T24 - Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Meclis Taburu'nun korunması gerektiğini belirterek, "Bunlar askeri birlik değil, bir tür tören birliğiydi" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Vatan Gazetesi'nin güncel konulara ilişkin sorularını yanıtladı.
- TBMM, Dolmabahçe artık polislere emanet. Bu yeni görüntünün “yakışmadığını” düşünenler de var?
Ben galiba biraz muhafazakarım. Ya da muhafazakar yönüm derinde vardı, şimdi öne çıkmaya başladı. Bazı geleneklerin korunmasının daha güzel olduğu kanısındayım. Örneğin bir önyargıyla parlamentonun Genel Kurul salonu eleştirildi ve bugünkü hiçbir kimliği olmayan yeni salon ortaya çıktı. Eski Meclis’i biliyorum. Eski salonun bir ağırlığı, ciddiyeti eski deyimle mehabeti vardı. Ama ceylan derisi koltuklar geldi ve Meclis’in ciddiyeti bir anlamda yok edildi. Muhafız taburunu kaldırırken de bence biraz daha düşünülse iyi olurdu.
- Dünyada da örnekleri var aslında?
Öyle. Geleneksel olarak parlamentolar, cumhurbaşkanlığı makamları muhafız kıtası, taburu gibi askeri birlikler tarafından korunur. Çünkü aslında bunlar askeri birlik değil, bir tür tören birliğidir. Sanıyorum ki o görüntü Meclis’e, Cumhurbaşkanlığı’na daha çok yakışır. Dolmabahçe Sarayı’nın kapısında polis ekibi gördüğümde ‘güvenlik içindir’ diyorum. Ama oradaki nöbet, askerin yapacağı bir şeydir. Görüntü itibariyle sanıyorum dünya parlamentoları da tarihi mekanları da böyledir.
- İçinize sinmedi mi?
Çok içime sinmedi.
- Köşk’ten de çıkmalı mı?
Hayır. Muhafız taburu, muhafız kıtası gibi tören birliklerinin çok ciddiyetle korunması gerektiği düşüncesindeyim.
- Cumhurbaşkanı’nın görev süresiyle ilgili tartışma sürüyor. Biraz geç kalınmadı mı bu düzenleme için?
TBMM, Cumhurbaşkanı seçimi usulüyle ilgili bir yasa çıkaracak ve yeni seçimlerin hangi tarihte olacağı yasaya konulacak. Tartışma kapanacak. Anayasa değişikliği yapılırken, konulup baştan halledilebilirdi. Ama madem Cumhurbaşkanı’nın seçim usulüyle ilgili bir yasa çıkacak, orada da bu açıklık getirilebilir. Genel kanaat böyle ve ben de buna olabilir gözüyle bakıyorum. Cumhurbaşkanı 7 yıl için seçildi, ama ondan sonra da bir anayasa değişikliği yapıldı. Yeni sistem getirilince, mevcut Cumhurbaşkanının seçildiği süredeki hukuku ortadan kaldırılacak mı? “Kaldırılabilir” derseniz, anayasa hukuku bu tartışmaya imkan veriyor. Bence seçilmiş cumhurbaşkanın, seçildiği süreyle ilgili hukukunu korumak gerekir. Yeni sis7emi, yeni dönemde başlatmak siyasi nezakete de daha uygun. Anayasa hukuku açısından tartışılabilir. Ama seçilmiş cumhurbaşkanına, seçildiği süreyle ilgili haklarını vermek, sanıyorum siyasi zerafete daha uygun olacaktır.
- Kabineden de farklı sesler çıktı?
Anayasa’da hüküm olmadığı için tartışma kapısı açılabiliyor. Pür anayasa hukuku açısından baktığınızda farklı tartışmalar olabilir. Ama 5 yıla çektik, bu mantıkla üç yıla da çekebilirdik. O da çok zarif bir davranış görünmüyor. Seçildiği dönemin hukukunu, Sayın Cumhurbaşkanı’na bırakmak, daha zarif bir davranıştır bana göre.
- KCK operasyonlarında yine gazeteciler tutuklandı. Demokratik bir ülkede bu kadar çok gazeteci cezaevinde olabilir mi?
