Ekonomi

(Görüntülü Haber) Tuncay Özilhan: (Metro ihalelerinin iptali) Kamu ihalelerinde yaşanan sorunların bir örneğidir (8)

Gülseli KENARLI - Taner YENER/İSTANBUL, (DHA)  TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, "2017 yılında İstanbul'da yapılan 6 tane metro ihalesinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, bu projelerin daha ekonomik ve daha hızlı yapılması

18 Ocak 2018 15:41

Gülseli KENARLI - Taner YENER/İSTANBUL, (DHA)  TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, \"2017 yılında İstanbul\'da yapılan 6 tane metro ihalesinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, bu projelerin daha ekonomik ve daha hızlı yapılması bakımında iptal edilmiş olması, kamu ihalelerinde yaşanan sorunların da bir örneğidir. Vatandaşın parasının doğru biçimde kullanılması, kamu ihalelerinin şeffaflık ve denetlenebilirlik ilkeleri uyarınca yapılması gerekir\"dedi.


 



 


 

Özilhan, \"OHAL\'in de son kez uzatılmış olmasını temenni ediyoruz. Vatandaşlar açısından OHAL\'in etkisi sınırlı olsa da, yabancı müteşebbislerin yatırım kararları açısından olumsuz olduğunu biliyoruz\"  diye konuştu.


 



 


 

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)\'nin 48. Olağan Genel Kurulu gerçekleştirildi.



Toplantının açılışında TÜSİAD\'ın ilk başkanlık görevini üstlenen merhum Feyyaz Berker anıldı. Anmanın ardından TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Tuncay Özilhan konuşma yaptı. Özilhan konuşmasında, \"Yeni bir yıla iç politikadan ekonomiye, uluslararası ilişkilerden dünya ekonomisine, yine yoğun bir gündemle girdik. Bu yüklü gündemde dikkatimiz bir dizi güncel tartışmaya yoğunlaşıyor olsa da, bu konular hep aynı temel sorunlardan kaynaklanıyor. Bunları kökünden çözmedikçe sürekli olarak farklı kılıklarla karşımıza çıkıyorlar. Bu nedenle ben bugün bu yapısal konuları bir kez daha dikkatinize getirmek ve bunların çözümü için toplumsal mutabakat çağrısı yapmak istiyorum. Neredeyse bütün konuşmalarımda vurguluyorum; dünyanın ekonomik ve siyasi yapısında önemli değişimler yaşanıyor. Adeta dünyanın ekonomik ve siyasi karkası değişiyor. Küresel sistem tartışmaları tüm ülkelerdeki karar vericileri derinden etkiliyor. Liberal demokratik düzenin eşitlik ve adalet getirmediği, sadece batının emperyalist politikalarına hizmet ettiği iddiaları birçok ülkede güç kazanıyor. Dünyanın ağırlık merkezi batıdan doğuya doğru kayıyor. Bu sadece ekonomik güç açısından değil, siyasi ve askeri güç açısından, hatta kültürel açıdan da geçerli. Kültür ve inanç sistemleri olarak batının hegemonyası zayıflıyor, doğunun değerleri giderek yükseliyor. Geçen sene dünyada en hızlı büyüme sağlamış ülkelerin pek azında liberal ekonomi ve politika ilkelerinin geçerli olduğunu görüyoruz. Çin, devlet güdümündeki ekonomilerin, bir gün mutlaka çökeceği inancını yerle bir etti. Liberal demokrasi, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisinin boş çıktığını itiraf etmek durumundayız. Dünyanın ekonomik ve siyasi güç dengelerinin yeniden oluştuğu, adeta tektonik değişimlerin yaşandığı bu çağda, değişimin hızına ayak uydurabilmek için ülkelerin hızlı ve etkin karar alması gerekiyor. Değişime uyum sağlamak ve değişimin geniş kitleleri etkileyen sonuçlarıyla başa çıkmak için birçok ülkede, güçlü liderler dönemine girildiğini görüyoruz. Peki bu durum liberal değerleri anlamsızlaştırıyor mu? Buna benim cevabım net. Eğer uzun dönem eğilimleri açısından bakıyorsak, ki sadece kendi çıkarımızı değil çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini düşündüğümüzde mutlaka uzun dönemli bakmamız gerekiyor. Çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimler dünyada refah ve barışı sağlamakta açık ara önde\" dedi.  


