Gündem

Gökhan Özgün: Cumhurbaşkanı'nın Davutoğlu'nu görevden alması sivil değil, resmi darbedir

"Cumhurbaşkanlığı fiili başkanlık olmayı aştı, dev, hormonlu hakiki bir başkanlık mertebesine yükseldi"

09 Mayıs 2016 13:33

*Gökhan Özgün

Ve yine darbe oldu memleketimde. Cumhurbaşkanı, başbakanı görevinden aldı. Artık başkan diyebilirsiniz kendisine, hatta büyük başkan, çünkü Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu yetkisi yok, başbakanı atayabilir, ama görevden alamaz. Amerikan başkanı, başkan yardımcısını görevden alamaz. Ama Tayyip Erdoğan herkesi her yerden alabilir, herkesi her yere koyabilir. Bu anlamda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı fiili başkanlık olmayı aştı, dev, hormonlu hakiki bir başkanlık mertebesine yükseldi.

Demek ki, aradığı Türk tipi milli ve yerli başkanlık sistemini Rusya’da buldu. Bildiğim kadarıyla Putin’de var bu sınırsız yetkiler. Milli, yerli ve Türk tipine kattığı derinlik nedeniyle Rusya’ya ve Rus kültürüne milli bir teşekkür borçluyuz. Bir milli Matruşka heykeli dikebiliriz belki başbakanlık konutu önüne.

Ve bu darbeyle de, vesayetten velayete geçmiş olduk. Vesayet dönemi sona erdi, velayet dönemi başladı.

Cumhuriyet, Atatürk’ün velayetiyle başlamıştı, Mustafa Kemal’in ölümünden sonra velisiz kalan Türkiye, İnönü’de bir veli aradı, ama olmadı, millet küçük bir çocuk gibi onun gözlerinin içine bakarak onun elinden tutmadı, kaçınılmaz olarak vesayete geçildi. Bir türlü rüştünü ispatlayamayan bu ezeli ve ebedi çocuk millet öyle kendi haline bırakılamazdı, ona vasi olacak bir kuruma teslim edilmeliydi, T.C Silahlı Kuvvetleri’ne. Daha sonra bu çocuk millet ergenleşip vesayetin çitlerinden atlayarak kaçmayı her denediğinde, darbelendi, sille tokat vesayetin içine çekildi.

Bu böyle devam etti, ta ki ‘vesayet’, nihayet doğru ‘velayet’i bulana kadar. Tayyip Erdoğan uzun süren bir hesaplaşmadan sonra, ‘vesayet’i ikna etti ki, bu çocuk milleti öyle başıboş bırakmayacak, millete hem eski vesayetin milli disiplinini taşıtacak, bir de üzerine kendi velayetinin yerli istibdadını bindirecek. Yani, resmi ’vesayet’in tam teşekküllü sivil taşeronu olacak. Vesayeti kendi şahsi bünyesinde taşıyarak, kendi şahsi partisiyle ‘demokratik’ seçimlere sokacak. Tayyip Erdoğan seçimleri kazandığı zaman artık ‘vesayet’ de seçimleri kazanmış olacak. Vesayet, nihayet bir nevi meşruiyet kazanacak.

2016 yılında ‘vesayet’e artık böyle bir ‘upgrade’ gerekiyordu,

tek bir muhatap, yeniden bir ‘tek adam’. Batmakta olan şirketinize uzun süredir aradığınız CEO’yu bulmak gibi bir şey bu.

Modern dünyada ‘becerikli’ CEO’lara verilenlere baktığınızda,

bu anlaşmanın, bir ‘işe alma’dan ziyade bir ortaklık kıvamında olduğunu, büyük opsiyonlar karşılığında verildiğini düşünebilirsiniz.

Tayyip Erdoğan’la ‘vesayet’ arasındaki bu hesaplaşma önce bir demokrasi mücadelesi havasında tecelli etti. Sonra anladık ki, daha ziyade bir mafya hesaplaşmasını andırıyor. Önce ‘vesayet’, abes bir AKP’yi kapatma davasıyla, nedense ’şahsi’ bir girişim olarak telakki edilen 27 Nisan e-muhtırasıyla Tayyip Erdoğan’ın bacağına sıktı. Tayyip Erdoğan da bekledi, demokrasi şarkılarıyla ortalığı yumuşattı ve gücünü toplayıp Ergenekon ve Balyoz davalarıyla yüklendi. Hukuk üzerinden demokrasi mücadelesi yapılıyor, millet tarihiyle hesaplaşıyor derken, bir baktık ki, bu, milletin, demokrasinin hukukuyla alakalı değil, iki gücün birbiriyle hesaplaşma ‘hukuk’uyla alakalı. Tayyip Erdoğan da tabir caizse onların bacağına sıktı.

Hukuka güvenin % 30’lara düştüğü bir ülkede sonunda aklanmış olmaları bir şey ifade etmez, çektikleri, onlara karşılarında kimin olduğunu öğretti. Vesayet, meselenin bir özgürlük ve demokrasi meselesi değil, yeni bir iktidar paylaşımı ve devlet gücü bölüşümü meselesi olduğunu idrak etti.

Böylece, Türkiye’nin eski sahipleri rahatladı ve anlaşmaya oturdu. Artık nerede, nasıl anlaşıldı, bilmek zor, Büyükanıt’la Dolmabahçe’de mezara götürülecek sır olan konuşmada mı?

