratılmış davaların mağdurları ile adalet mücadelesini sürdüren yakınlar da konuşmacı olarak yer alacak.
Bugün (22 Eylül) başlayacak sempozyum, zamanaşımına ilişkin kamusal tartışma ve farkındalığı artırmak amacıyla yapılacak etkinlikler dizisinin bir parçası olacak.
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU YAZDI: 30 soruda Sivas Katliamı ve yargı skandalları: Son davada da “zaman aşımı” geldi, AYM kararı sonrası tahliye endişesi de yaşanıyor
Sempozyuma ilişkin yapılan açıklamada, "Hafıza Merkezi olarak geçmişte işlenen ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmenin Türkiye’de toplumsal barış ve uzlaşıyı tesis etmek için hayati öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Bu sempozyumun, cezasızlık pratiklerini ve zamanaşımının faillerin hesap verebilirliği önünde bir engel olarak kullanılmasını tartışmaya açarak bu amacın gerçekleşmesine katkıda bulunacağını umuyoruz" denildi.
22 Eylül'deki program, Hrant Dink Vakfı ve AGOS gazetesine de ev sahipliği yapan Anarad Hığutyun binasında, saat 10.30-18.00 arasında düzenlenecek.
"Hesap verilebilirlik ve adaletin tesisi önündeki en temel engellerden biri"
Hafıza Merkezi, sempozyum ve programa dair açıklamasında şunları kaydetti:
"Zamanaşımının ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda uygulanmaması ilkesinin 1960’lardan itibaren uluslararası insan hakları hukuku, mevzuat ve içtihatlarında benimsenmesi hukuk alanında önemli bir dönüm noktası oldu. Türkiye bağlamında ise zamanaşımı kavramı dünyadaki hukuksal gelişmelerin tersine ve hukukçular, insan hakları savunucuları ve AİHM’in eleştirilerine rağmen ağır insan hakları ihlallerinin faillerinin cezasız bırakılmasını mümkün kılmak için araçsallaştırılmaya devam etti.
Bu durum, hesap verilebilirlik ve adaletin tesisi önündeki en temel engellerden biri. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren tüm suçlar için hiçbir fark gözetmeden otuz yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması, 1990’larda işlenmiş tüm ağır insan hakları ihlallerine ilişkin yargı süreçlerinin yakın tarihte zamanaşımına uğradığını görebileceğimiz anlamına geliyor.
Zamanaşımı kavramının Türkiye’de ağır insan hakları ihlallerine ilişkin yargılamalardaki suistimalini değerlendirmeyi ve konu etrafındaki farkındalığı artırmayı amaçlayan bu sempozyum sırasında zamanaşımı kavramının hukuki, siyasi ve insani boyutlarını daha geniş bir bağlamda tartışmayı umuyoruz."
TIKLAYIN - Zamanaşımı nedeniyle düşürülen Musa Anter davası AYM'ye taşındı
Hafıza Merkezi'nin programı kaydına ulaşmak için tıklayın.
