Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Darbe Komisyonu'na bilgi veren eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Emre Taner'in “Şimdi ‘70-80 kişi MİT’ten FETÖ bağlantılı diye ayrıldı’ denildiği zaman dahi yadırgamamak mümkün değildir. Geçmiş döneme ait değildir, belki 2, 3, 5 kişi olabilir, ona bir itirazımız yok ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve net olduğuna dair bir izlenim vardır, bunu rahatlıkla söyleyebilirim" ifadesini değerlendirdi.
Ergin, "En temiz kalmış örgütte bile bu rakamların ortaya çıkabilmiş olması kaygı verici bir durumdur" diye yazdı.
Sedat Ergin'in "15 Temmuz ve istihbarat (6): Gülenciler MİT’e ne kadar sızdı" başlığıyla yayımlanan (4 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
“Şimdi ‘70-80 kişi MİT’ten FETÖ bağlantılı diye ayrıldı’ denildiği zaman dahi yadırgamamak mümkün değildir. Geçmiş döneme ait değildir, belki 2, 3, 5 kişi olabilir, ona bir itirazımız yok ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve net olduğuna dair bir izlenim vardır, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. MİT devlet kurumları içerisinde FETÖ anlamında ve diğer yıkıcı örgütler anlamında en temiz kalmış örgüttür...”
15 Temmuz darbe girişiminde Genelkurmay Karargâhı’nda derdest edilen generallerden biri, kamuoyunun görevi nedeniyle yakından tanıdığı bir isim olan Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanı Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü’dür.
Özkürkçü, 15 Temmuz akşamı Genelkurmay Karargâhı’nda özel kuvvetler mensupları tarafından elleri ve ayakları bağlanarak derdest edilmiştir. Akıncı üssüne götürülen tuğgeneral ertesi gün akşam saatlerine kadar burada mahsur kalmıştır. Şiddet gördüğü doktor raporuyla da belgelenen Ertuğrulgazi Özkürkçü’ye 15 Temmuz’dan sonra “gazi” unvanı verilmiştir.
Buna karşılık Özkürkçü’nün adı devletin bazı resmi belgelerinde “paralelci” olarak geçebiliyor. Buna göre, 15 Temmuz’da darbeci generallerden Genelkurmay Personel Plan Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç’ün odasında bulunan belgeler arasından çıkan MİT kaynaklı bir raporda, Özkürkçü’nün adı “Paralel Yapıya Mensup Olan veya Olduğu Düşünülen Personel” başlıklı bir listede yer alıyor.
***
Bu bilginin, Tuğgeneral Nerim Bitlislioğlu’nun başkanlığında oluşturulan üç kişilik bir askeri bilirkişi heyetinin bu belgeler üzerinde yaptığı inceleme sonucunda 6 Mart 2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği toplam 43 sayfalık bir raporda yer aldığı anlaşılıyor.
Bu belgenin düşündürücü yönü, gerçekten de darbe girişiminde suçüstü yakalanan pek çok general ve amiralin yanı sıra darbecilerin 15 Temmuz gecesi hedef aldığı, derdest ettiği ya da kalkışmanın başarılı olması halinde devre dışı bırakmaya hazırlandığı birçok general ve amiralin de isimlerini içermesidir. Bu komutanların bir bölümü halen Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nde kritik görevlerde bulunuyor.
Peki o zaman bu askerler nasıl oluyor da “paralelci” diye raporlanabiliyor?
Sorunun yanıtına şöyle yaklaşabiliriz. Türk Silahlı Kuvvetleri kendi içinde etkili bir istihbarat sistemi işletemiyor, ayrıca kışla dışında da yasal olarak istihbaratta bulunma imkânına sahip değil. Bu durum TSK’yı kendi içine nüfuz etmiş FETÖ mensuplarını öğrenebilmek için büyük ölçüde MİT ve Emniyet’ten gelecek istihbarata bağımlı hale geliyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün özellikle istihbarat dairesinin uzun yıllar boyunca Gülenci polislerin mutlak iktidar alanı haline geldiğini hatırlatmakla yetinelim. Bu durumda Genelkurmay, Gülenci subayları Gülenci polislere soruyordu.