 



 


 

\"ESKİ SİSTEMİ YENİDEN KURMAYA ÇALIŞMAK BAŞARISIZLIK VE HAYAL KIRIKLIĞI DOĞURUR\"







Tuncay Özilhan, \"Ekonomik ve sosyal dönüşümler arasındaki uyumsuzluk dünya için olduğu kadar Türkiye içinde geçerlidir. 1890 sonrasında Türkiye önemli değişimler geçirdi. Bu değişimlerin başında da kentleşme vardı. 1950\'de 1980\'lere kadar kent nüfusu toplumun yüzde 25 idi. 80 sonrasında kent nüfusu çok hızlı arttı. Toplumun yüzde 70\'i kentlerde yaşar hale geldi. Son 30 yılda kent nüfusu 40 milyon artarken, köy nüfusu 8 milyon civarında kaldı. Bu değişim toplumsal hayatın her alanını etkiliyor. Sosyolojideki bu değişime ekonomik ve siyasi hayatın ayak uydurması gerekir. Sosyolojideki değişime iş hayatı ve siyasi partiler uzun süre direnemezler. Er ya da geç, şöyle ya da böyle bu uyum sağlanmak durumundadır. Türkiye hem kendi içinde, hem küresel düzeyde meydana gelen gelişmeyi iyi tahlil etmeli. Hala eskiyi geri getirmeyi çalışmak günün gerçekleri ile uyumlu olmadığı için yapılabilir değil. Eski sistemi yeniden kurmaya çalışmak başarısızlık ve hayal kırıklığı doğurur. Yapmamız gereken şey Türkiye\'nin bu değişime uyum sağlamasını sağlamaktır. Değişime alışmak, ayak uydurmak zorundayız. Her şeyden önce, siyasi partiler, iktidarıyla, muhalefetiyle bu değişimi doğru okumak, bir gelecek vizyonu ortaya koymak, Türkiye\'nin temel sorunlarına çözüm üretmek ve toplumu geleceğe hazırlayacak projeler üretmek durumunda. Geleceğe ilişkin beklentilerin ve umudun olmadığı bir coğrafya, kendi içinde kavgaya tutuşur. Toplum karşıt kamplara ayrışır. Çözümsüzlüğün ve ümitsizliğin sorumluluğu karşı kampa yıkılır. Bu sürecin, hiç kimsenin tercih etmeyeceği bir durumla sonuçlanmaması için, herkes üstüne düşeni, bugün yapmalı. İktidar tüm toplumu kucaklamalı, muhalefetin önünü açmalı, sorunlarımızı beraberce aşmak için, daha iyiyi hep beraber bulmak için topluma tartışma ortamı sağlamalı. Muhalefet yapıcı projelerle halka umut aşılamalı\" şeklinde konuştu. 


 



 


 

\"YÜZDE 51\'İN ONAYI DEĞİL, YÜZDE 100\'ÜN KATILIMI HEDEFLENİRSE, ÜSTESİNDEN GELİNEMEYECEK PROBLEM KALMAZ\"







Özilhan, \"Türkiye\'nin temel sorunlarının çözülmesi için tüm toplum net bir vizyon altında kenetlenmeli. Vizyonun hayata geçirilmesi için iki şey gereklidir: güçlü siyasi liderlik ve bu vizyonun farklı alanlarda nasıl hayata geçirileceğinin iyi biçimde somutlaştırılması. Vizyonun aşağı doğru uygulanması için farklı kesimlerin bir araya gelmesi, daha fazla istişare yapılması, toplumun tamamının harekete geçmesi gerekir. Yüzde 51\'in onayı değil, yüzde 100\'ün katılımı hedeflenirse, üstesinden gelinemeyecek problem kalmaz\" dedi.