Hafıza Merkezi | Uluslararası düzenlemeler ne diyor?Hafıza Merkezi'nin zamanaşımına dair derlediği bilgilerden bazıları şöyle: "Türkiye’nin tarafı olduğu (ve olmadığı) birçok uluslararası sözleşme ve genel hukuk kaynaklarında ağır insan hakları ihlallerine ilişkin yargılamalarda standart zamanaşımı kurallarının işletilemeyeceğine dair benzer bir yaklaşım görülür. Bunlar arasında Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi temel ilkeler ve prensipler belgelerini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi (AAİHM) içtihatlarını sayabiliriz. Uluslararası düzenlemeler ve içtihadın ortaklaştığı nokta, devletlere ağır insan hakları ihlallerini etkili şekilde soruşturma, failleri yargılama, hakikati ortaya çıkarma ve suçun tekrarını önleme gibi bir dizi ödev vermeleri. Zamanaşımı sürelerinin ancak devletin bu ödevlerini yerine getirmesi koşuluyla uygulanabileceği, aksi halde devletin zamanaşımı savunmasının ardına saklanamayacağı kabul edilir. Zamanaşımı meselesinin nasıl ele alınması gerektiği 70’li ve 80’li yıllardaki ‘kirli savaş’lar sırasında yaşanan sistematik ve yaygın ağır insan hakları ihlallerine karşı mücadele yürüten Arjantin, Şili, Honduras, Venezüela, Bolivya, Uruguay gibi Latin Amerika ülkelerinin yüksek mahkeme kararlarında, AAİHM kararlarında ve AİHM kararlarında açıktır." Türk Ceza Kanunu’nda zamanaşımı sorunu"Türkiye’de 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) o dönem için olumlu karşılanan bir düzenleme ile Madde 77’de insanlığa karşı suçun tanımını yaptı ve zamanaşımı süresinin bu suçlar için işletilemeyeceğine karar verdi. Ancak bu düzenleme tamamen şekilsel kaldı ve mahkemeler bugüne dek Türkiye’de işlenmiş herhangi bir suçu, Madde 77’de düzenlenen 'insanlığa karşı suç' kapsamında ele almadı. Bunun sebepleri şöyle listelenebilir: Suçların işlendiği tarihe bakıldı. Kanunların geriye yürümeyeceği yönündeki genel ilkeden hareketle düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih olan 2005’ten önce işlenmiş suçlar kategorik olarak 'insanlığa karşı suç' kapsamda değerlendirilemedi. ‘Kanunilik ilkesi’ eksik değerlendirildi: Kanunilik ilkesi, kanunda suç olmayan fiillerden dolayı kişilerin cezalandırılamayacağı ve ceza kanunlarının geçmişe yürütülemeyeceği anlamına geliyor ancak bu ilkeyi uluslararası hukuk düzenlemeleri ile birlikte değerlendirmek gerekirken bu boyut dikkate alınmadı.[10] Suçun niteliği değerlendirilmedi: 'İnsanlığa karşı suç' kategorisinin tarihsel ve uluslararası hukuktaki bağlamı değerlendirilmedi kanunilik ilkesinin istisnai boyutları dikkate alınmadı. Oysa suçun niteliğine, yani 'siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak' işlenip işlenmediğine bakılması gerekirdi." Failleri korumanın ve cezasızlığın aracı olarak zamanaşımı"Devlet dahliyle işlenen suçlar söz konusu olduğunda, olağan bir hukuk düzeninde makul gerekçeleri olan zamanaşımı ilkesi, toplumsal barışın ihtiyaç duyduğu yüzleşmenin önünde engel teşkil eder. Devletlerin faili ya da azmettiricileri olduğu suçlar söz konusu olduğunda zamanaşımının failleri korumak için etkili bir cezasızlık aracı olarak kullanıldığı söylenebilir. Geçmişle yüzleşmek yerine geçmişin üstünü örtme politikası güden devletler, soruşturma ve kovuşturma süreçlerini uzatmak ve mağdurlar aleyhinde zorlaştırmak için pek çok müdahalede bulunmanın yanı sıra zamanaşımını da mutlak bir cezasızlık aracı