Peki MİT cephesinde durum neydi?
***
MİT, TSK bünyesinde istihbarat faaliyeti yürütmüyor. Teşkilat o zaman bünye dışından yürüttüğü istihbarat faaliyeti üzerinden ve ayrıca kendisine gelen ihbarlar ve duyumlara dayanarak raporlama yapıyor TSK’ya.
Bu noktada Genelkurmay MİT’ten kendi personeli hakkında bilgi talebinde bulunduğunda, MİT’in içine nüfuz etmiş olan FETÖ unsurlarının çarpıtma yapması -örneğin, kötü niyetle Gülen karşıtı subayları Gülenci gibi raporlaması- ihtimal dahilinde midir?
Bu soruyu gündeme getirmeye beni yönelten, 2010 yılından bu yana MİT Müsteşarı olarak görev yapmakta olan Hakan Fidan’ın TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’na teşkilattaki FETÖ/PDY bağlantılı personel hakkında yaptığı bilgilendirme oldu. Fidan, komisyonunun “yedinci sorusu”na verdiği yanıtta, 17 Aralık 2013’ten 15 Temmuz 2016 tarihine kadar olan iki buçuk yıllık dönem içinde 181 personel, 15 Temmuz sonrasında ise 377 personel hakkında işlem yapıldığını bildiriyor. Toplam sayı 558’dir.
Müsteşarın bilgilendirmesine göre, her iki dönemde bu personelden 167’si kamu görevinden çıkarılmış, 70’i çeşitli nedenlerle kurumla (sözleşme feshi, istifa gibi) ilişiği kesilmiş, 272 TSK/Emniyet personelinin geçici görevlendirilmesi sonlandırılmıştır. Teşkilatla ilişiği kesilen toplam personel sayısı 509’dur. Bunların dışında kalan 49 personel hakkında muhtelif işlemler sürüyor. Sadece 5 kişi görevine iade edilmiştir.
***
Neresinden bakılırsa bakılsın, Fidan’ın verdiği rakamlar, bizi Gülen cemaatinin ülkenin istihbarat teşkilatına ciddi bir şekilde nüfuz etmiş olduğu gerçeği ile karşı karşıya getiriyor.
Bu veriler, Hakan Fidan’ın selefi olan ve 2005-2010 döneminde MİT Müsteşarı olarak görev yapan Emre Taner’in TBMM Komisyonu’nda kayda geçen açıklamalarının işaret ettiği tabloyla bir tezat oluşturuyor.
Emre Taner, “Benim çalıştığım dönemde MİT’e FETÖ’nün sızması sıfıra yakındır. İsterseniz almazsınız, iyi incelersiniz almazsınız, ondan sonrasını bilemem, ondan sonrasını daha sonraki yönetim cevaplayacaktır” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
“Şimdi ‘70-80 kişi MİT’ten FETÖ bağlantılı diye ayrıldı’ denildiği zaman dahi yadırgamamak mümkün değildir. Geçmiş döneme ait değildir, belki 2, 3, 5 kişi olabilir, ona bir itirazımız yok ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve net olduğuna dair bir izlenim vardır, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. MİT devlet kurumları içerisinde FETÖ anlamında ve diğer yıkıcı örgütler anlamında en temiz kalmış örgüttür...”
“En temiz kalmış örgütte” bile bu rakamların ortaya çıkabilmiş olması kaygı verici bir durumdur. Türkiye’nin 15 Temmuz’a nasıl bir güzergâh üzerinden geldiği sorusuna yanıt ararken, meselenin bu boyutunu da hesaba katmak gerekiyor.