Tutukluluk ve gözaltı süreleriyle ilgili hakkaniyet sınırlarını zorlamayan, objektif düzenlemeler yapılmalı. Ben haksız tutuklama, gözaltı yaşamış bir insanım. “3 gün gözaltı, 3 yıl tutukluluk nedir ki! Suçsuzsan beraat eder çıkarsın” denilemez. Çünkü o sürede çevreniz bir daha telafi edemeyeceğiniz mağduriyetleri yaşayabilir. O yüzden bu işlere bizim bir daha bakmamız gerekiyor. Ben yargının demokratikleşme sürecini içselleştirdiği kanaatinde değilim. Yargı dünyanın her yerinde ekonomik ve sosyal gelişmelerin hep gerisinden gelir. Türkiye’de özellikle böyledir. Yargı mekanizması darbe dönemlerinde, darbecilerin suç ortağı olmuştur. Onların hukuki zeminini hazırlamış, kurgulamış, uygulamış ve kraldan fazla kralcı olmuştur.
- Bu dönemde?
Bu dönemde de yargının Türkiye’deki demokratikleşme doğrultusunu, sürecini yeterince kavrayabildiğini zannetmiyorum. Genel olarak sadece bunu söylemek isterim. Kıdemli bir hukukçuyum ve yaşamım siyaset, anayasa hukukuyla uğraşmakla geçti. Yargı ne zaman erki ele geçirmişse, kendisini acımasızca gücünü gösterme dürtüsüne kaptırmıştır. Bu dönemde de kendilerine göre böyle bir süreci yakaladıkları kanaatindeyim.
- Ama bu arada da Ergenekon, KCK tutuklamalarının sağlamlığına olan güven azalıyor...
Çok önemsiyorum bu soruşturmaları. Ergenekon’u Türkiye tarihinin en önemli hukuk tartışmalarından biri olarak gördüğümü hep söyledim. Ama fazla yayılması, bazen sadece bu mekanizmalar içinde bazı kişilere selam verdiği iddiasıyla insanların gözaltına alınması, tutuklanması, sorgulanması, işin ciddiyetini zedeliyor. Sonuç alınmasını da engelliyor. Kaç yıl oldu ama mahkemeye yeni çıkan insanlar var. Bu demokratik bir ortamda kabul edilemez. Bir siyasetçi olmanın ötesinde, bir yurttaş olarak vicdani bir ihtiyaç olarak bunu söylüyorum.
- Zarakolu’nun tutuklanması sonrasında üzüntü duyduğunuzu söylediniz. Vedat Türkali, ‘Üzülmek yetmez’ dedi...
Hâlâ üzülüyorum. Ama ben Adalet Bakanı, Yargıtay Başkanı değilim. Hükümetin kültür, sanat, turizm işlerinden sorumlu bir üyesiyim. Kamuoyunda barışçı ve demokratik bir kanaat ortamının oluşmasına katkı yapmaya çalışan bir siyaset adamı olarak kaygılarımı söyledim. ‘Kendisini yıllardır tanıyorum, bu işlerle ilgisi olmadığı kanaatindeyim’ dedim ve hala da aynı kanaatteyim. Ama gerçek gerekçeleri ne zaman öğreneceğiz bilmiyorum.
- Silivri duruşmalarını, bu soruşturmaları 12 Eylül 1980 dönemiyle kıyaslayanlar oluyor...
O tür benzetmeler yapılmasını istemem. Bu tartışmalar başladığında birtakım bombalamalar, sabotajlar, silahlı eylemler, ortalığı karıştırmak isteyen çeteyle ilgili suçlamalar gündeme geldi ve bir sorgu başladı. Hepimiz çok heyecanlandık. Ama yazarlara, çizerlere, aydınlara, bir yerlerde konuşanlara, hükümeti eleştirenlere iş yayılırsa, bu içinden çıkılmaz bir hale döner. Böyle demokratik düzeni bozma iddiasının failleri birkaç yıl içinde ceza görmüyorsa; bu bir süre sonra kamu vicdanında tartışılmaya başlar. Oraya doğru gidiyoruz. Kaç yıl oldu, ben sonuç görmek istiyorum. İsim saymayayım ama hepimizin vicdanında mahkum olmuş olan, Danıştay saldırısı gibi eylemli olarak bu işin içinde olduğunu bildiğimiz bir takım isim ve çevreler var. Bunlarla ilgili bir mahkumiyet kararı görmek istiyorum.