olarak kullanırlar. Zamanaşımının bu şekilde araçsallaştırılmasının ne tür engeller teşkil ettiği şöyle özetlenebilir: Adaletin sağlanması: Ağır insan hakları ihlalleri genellikle işkence, soykırım, zorla kaybetme gibi ahlaki ve hukuksal açıdan en ciddi suçları içerir. Bu tür suçların kovuşturulması, mağdurların adalet arayışına yanıt vermek ve faillerin hesap vermesini sağlamak açısından büyük öneme sahiptir. Ancak zamanaşımı sorunu suçların işlendiği tarihten belirli bir süre geçtikten sonra dava açılmasını engelleyerek adaletin sağlanmasını zorlaştırır. Bu durum, mağdurların haklarının korunamamasına ve faillerin cezasız kalmasına yol açar. Hakikati bilme hakkı: Ağır insan hakkı ihlallerine dair hakikatlerin üzeri, baskı dönemlerinde yürütülen karşı propaganda, sansür, delillerin gizlenmesi, mağdurların ve tanıkların tehdit edilip susturulması gibi yöntemlerle örtülebilir ve hakikatler bazen yıllar sonra ortaya çıkabilir. Hukuksal düzenlemeler bu nedenle ihlalleri çevreleyen koşullara dair hakikat ortaya çıkarılmadıkça devletlerin soruşturma yükümlülüğünün devam etmesi ve zamanaşımı sürelerinin işletilmemesi gerektiğine vurgu yapar. Toplumsal hafıza: Ağır insan hakları ihlalleri ve şiddet bir toplumun hafızasında yüzleşme ve onarım süreçlerinden geçmedikçe köklenen derin acılar ve travma izleri bırakır. Hak ihlallerinin mağdurlar, kolektifler ve geniş toplumsal kesimlerin hafızasındaki kurucu yerine dair dinamiklerin analizi bu bağlamda son derece önemlidir. Geçmişle yüzleşme ve dönüştürücü onarım süreçlerine imkan tanınması gelecekte benzer ihlallerin oluşumunu engeller. Zamanaşımı bu bağlamda bir yandan işlenen suçların toplumsal hafızadan silinmesine ve ihlallerin unutulmasına öte yandan geçmişle yüzleşmeyi ve onarım süreçlerini engelleyerek daha kronik ve çözümsüz hale gelmesine yol açar. Suçlar ile ilgili caydırıcılık: Zamanaşımı sorunu, ağır insan hakları ihlalleri teşkil eden suçları işleyenlere bir tür dokunulmazlık sağlar. Failler, zamanla suçlarının cezasız kalacağına güvenebilirler ve bu da gelecekte benzer suçları işleme konusunda onları cesaretlendirebilir, insan hakları ihlalleri daha da yaygın hale gelebilir. Buna mukabil ağır insan hakları ihlallerinin yargısal süreçlerinde zamanaşımı süresinin olmaması, suç işleyenler üzerinde caydırıcı bir etki yaratabilir ve böylece gelecekteki ihlallerin önlenmesine yardımcı olabilir. Mağdurların hakları ve iyileşme: Adaletin gerçekleşmesinin önündeki engellerden biri olarak zamanaşımı, mağdurların tanıma, tazmin ve onarım kapsamındaki haklarının verilmesini imkansızlaştırabilir ve dolayısıyla bu adımları takiben gelen iyileşme süreçlerini etkileyebilir. İnsan hakları ihlalleri ve savaş suçları mağdurlarının genellikle travmatik deneyimlerin uzun süreli etkileriyle mücadele ettiği düşünüldüğünde zamanaşımı süreleri, mağdurların adalet arayışlarını sınırlar, travmaların yarattığı etkileri onarma ve iyileşme süreçlerini olumsuz etkiler. Evrensel, bölgesel ve yerel hukuk düzenlemelerine uygunluk: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden bu yana küresel ve bölgesel düzeyde pek çok uluslararası düzenlemede insan haysiyeti, insan haklarının evrensel olarak saygı görmesi ve korunması gerektiği gibi ilkeler vurgulanır. Ağır insan hakları ihlalleri, bu evrensel normlara ciddi bir aykırılık oluşturduğu gibi bu tür ihlallerle ilgili olarak ortaya çıkan zamanaşımı