2008 yılında Goethe Enstitüsü başkanlığına seçilen Klaus-Dieter Lehmann daha önce Prusya Kültür Mirası adlı vakfın başkanlığını yaptı. Çeşitli vakıflarda görev alan Lehmann kültürlerarası diyaloğa katkılarından dolayı Avusturya, Fransa ve Almanya'nın devlet nişanlarıyla ödüllendirildi.
Klaus-Dieter Lehmann Deutsche Welle'ye verdiği mülakatta Alman kültür enstitüsü ‘Goethe'nin' Türkiye'deki faaliyetleri ile ilgili soruları da yanıtladı:
Kısa süre önce Alman Haber Ajansı'nın (dpa) sorularını yanıtlarken özellikle Çin, Rusya ve Türkiye'de faaliyet göstermenin zorlaştığını söylemiştiniz. Bundan enstitü çalışanları nasıl etkileniyor?
Klaus-Dieter Lehmann: İki ayrı gelişmeden söz etmek isterim. Birincisi bulunduğumuz ülkelerden, ikincisi ise Rus ve Çin kültür enstitüleriyle başka ülkelerde rekabet halinde olmamızdan kaynaklanıyor. Önce ev sahibi ülkelere bir bakalım: Goethe Enstitüsü her zaman katılımcı olmuştur. Yani bulunduğu ülkelerin kuruluşlarıyla birlikte çalışır. Şu anda partnerlerimiz üzerindeki baskının arttığını hissediyoruz, Rusya'da çıkan sivil toplum kuruluşları ile ilgili yasa bunun bir örneği. Sanatın özgürlüğünü savunduğumuzdan Rusya'daki ortaklarımız dış ülkeler hesabına casusluk yapmadıklarını kanıtlamak zorunda kalıyorlar. Doğrudan bizim değil, bulunduğumuz ülkelerdeki sivil toplum kuruluşların (STK) etkilendiği bir durum söz konusu olan.
İkinci gelişmeye gelince: Konfüçyüs enstitülerinin sayısı hızla artıyor. Son yıllarda 500 enstitü daha açıldı. Çin kültür politikasını dış politika aracı olarak kullanıyor. Bizim öyle yapmadığımızın da bilinmesi gerekir. Sistemler arasındaki kültür rekabetinden yana olduğumuzu özellikle vurgulamak isterim. Bu benim değişmez ilkemdir. Ancak Almanya'nın hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokratik anayasaya dayalı liberal, özgürlükçü ve tartışmaya açık kamuoyu yaratarak çıkarlarını ortaya koyabileceği görüşündeyim. Bu ilkeye sadık kaldığımız takdirde uzun vadede kazançlı çıkacağımızı tahmin ediyorum.
Adı geçen üç ülkede durumun zorlaşmaya başladığını ne zaman hissettiniz?
Türkiye uzun zaman içinde ancak yavaş yavaş bu yönde gelişme gösterdi. Rusya ile Çin ise bir buçuk yıl zarfında kültür politikalarını atağa kaldırdılar. STK yasalarının çıkarılması üç, dört yıl öncesine dayanır. Rusya ve Çin gibi İsrail ve Mısır'da da aynı gelişme söz konusu. Hükümetler güvenlik gerekçesiyle yabancı kuruluşlarla işbirliğini ilgilendiren uygulamaları sertleştiriyorlar.
Siyasi güçlüklerle karşılaştığınız ülkelerde dil kurslarına ve kültür çalışmalarına talep artıyor mu, yoksa baskıya uğrama korkusuyla ilgi azalıyor mu?
Açıkça söylemek gerekirse, çalışmalarımızı sürdürebildiğimiz için biz son umut kaynağı sayılıyoruz. Birçok ülkede bazı vakıflar kapatıldı. Goethe Enstitüsü faaliyetlerini sürdürebildiğinden, eskiye nazaran çok daha çekici hale geldi. İlgi duyanlar engel dinlemiyor. Bir ay önce Kahire'deki enstitümüzün 60. Kuruluş yıldönümü kutlaması vardı. İlginin fazlalığından enstitü binası ve bahçe adam almıyordu. Herkes, ‘size güveniyoruz, aman bizi yalnız bırakmayın' diyor.