 



 


 

\"TÜRKİYE\'NİN TOPLAM NET BORÇ STOKU GAYRİ SAFİ YURTİÇİ HASILASININ ÜÇTE BİRİNE DAYANMIŞ DURUMDA\"







TUncay Özilhan, \"Son dönemde elde edilen yüksek büyüme hızına rağmen, ekonomide yapısal sorunlar var. Sorunlar karşısında nihai çözüm yerine geçici önlemlerle yetiniliyor. 1990\'lardaki ekonomik sorunlarımız adeta bir bir geri dönüyor. TL\'nin değerinde yine aşırı dalgalanmalar yaşanıyor. Fiyat istikrarını sağlamak bir yana, enflasyonu yüzde 10\'un altında tutmakta zorlanıyoruz. Cari açık, yeniden gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 5\'lerine doğru tırmanışta. 2000\'li yıllarda makro ekonomik istikrarı sağlamakta en etkili politikalardan biri olan bütçe disiplini eskisi gibi değil, bütçe dengesinde bozulma eğilimi başladı. Doğrudan yatırımlar 10 sene önceki seviyenin yarısına düştü. Türkiye\'nin toplam net borç stoku gayri safi yurtiçi hasılasının üçte birine dayanmış durumda. Özel sektörün yurtdışı borçları 235 milyar dolara ulaştı. Hane halkları bile artık daha borçlu. Kredi Garanti Fonu sayesinde geçen sene bankalar reel sektörü finanse etmiş; bu sayede büyüme hızlanmıştı. Fakat kredi artış hızı artık reel olarak durma noktasına geldi. Artık bankacılığın reel sektörü destekleme imkanının kalmadığı yorumları yapılıyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de, bankaların büyümeyi finanse etme kapasitesinin azaldığına dikkat çekiyor. Büyüme, kredi genişlemesine, krediler de yurtdışından borçlanmaya endeksli. Şu veya bu sebepten dolayı yeterli dış kaynak temin edilemezse, ekonominin çarkları dönmez hale gelecek. Şirketler zor durumda kalınca, bankalara geri dönmeyen kredi tutarı artacak. Bankalar kredileri daha da kısmak zorunda kalacak. Biliyoruz ki finansal krizler böyle başlar\" diye konuştu.


 



 


 

\"TÜRKİYE ÜRETMİYOR. HEM TARIM, HEM DE SANAYİ ÜRETİMİNDE KAN KAYBEDİYORUZ\"







Tuncay Özilhan, \"1990\'ların geri gelen sorunlarına ilaveten bir de yeni sorunlar var. Türkiye üretmiyor. Hem tarım, hem de sanayi üretiminde kan kaybediyoruz. 1990\'larda tarım ve sanayinin gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı yüzde40\'ların üzerinde idi. Artık bu oran yüzde 30\'ların altına indi. Üretmeden tüketiyoruz. Tüketmek için de borçlanıyoruz. Fabrika arsaları ve tarlalarda inşaatlar yükseliyor. Büyüme kentsel ranta dayalı olursa, sınırlarını da rant çizer. Nüfus artışı yavaşlayıp, kentleşmenin sınırına gelinince, rantın da sonuna gelinir. Oysa büyümeyi sürekli olarak yüksek seviyelerde tutmak için üretime dayalı bir ekonomik yapı şarttır. Üretime dayalı olmayan büyüme süreçlerinin sonu, her yerde, hep hüsran olmuştur. Sağlam temel üzerine kurulmayan yüksek binalar çöker. Türkiye bunu geçmişte gördü. Hem de kaç sefer.  Ekonominin temelinin sağlam olması için, büyümenin adil rekabete ve üretime dayalı olması gerekir.  Adil rekabete ve üretime dayalı bir ekonominin en büyük düşmanı enflasyondur. Enflasyon-kur-faiz, sarmalı, 1990\'lı yılların kayıp yıllar olarak adlandırılmasına neden olan başlıca dinamiktir. Türkiye ekonomisi bu olumsuz sarmala bir daha düşmemelidir. 