sorunu uluslararası hukuk normlarına uygunluk ve insan haklarının korunması açısından bir sorun teşkil eder. İnsan hakları ihlallerine karşı sıfır tolerans politikası bu anlamda mutlaka zamanaşımı sürelerini kaldırmayı veya uzatmayı gerektirir." Zamanaşımına uğrayanlar davalardan bazıları"6-7 Eylül Pogromu (1955): Hatırlanacak olursa 6-7 Eylül , 1955 yılında görünürde Kıbrıs sorunu nedeniyle başlatılan Rum azınlığa yönelik yoğun saldırılarda muazzam bir şiddet uygulandı kiliseler, okullar, evler ve işyerleri hedef alındı. Zamanaşımı süreleri ve cezasızlık pratiği nedeniyle bu saldırıların faillerinin cezalandırılması bugüne kadar mümkün olamadı. Maraş Katliamı (1978): 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde Maraş’ta yaşanan olaylar sırasında da Alevi topluluğa yönelik büyük çaplı bir saldırı gerçekleşti. Yüzlerce kişi öldürüldü, yüzlercesi yaralandı ve binlerce ev ve iş yeri tahrip edildi. Bu katliamdaki ağır insan hakları ihlalleri de zamanaşımı engelinin kolaylaştırdığı ortamda cezasız kaldı. Zamanaşımı süreleri, adaletin sağlanmasını zorlaştırdı ve faillerin cezalandırılmasını engelledi. 12 Eylül Darbesi: 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbe sonrasında, yüzbinlerce kişi gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı. Yüzlerce insan zorla kaybedildi, işkence merkezleri veya cezaevlerinde öldürüldü. Sistematik ve yaygın ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili suç duyuruları zamanaşımı nedeniyle kapatıldı, faillerin cezalandırılması engellendi. Darbeden 32 yıl sonra, 2010 Referandumu ile, darbecilere yargılama bağışıklığı sağlayan Anayasa’nın Geçici Madde 15 düzenlemesi kaldırılınca Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) hayatta kalan iki üyesi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya dava açılabildi. Ancak bu davada da zamanaşımı engeli devreye girdi. Hem emir komuta zinciri dikkate alınmadı ve yargılama sadece bu iki sanıkla sınırlı tutuldu hem suçlamalara insanlığa karşı suçlar dahil edilmedi hem de dava zamanaşımı ve sanıkların ölümü nedeniyle düşürülerek kapatıldı. Böylece dönemin tüm failleri cezasız kaldı. Sivas Katliamı (1993): 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta gerçekleşen Madımak Oteli katliamında da alevi ozanı Pir Sultan Abdal’ı anmak amacıyla düzenlenen etkinliğe katılanlar hedef alındı. Oteli kuşatan ve yönlendirildiği açık olan bir bir kalabalık, içerideki katılımcıları linç etmeye çalıştı ve oteli ateşe verdi. 33 kişi hayatını kaybetti. Zamanaşımı süreleri nedeniyle, adalet sağlanmadan ve faillerin cezalandırılması mümkün olmadan dava kapatıldı. Süren yargılamada da hiçbir sonuç alınamayacak gibi görünüyor. 90’lar ve Zorla Kaybetmeler: Türkiye’de, insanların devlet görevlileri ya da onların emri altındaki kişiler tarafından kaçırılıp kaybedilmesi anlamına gelen zorla kaybetmeler 1980’li yıllarda başladı ve olağanüstü bir artışla 1990’lı yıllara damgasını vurdu. Zorla kaybetmenin kamu gücü dahli olmadan gerçekleşemeyeceği, mütemadi suç olduğu, kayıp kişinin akıbeti belirlenip bedeni bulunana kadar zamanaşımı işletilmemesi gerektiği yönündeki uluslararası hukuk düzenlemeler hiçbir yargılama makamı tarafından dikkate alınmadı. Mağdurların ve ailelerinin adalet arayışı zorlaştırıldı, failler cezalandırılmadı ve adalet sağlanmadan soruşturma ve kovuşturmalar zamanaşımı nedeniyle kapatıldı." |