Türkiye'deki kuruluşlarınıza ilave olarak ‘Kültür için Alan' projesi de başlattınız. Bu alanlarda enstitülerden farklı olarak ne yapılıyor?
Başından itibaren bunların birer Avrupa projesi olmasına önem verdik. Fransız, Hollanda ve İsveç kültür enstitüleri dışında Anadolu Kültür ve İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı ile de birlikte çalışıyoruz. Böylece sadece Alman kuruluşu olmayıp, Türk partnerleriyle birlikte faaliyet gösterilen bir Avrupa projesi başlatmış olduk.
İzmir, Gaziantep ve Diyarbakır'daki Kültür için Alanlarımız daha küçük çaplı ve bulundukları yörenin kültürel ihtiyaçlarına odaklı çalışıyor. Alanların ikisi, kültürel faaliyetlerin mümkün olmadığı Kürt bölgelerinde bulunuyor. 10 bin euroyu aşmayacak projelerle eğitim ve umut kaynağı olmaya çalışıyoruz. Film festivalleri ve tiyatro gösterilerinin yanı sıra Türklere kültür yönetmenliği eğitimi de veriyoruz. Sergi organizasyonu ve kaynak temini için ne gerektiğini öğretiyoruz. Suriyeli mülteciler de etkinliklere katılabiliyor. Türk ortaklı, küçük ve öz projelerden bahsediyorum. Partner sayısını arttırıp 2019'da kültür alanlarında daha çaplı projeler başlatabilmeyi amaçlıyoruz.
Çalışmalarınıza hükümet nasıl tepki gösteriyor? Yerli otoriteler ile ilişkilerinizin çok daha iyi olduğu söylenebilir mi?
Yerel yetkililer bizim tarafımızda. Bakanlığa işimiz düştüğünde durum zorlaşıyor. Sorunlar başlıyor. Ama yerel düzeyde gerçek partnerlerimizin olduğunu söyleyebilirim.
Küresel krizler ortamında Goethe Enstitüsü'nü ne gibi sınavlar bekliyor?
Afrika'ya büyük önem veriyoruz. O kıtada birçok enstitümüz ve büyük kitlelere ulaşabilecek projelerimiz bulunuyor. Goethe Enstitüleri tek merkezden yönetilmediği için sorumluluk enstitülerin bulunduğu yerlerdeki yönetime devredilmişti.
2008'de başlayan planlama çalışmalarımız sırasında dünyayı 14 bölgeye ayırdık. Her bölgede 12 ila 14 Goethe Enstitüsü bulunuyor. Proje ve inisiyatif yetkisi bölgelere verildi. Merkez dışı sorumluluk sayesinde bulunulan bölgelerin hayat şartlarına göre plan yapabiliyoruz. Beklentilere imkânlarımız çerçevesinde daha çabuk karşılık vermeye çalışıyoruz. Bu aynı zamanda bir çeşit güven kredisi yerine geçiyor ve özellikle Afrika'da güven ortamını çok yakından tecrübe ediyoruz. Öncelikle kadınların eğitimi ve kültürel altyapı için çeşitli projeler başlattık. Bunlar arasında ‘Music in Afrika' ve kıtanın film festivallerini kapsayan dijital platformu sayabiliriz. Afrikalı müzisyenler dijital platform sayesinde kıtanın çok daha geniş kesimlerine kendilerini tanıtabiliyorlar. Dolayısıyla Afrika'nın öz sorumluluğuna geçişini başarıyla sağlayabildik. Bu uygulamayla sadece sanatçılara perspektif sunmayıp, topluma istikrar ve ekonomik perspektif de kazandırmış oluyoruz. Ekonomik sorunlar da böyle halledilebilse, sanat için büyük bir hizmet verilmiş olur kanaatindeyim.
Philipp Jedicke
© Deutsche Welle Türkçe