En uzun Milli Güvenlik Kurulu toplantısında mı?

Fazla uzatmaya gerek yok, çünkü devlet sırrına girebilir.

Tayyip Erdoğan’ın teklifi basitti, ekonomiyi büyüttüm, payımı isterim, devleti de büyütüyorum ve daha da derinleştiriyorum, ondan da payımı isterim. Karşılığında size mutlak, güçlü ve şiddetle merkezi bir Ankara ve devlet veririm. Batı’ya, ki ben de onlardan hiç hazzetmedim, sizin sırtınızı döndüğünüz kadar, hatta sizin arzu ettiğiniz ve fakat cesaret edemediğiniz kadar sırtımı dönerim.

Siyaseten kullanışlı Kürt meselesini tekrar sıfır noktasına çekerim. İdeolojik olarak temelde büyük bir farkımız yok, ideolojimizi Türk-müslüman yerine, müslüman-Türk olarak tashih ederiz, malzeme aynı sünni milli malzeme, ama yapımı ve sunumu biraz farklı, o kadar.

Velayetim sayesinde vesayetinize sunacağım katkılar bununla da bitmiyor. Size bakıyorum koskocaman bir savaş gemisine benziyorsunuz, frene bassanız, durmanız kilometreler alıyor,

sağa sola dönmeye kalksanız aylar yıllar geçiyor. Beni ise bir F16 gibi düşünün, sağa sola aşağı yukarı ileri geri anında dönerim. Manevra kabiliyetim büyük benim. Sırtımda sizin gibi bir ideolojik küfe yok, AKP’nin ideolojisi artık bizzat benim. Bugün Apo’yu asardım derim, yarın Apo’ya Diyarbakır’da miting yaptırırım,

öbür gün tekrar kapıyı üzerine kapatıp onu karanlığa gömerim. Memlekette yaptığımı ettiğimi sizin gibi gizlemeye de ihtiyacım yok, avanem divanem çok benim. Derin müdahelelere derin destek aramam, en sığ desteği hemen buluveririm. Kendinizi bir uçak gemisi gibi düşünün, sizden kalkarım, operasyonumu yaparım, bir F16 gibi yine size inerim.

Bu arada sizin millet ve memleket üzerinde 50 yılda yapacağınız milli ve yerli siyasi ve iktisadi deneyleri ben 3-5 yılda yapıveririm. Bak Ahmet’in milli ve yerli Ortadoğu deneyini yaptık, olmadı, bir de üstüne havaya girdi, uzatmadık, kestik biletini. Şimdi Yiğit’in milli ve yerli iktisadi deneyini yaparız, olursa olur, olmazsa, faturası ne size kesilir, ne de bana. Aklınızda milli ve yerli ne proje varsa, getirin, bedavaya, bana ve size maliyeti olmadan deneyebiliriz. Bakın çözüm sürecini ben başlattım, işler istediğim gibi gitmeyince, siyasi bedelini HDP’ye ve bir avuç liberal/demokrat aydına yıktım. Üstelik MHP de, CHP de yıkıntının altında kaldı.

Benim gözümde devlet şirket gibidir, vatandaşlar da şirketin çalışanları gibi. Oradan aklıma geldi zaten ‘vatandaşlıktan atma’ fikri, vatandaşlık işini beğenmeyeni vatandaşlıktan çıkartırsın, olur biter. Yıllarca yok 141-142, yok 163, ideolojik suçlardan içeri attınız milleti, ben olmasam, aynı kafa devam edecektiniz. Bu devirde fikir suçu olmaz, doğrudan terörist ilan edeceksin biraz garip fikri olanı, yazanı çizeni, imza vereni. Bu konuda da ben ‘update’ ettim sizi, yaratıcılığınız bitmiş, tükenmiş sizin.

Yok, Türklüğe hakaretmiş, o da ne öyle, onu da ben tamir ettim,

Cumhurbaşkanı’na hakarete çevirdim. Çok net, çok zekice  değil mi? Siyasete giriştiğim zaman halkın seçtiği cumhurbaşkanıyım, AKP’nin de başıyım. Ama bana karşı siyaset yapılırsa, bütün Türk milletinin, öyle taştan yontulmuş değil, kanlı canlı vücuda gelmiş dokunulmaz sembolüyüm.

Kendimi çok övdüm. Sizin de hakkınızı yemeyeyim, ne yaparsan yap ama bedelini başkasına ödet, bunu sizden öğrendim. Bir de şu %10 barajı var ya, o %10 barajını ayakta tutmak için yıllar içinde oluşturduğunuz milli birlik ruhu, küçük bir şey gibi görünebilir ama, başından sonuna beni o abat etti. Büyük bir öngörü.

Her yorgun vesayet, sonunda, ya yok olur ya da bir velayet bulur, canlanır, ihya olur. Şirketlerde buna ‘yeniden yapılanma’ diyorlar.

Şu şirket benzetmesi de nerden yazarın aklına düştü derseniz? Şirketlerde bile bunca yıl emek vermiş bir ‘genel müdür’ün işten çıkarılma görüşmesi 45 dakikadan fazla zaman alıyor.

Sivil darbe diyorlar, aklım almıyor, hiçbir zaman da almadı,

darbenin sivili olmaz, her darbe resmidir. Darbe tabiatıyla resmiyse, nasıl resmi? Onun gizli resmini hayal etmek ve yazmak da bize düşüyor.


Bu yazı Nokta Dergisi'nde yayımlanmıştır