- Ayhan Çarkın’ın açıklamaları üzerine mezar aranıyor. Asıl araştırılması gerekenler bu faili meçhuller değil mi?
İşin oralara doğru dönmesi lazımdı zaten. Bu tartışmaların geçmiş yıllardaki faili meçhullere dönmesi gerekirdi. Çok başka yerlere doğru dağıldı. Türkiye’nin gerçekten öyle bir karanlık dönemi var. Faili meçhuller, Susurluk öncesi ve sonrası, devletin tepesiyle işbirliği içinde bir takım olayların kotarılması, Türkiye’nin içinden çıkılmaz bir terör belasıyla yüz yüze kalmasıyla ilgili çok ciddi bir hesaplaşmaya ihtiyacı var. Ama soruşturma her alana yayıldı. Hukuk eğitimi görmüş bir vatandaş olarak, yargıdan geçmişte başı ağrımış, yargının tutumunu kürsünün her tarafından bilen bir hukukçu olarak bir karar, hüküm görmek istiyorum. Ama söyleyebileceğim yurttaş olarak böyle bir itirazdır. Sevgili Türkali’nin sorusuna somut başka yanıt verme imkanım yok.
2006 kararı yanlış
- Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerde tıraşlama yapılacak mı?
Oradaki gökdelenler tarihi surların tecrit bandının dışında ama İstanbul Tarihi Alan Yönetiminin de sınırları içinde. Korunması gereken bir alanda, fakat bizim değil, Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğunda. Planları Zeytinburnu ve Büyükşehir yapıyor. 2006’da yakın çevrede bizim yaptığımız planlamalar olmuş. Fakat buralarda da turizm olması şartı getirilmiş. Belediyeler bunları emsal gösteriyor ama turizme tahsis edilmiş alanlar bunlar. Ayrıca, Turizm Bakanlığı 2006’da yanlış da yapmış olabilir, ki ben yanlış yapıldığı kanaatindeyim.
- O zaman siz henüz bakan değildiniz...
Değildim. Şimdi o planları revize ediyorum. Binaların yüksekliklerini indirmeye, yoğunlukları azaltmaya çalışıyorum. Başlamış bazı inşaatlar var henüz ama hiçbir kötü örnek oluşmamış. Eski yıllarda yapılmış bir planlama hatasını, üstelik de surlara 2 kilometre daha yakın bir yerde örnek göstererek izin vermişler. Yeşil alan fazla kalsın diye yüksekliği sınırsız bırakmışlar. Bu kabul edilebilir bir şey değil! Hemen 250 metre yakınında Yedikule Surları, tarihi bölge başlıyor. Seçimden sonra İstanbul’a gittiğimde şehre Marmara yönünden girerken yükselen bu binaları görüp, tarihi yarım adanın görüntüsünü basacağı, gökdelenlerin arkadaki kubbe ve minareleri ezeceği kaygısıyla ilgili tüm birimlere uyarı yazıları yazdım. İstanbul’a ileride bir uyarı gelirse, sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu söyledim. Onlar da gerekçe olarak Turizm Bakanlığı’nca yapılmış eski planları örnek göstermeye çalıştılar.
- Bir de toplantı yapıldı galiba?
Evet. Kimse mazeret aramasın! Burada bir yanlış var. Yanlış olduğunu herkes kabul ediyor ama hatayı kendinde değil başkasında arıyor. Biz de yanlıştan nasıl döneriz, bir tıraşlama mı yaparız diyerek sayın Valinin başkanlığında bir komite oluşturduk. Umarım olumlu bir sonuç çıkarırlar.
- Sizin yetkinizde olsa ne yapardınız?