Enflasyon ve büyüme arasındaki ilişki iyi analiz edilerek fiyat istikrarı doğrultusundaki tedbirler mutlaka yeniden devreye sokulmalıdır. 







Enflasyon kontrol edilmelidir ki, TL istikrara kavuşsun, değeri tahmin edilebilir olsun. Enflasyonun düşük seviyelerde seyretmediği ve kurun öngörülemediği durumlarda, girişimci hesap-kitap yapamaz ve yatırıma cesaret edemez. Yatırımın getirisini hesaplamak zorlaştıkça, yatırım spekülatif alanlara kayar. Yatırımlar, büyük kazanç umuduyla riski yüksek alanlara yapılır. Hal böyle olunca fabrika yatırımlarının yerini, fabrika arsası yatırımları alır, fabrikalar, konuta AVM\'ye döner. Sağlam bir ekonominin ön şartı, adil rekabet ortamının sağlanmasıdır\" şeklinde konuştu. 


 



 


 

\"OHAL\'İN DE SON KEZ UZATILMIŞ OLMASINI TEMENNİ EDİYORUZ\"







Özilhan, \"Adil rekabet ortamı bir başka temel sorun alanına işaret eder. Adil rekabeti hukuk devleti sağlar. Türkiye\'nin AB üyeliği yolunda ilerlediği, yargı erkinin bağımsızlık ve tarafsızlığının arttığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişlediği, hukuk devletinin güçlendiği yıllar, aynı zamanda, Türkiye\'nin tüm tarihi boyunca en yüksek büyüme hızlarına ulaştığı ve yıllık 20 milyar dolarları bulan doğrudan yatırımları çekebildiği yıllardır. Bu süreçte aksama algısının oluştuğu yıllarda ise büyüme düşmüş ve doğrudan yatırımlar azalmıştır. Türkiye hukuk devleti olma doğrultusunda adım attıkça, doğrudan yatırımlar artacak, büyüme hızlanacak, istihdam artacak, aş ve iş sorunu hafifleyecektir. Bu çerçeveden bakınca, OHAL\'in de son kez uzatılmış olmasını temenni ediyoruz. Vatandaşlar açısından OHAL\'in etkisi sınırlı olsa da, yabancı müteşebbislerin yatırım kararları açısından olumsuz olduğunu biliyoruz\" diye konuştu.  


 



 


 

İPTAL EDİLEN METRO İHALELERİ 







Özilhan, \"Adil rekabet ortamı açısından sorunlu bir alan da, kamu ihaleleridir. İdareye çok fazla takdir hakkı tanıyan ve yoruma müsait mevzuat, adil rekabet ortamı ve kamu yararı açısından arzu edilmeyen niteliklerdir. 2017 yılında İstanbul için yapılan 6 metro ihalesinin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, bu projelerin daha ekonomik ve daha hızlı bir şekilde yapılabilmesi amacıyla iptal edilmiş olması, kamu ihalelerinde yaşanmakta olan sorunların bir örneğidir. Vatandaşın parasının doğru biçimde kullanılması, kamu ihalelerinin şeffaflık ve denetlenebilirlik ilkeleri uyarınca yapılmasını gerektirir. Bir başka sorunlu alan da kamuda yetki ve sorumlulukların iyi tanımlanmamış olması ve kamu yönetiminde liyakatın gözetilmemesidir. Cumhurbaşkanımız birkaç ay önce söylediği \'tekkeye mürit aramıyoruz\' sözünü bu sorunun çözümü doğrultusunda çok önemli görüyoruz. Liyakat temelinde yapılacak atamalarla devlet kurumlarının kapasitesinin artırılması ve yönetişimin güçlendirilmesi gereğinin önemini bir kez daha belirtmek isteriz\" dedi.


