T24 - Öcalan’ın avukatların görüşme talepleri üzerine kendileriyle görüşen Güneri Cıvaoğlu izlenimlerini anlattı.
Milliyet gazetesi yazarı Güneri Cıvaoğlu'nun bugün yayımlanan 'Öcalan’ın avukatlarıyla' adlı yazısı şöyle:
Öcalan’ın avukatlarıyla
Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla ben de görüştüm. Gazetelerde Öcalan’ın görüşlerini onların yansıttığını okuyordum.
Mesleki ilgi duyuyordum.
Ziyaret istekleri üzerine gazetedeki odamda 2 saate yakın konuştuk. 2 avukatı ile beraber Öcalan’ın “medya sözcüsü” de gelmişti. Konuştuklarımız arasında “yazılmamak koşullu” hiçbir “özel” olmadı.
Böyle görüşmelerde bazen karşılıklı yanlış anlaşılma/algılama olabiliyor.
Biz de bundan sakınmak için gazetemizin muhabiri Burcu Karakaş ile birlikteydik.
Burcu konuya yabancı değil. Marmara Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okudu, Boston Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Tez konusu “Diyarbakır Askeri Cezaevi...”
Onun da katıldığı konuşmaları özenle not aldı.
Aşağıdaki satırlarım bu notlardan alıntılarla harmanlanmış görüşlerim, gözlemlerim, izlenimlerimdir.
İMRALI’DA YAŞAM FOTOĞRAFLARI
Abdullah Öcalan -kabul edilsin ya da edilmesin- sorunun çözüm devresinde.
Fikir üretiminde, Türkiye’nin ve elbette Güneydoğu’nun nabzını tutabilmesi önemli.
Güneydoğu’dan Batı’ya tüm Türkiye’de oluşan psikolojiyi izleyebiliyor mu?
Özellikle, toplumda “artık kanın durması” psikolojisinin yükselişini...
Silah ve kanla beslenen damarın kurumadığını ama zayıflamakta olduğunu yeterince algılama olanağı var mı?
Bunun için sürekli “güncelleşmesi” gerek.
Oysa, avukatlarından dinlediğime göre “televizyonu yok...”
Sadece haberleri değil, tartışma programlarını, toplumun çeşitli kesimleriyle röportajları, küresel çerçevede değişimleri izleyemiyor.
10 yıl öncesinin gözlemleri yetersiz kalabilir.
Avukatlarının her defasında 1 saatle sınırlı görüşmelerde anlattıkları, güncelden satırbaşları olabiliyor.
Gerçi İmralı’da diğer mahkûmlarla günlük sohbetleri oluyor ama bunlar da dolaylı edinilen bilgiler.
Diğer mahkûmlardan 4’ü PKK’lı, biri ise sol silahlı örgütlerden birinin mensubu.
Hepsinin yaşları 40-50 aralığında. Bu vesileyle Öcalan’ın da 62 yaşında olduğunu belirteyim.
Yıllar görüntüsünü çok değiştirdi mi?
Avukatları “çok da fazla değişmediğini, biraz zayıfladığını, gözlük kullandığını” söylediler. “Bıyıkları da Nietzsche’nin bıyıklarına benzemeye başlamış.”
Elbette bunca konu arasında “bıyık” muhabbeti yapılmadı.
Öcalan’ın “ecelimle bile ölsem inanmazlar, ortalık karışır, çok kötü şeyler olabilir” söylemi bağlamında fiziki değişimi “sağlık” genel başlığı altında konuşuldu.
Nietzsche için bir başka açıdan bakalım.
Öcalan hapishanede bine yakın kitap okumuş. Özellikle tarih, felsefe, sosyoloji kitapları. Hegel’in “Tinin Fenomenolojisi”ni de okumuş. Bu zenginleşen altyapı sanırım siyasete yaklaşımında -belki- eski sertliklerini törpülemiş olabilir.
Ya din?
“Dine yönelmesi yok, dini arayış yok, dine yüklediği anlamlar var, İslam’da reformu savunuyor, dinin afyon etkisi yarattığını değil, kitleleri motive ettiği ve Türk solunun din konusunda stratejik hata yaptığı görüşünde” cevabını aldım.
Eski “keskin” söylemini hatırlıyorum.
Uçurum çizmiyor artık...
Avukatları “dağa türbanla çıkan genç kızların orada 1 ay sonra türbansız döndüklerini” söylüyor.
Onlara göre “dağda aşırı sekülerlik var.”
Sonuç, eğer Öcalan’ın silahsız çözüm için bir katkısı olacaksa -ki buna hiç ihtimal verilmese İmralı’da diyalog kurulmazdı- Öcalan’ın köşelerindeki törpülenmeyle, toplumdaki “silahsız çözüm” psikolojisinin kesişme sürecinden söz edebiliriz.
Ancak...
Öcalan’ın bu psikolojiyi saptayacak güncelleşme olanağının varlığından kuşkuluyum.
HİZBULLAH’A VE SÖZLEŞMELİ ASKERLİĞE TEPKİ
Öcalan’ın avukatları İmralı’da “Hizbullahçıların tahliyesine ve sözleşmeli askerliğe kuşku oluştuğunu” söylediler.
Bir gün önce İmralı’da oldukları için izlenimleri tazeydi.
“Hizbullah’ın gene PKK’yı kırmak için kullanılacağı” kaygısını dile getirdiler.
“50 bin kişilik paralı ordu. Sözleşmeli askerleri de bize karşı mı kullanacaklar” diye bir kuşkuyu da yansıttılar.
Ve sorusu şuymuş: “Bu nasıl açılım?”
Öcalan’ın AKP iktidarı için bu nedenlerle de kafasında cevaplayamadığı soru işaretlerine vurgu yaptılar.
Peki, “Öcalan’ın kişisel beklentileri?”
Cevap: “Yok... Sorumluluk hissediyor ve sorunu çözmek istiyor.”
Öcalan’ın mutlak olanak sözü geçer mi? Karayılan’ın New York Times’a verdiği demeç bunu yansıtmıyor.
Avukatları “Karayılan’ın sözlerinin yanlış algılandığını, coğrafi mesafelerin işaret edilmiş olabileceğini” anlatan bir izah getirdiler.
Ya DTK’da tartışılan son taslak? Öcalan bu taslağı eleştirmiş “hassasiyetleri gözetmek gerektiğini” söylemiş. “Yeni bir Kürt devleti çözüm olmaz, sorunları çoğaltır” demiş.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir’in “silahlı mücadele geride kalıyor” sözleri üzerine azarlanışı, bir eşbaşkan getirilişi nedir?
Avukatların bu ve benzeri “bölgede çok seslilik üzerinde vesayet” eksenli sorulara cevapları şöyle:
“Farklı görüşler dile getirilsin ama aranızda ortak görüş oluşsun. Her aklına gelen kafasına göre konuşmasın. Baydemir’e kadın eşbaşkan getirildi. Bu genel prensiptir. Her kurumda kadın eşbaşkanlar var. Kadın, erkek eşitliği açısından yapılan bir şey...”
Benim sorum KCK içindeki değil, dışındaki farklı seslerle ilgiliydi.
Farklı siyasetlerin olması gerektiğine ve bunlar üzerinde vesayetin yanlışlığına işaret etmek istemiştim.
Geçelim... Görüşme notlarıma -araya başka bir güncel zorunluluk girmezse- yarın da devam...
Şiddete her zaman karşı oldum, gene karşıyım.
Artık kan akmaması, Türkiye’nin barış içinde bütünlüğünü koruması, Atatürk’ün çağdaş Türkiye hedefi için hepimize görev düştüğüne inanıyorum,