Doğrudan sorumluluğum olsa, derhal durdururdum. İstanbul’da tarihi silueti bozmayacak alanlarda gökdelen yapılabilir. Tarihi silueti bozan alanlarda yapılmış olan gökdelenlerin hepsi yanlıştır! Bundan sonra yapılması da aynı yanlışta ısrar etmektir. New York’ta var diyorlar. İyi de burası Manhattan değil ki! Manhattan 200 yıl önce bataklıktı. İstanbul ise 2 bin yıl önce bir imparatorluk başkentiydi. İstanbul müstesna bir dünya bir parçasıdır. Sadece Zeytinburnu için değil Boğaz’dakiler için de söylüyorum. Kuzeyden gelirken Boğaz’daki yüksek binalar tarihi silueti eziyor. İstanbul’un siluetini yok etmeye hiç kimsenin hakkı yok. İstanbul’un silüeti herhangi bir rant kaygısına feda edilemez.
"İstanbul 2010'un vergisine talibiz"
- İstanbul 2010 Kültür Başkenti dedik ama 2012 geldi hâlâ vergi toplanıyor...
Aslında bir vergi toplanmadı. Maliye bir kaynak üretti. Akaryakıttan bir kuruş gibi bir kesinti yapılıyordu. O kesintiden kaynak yaratıldı, Maliye’de birikiyor. Bir kuruşun kimseye bir eksiklik getirdiği yok, ama orada ciddi bir fon birikiyor. İstanbul 2010 Ajansı görevini tamamladı ama Türkiye’de tarihi yapıları restore etme, kültür merkezleri yapma ihtiyacımız bitmedi. O fonun yine bu amaçla kullanılması için çabalıyoruz. En azından bir miktarının İstanbul, Türkiye ve dünya miras alanlarındaki restorasyon ve kültür-sanat altyapısı için kullanılmasını istiyoruz.
- O zaman bu bir kuruş kalıcı vergi haline mi geldi?
Maliye şu anda bunu alıyor. Maliye’de toplanması demek, millette toplanması demektir. İstiyorum ki gelişigüzel ihtiyaçlara kullanılmak yerine, kültür ve sanat altyapısı için bize verilsin. Bunu resmi bir talep haline dönüştürmek istiyoruz ve bu doğrultuda Bakanlar Kurulu için bir hazırlık yapıyoruz.
- O paralar da duble yollara gitmesin?
- O da vatana, millete gidiyor. Önemli olan doğru yerlerde kullanılsın. Bir hastane, okul, üniversite yapılıyor ve Maliye oraya destek veriyorsa ve bunları da 1 kuruşla yapıyorsa helal olsun bence.
- 2010 için toplanan bir verginin kalıcı olmasını biraz tuhaf bulmuyor musunuz?
Ama bakın vatandaşın tescilli evini yapıyoruz, restorasyonuna yardım ediyoruz. Manastır var, türbe var, cami var, kilise var.. Hepsini restore etmeye çalışıyoruz. Bunun kaynağı bir yerden gelecek elbette. Maliye dediğimiz, milletin hazinesidir. Bir kuruş için ben helal olsun derim. Vergi olmadan devlet olmaz. Benim gözümde Batı toplumlarından temel ayrılığımız, bizim vergimizi iradi olarak vermemizdir. Batı’da vatandaş vergisini veriyor, arkasını takip ediyorlar. Biz zorla verdiğimiz için arkasını bırakıyoruz. Vatandaş vergiyi devletin zorla aldığı bir katkı payı sayıyor. Netice itibariyle, biz teklifte bulunacağız, bu 1 kuruş sürekli bir kaynak gelsin istiyoruz.
- Peki hepsine mi talipsiniz?
Ben hepsine talibim de (gülüyor) bir kısmı da işimizi görür. Bütçemizde benim dönemimde ciddi bir artış oldu ama yine de yetmiyor. Böyle bir kaynak bizi çok rahatlatır. Türkiye’de artık tarihi yapıara sahip çıkma bilinci uyanmaya başladı.
Çekim izni artık bakanda
- Kutsal Emanetler odasında Kurtlar Vadisi için çekim yapılması meselesi sonuca ulaştı mı?
Ulaştık. Arkadaşları uyardım.
- Neden izin vermişler?