 



 


 

\"EĞİTİMDEKİ GERİ KALMIŞLIĞIMIZ, GELECEKTE KORKARIM DAHA DA VAHİM HALE GELECEK\"







Tuncay Özilhan, \"PISA çalışmaları, sorunların nedenini ve doğasını anlamak ve çözüm üretmek konusunda çocuklarımızın dünyadaki yaşıtlarından geride olduğunu ortaya koyuyor. Eğitimdeki geri kalmışlığımız, gelecekte korkarım daha da vahim hale gelecek. Çünkü dünya çok hızlı değişiyor. Bilgisayarlardan, nesnelerin internetinden, artırılmış gerçeklikten, robotlardan, yapay zekadan bahsettiğimiz bir ortamda, ihtiyaç duyulan beceri, daha çok şeyi ezbere bilmek değil, bilgiyi yaratıcı bir şekilde uygulayabilmektir. 







Çocuklarımızın dünyadaki değişime ayak uydurabilmelerinin bir koşulu özgür ve bilimsel akademik ortam ise, bir diğer koşulu da iyi öğretmenlerdir. En iyi yetişmiş, en nitelikli gençleri öğretmen olarak kullanabilir hale gelmeden eğitim sistemini düzeltmek mümkün değildir. Öğretmenler bilgiyi ezberletmek yerine, öğrencilerin fikirlerini özgürce söyleyebilen, özgüveni yüksek, yaratıcı, yeni fikirlere açık, eleştirel düşünebilen, inisiyatif alabilen, farklılıklara saygılı bireyler olmalarına çalışmalı. Çağa ancak böyle ayak uydurabiliriz.







Türkiye\'nin hayallerini gerçekleştirebilmesi için, ülkemizin geleceğini emanet ettiğimiz gençlerin işsizliğe, yoksulluğa mahkum olmaması için, başkalarının geliştirdiği teknolojiye bağımlı olmak yerine, kendisinin teknoloji üretebilmesi için çok kapsamlı bir eğitim seferberliği başlatmak gerekiyor\" diye konuştu.


 



 


 

\"BÜTÜN BU SORUNLARIN DÜĞÜMLENDİĞİ YER İSE DEMOKRASİ\"







Özilhan, \"Çok ciddi bir başka sorun alanı da toplumsal kamplaşma. Aynı ülkede, aynı göğün altında, aynı havayı soluyarak ama birbirimizi dinlemeden, anlamadan, güvenmeden yaşıyoruz. Adeta aramızda cam duvarlar var. Ayrışma, daha fazla ayrışma getiriyor.







Birliğimizi, bütünlüğümüzü korumak için aramızdaki farklılıkları bir tarafa bırakmak zorundayız. Bütün bu sorunların düğümlendiği yer ise demokrasi. Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, içinde bulunduğumuz güçlü liderler döneminde güçlü bir iktidara olduğu kadar güçlü bir demokrasiye de aynı anda sahip olmak, problemler karşısında Türkiye\'nin kalıcı ve kapsayıcı çözüm üretmesi için en etkili yöntem olacaktır. Demokrasinin alanının genişletildiği, hukuk devletinin hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak biçimde tesis edildiği, medya ve internet özgürlüğünün tartışılmadığı, tüm vatandaşların özgürlükler, inançlar, kültürel değerler, eğitim ve iş olanakları açısından eşit olduğu bir Türkiye\'nin tüm sorunları geride bırakacağına inanıyoruz. Milli birliğimizi perçinlemenin yolu budur\" dedi.