Aslında izni iyi niyetle vermişler. “Çekimler sırasında mekana fazla insan girmesin, oradaki objelere hiçbir şekide zarar verilmesin, çok dikkatli olunsun, senaryoya “tarihi eser kaçakçılarıyla mücadelede kararlıyız” gibi mesaj mahiyetinde replikler eklensin, hem reklamı da olur” diyerek birbirlerini ikna etmişler. “Niye karşı çıkıyorsun?” diyorlar. Öncelikle biz Topkapı Sarayı’ndaki çekimlere özel izin veriyoruz. Bir talep geldiğinde, 40 kere ölçüp biçip veriyoruz. Kutsal Emanetler’e ise bugüne kadar hiç izin vermedik. Adı üzerinde, Kutsal Emanetler. Orada gezmenin bile bir adabı var. Bu iznin verilmesi, yarın bizi başka taleplerle karşılaştırır. Sonra burası bir film platosuna döner. Bu nedenle kabul edemeyeceğimizi söyledim. Bundan sonra da böyle mekanlarda -Topkapı, Yıldız, İslam Eserleri Müzesi, Ayasofya gibi- bu tür izinler bakan onayından çıkacak.
- Dizi yapımcıları birebir sizden mi izin almak zorundalar?
Öyle. Sizin işiniz çoğalıyor deniyor ama olsun ne yapalım. Zaten çok.
Emek üst kata taşınabilir
- Emek Sineması yıkılmayacak dediniz ama ne olacak? Yine her kafadan bir ses çıkıyor galiba...
Emek Sineması’yla ilgili ciddi bir bilgilendirme toplantısına ihtiyacımız var. “Emek’i yıkacağız, yeniden yapacağız” ve ‘Yıktırmayız’ tartışmaları dışında, Emek nedir, ne olabilir diyen soğukkanlı bir tartışmaya ihtiyaç var. Emek öğrencilik yıllarımda İstanbul’un en güzel mekanlardan biriydi. Şan sinemasında konser dinler, Emek’te dünya çapında güzel filmleri izlerdik. Ama birkaç yıl önce gittim, o canım salon içler acısı haldeydi. Bundan da ibaret değil. Teknik üniversite raporunda kolon kesildiği söyleniyor. Depreme dayanıklık meselesi açısından bu önemli. Bir yandan da “Emek aynen korunmak kaydıyla üst kata alınmalı ve fuaye büyümelidir. Hatta oradan Haliç görünmelidir” deniyor.
- O projeye destek büyüyor galiba
Bence üzerinde düşünülebilir. Bu da iyi bir proje. O projede, ‘Aradaki katlara tamamen sinema sektörü girmelidir.’ deniyor. Ama Emek dediğiniz anda,“Yıktırmayız” diyen bir kesim var. İyi ama Emek benim de. ‘Emek bizimdir’ diye bağıran herkes kadar ben de Emek’i önemsiyorum. Tepki koyan o gençlerin çoğu Emek’i görmemiştir belki de... Oysa bizim gençliğimiz orada geçti. Emek’i koruyan, dünyanın kullandığı çağdaş restorasyon tekniğinin kullanıldığı bir proje bence oturulup konuşulmaya değerdir.
- Yerinde korunabilir mi?
Mümkün mü, bir daha bakılsın. Biz bu projenin sahibi değiliz. Şunu eklemek istiyorum: bu konuda yazılmış çizilmiş raporlar sakin sakin okunsa, üç saat falan tartışılsa belki bir orta yol buluruz. Korkum şu: Bir “İstemezükçü” bir anlayışla AKM 2 yıldan fazla zamandır kapalı duruyor. Bir kıyamet koparıldı gidip yargıya başvurdular. Hayatında hiç kültür merkezi gördüğünü zannetmediğim yargıçlar da durdurma ve iptal kararı verdi. AKM bugün kapalı! Emek de böyle kapalı kalırsa yazık olur. “Temizleyip içine girelim” diyorlar. Ben karışmam ama projeyi okudum, tartışılabilir buldum.
Akıl tutulması
- Fransa meclisinin kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa meclisinin küçük bir katılımla aldığı karar, bir akıl tutulmasıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün suç sayılması, özgür tartışma ve bilimsel araştırma hakkının çiğnenmesindir. Kınamaya bile değmez; çünkü evrensel hukuk önünde “yok hükmünde”dir.