Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, bir süredir konuşulan ve tartışmalara yol açan 'ucuz et' projesinin detaylarını anlattı. Ucuz et deyince değersizleştirildiğini söyleyen Fakıbaba, bu sebeple "Fiyatı ucuzlatılmış et’ diyorum" dedi. Fakıbaba, kendisine ithal edilen etin sağlıklı olup olmadığı sorusuna, "Mümkün olduğu kadar riski sıfıra indirmek bizim görevimizdir. Arada kaçan olabilir, bu burada da olabilir, yurt dışında da olabilir" şeklinde cevap verdi.
Tepki çeken 'ithal et' konusunda da açıklamada bulunan Fakıbaba, "Bizim amacımız ithalatı devam ettirmek değil. Allah’ın izniyle ithalatı biz önleyeceğiz. Bir noktada durduracağız" ifadesini kullandı.
Hürriyet'ten İpek Özbey'in sorularını yanıtlayan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba'nın açıklaması şöyle:
- Yemekte dikkatimi çekti. Tabağınıza çok az aldınız. Hep böyle mi yersiniz?
Evet, yarım porsiyonla başlarım, doymazsam bir daha alırım. Hayatımda her şey ‘yeterince’dir.
- Evet, israfa karşı olduğunuzu biliyoruz. Koltuğa oturduğunuzda da ilk icraatınız açık büfe konusunda otelleri uyarmak oldu…
İsrafa karşıyım derken, yanlış anlaşılmasın cimri değilim. Ama hep canımı sıkmıştır bu otellerdeki israf. Yüzde 60’ın üzerinde yemek mutfağa geri dönüyor. Bunu söylediğin zaman, “Biz aşağıda kullanıyoruz” diyorlar. E onu aşağıda yiyenler de benim kardeşlerim. Tabaktan dönmeyenlerden versen daha iyi olmaz mı?
- Nasıl böyle oldunuz siz, nasıl bir evde büyüdünüz, yoksulluk çektiniz mi?
Çok fakir değil, zengin hiç değil, orta ile fakir arası bir aile. Rahmetli nenem, babam, annem ve 5 kardeşimle toplam sekiz kişiydik. Bizim zamanımızda 3-4 kilo portakal alınmazdı. 2 kilo portakal gelir, büyükten başlanır, küçüğe doğru paylaştırılırdı. En küçük bendim. Sona kalırdım. Bizim orada soframızda bulgur pilavı, fasulye, yanında turşu vardır. Ayrı ayrı tabaklar yoktu, ortadan kaşıkla yerdik. Doymak için de hızlı yemek zorundaydık. Ben hâlâ çok hızlı yemek yerim. Hekimken çok faaldim, yemeği yolda yerdim, hızlı yemeği buna bağlıyordum. Sonra biri dedi ki, “Kalabalık bir aileniz mi vardı”. “Evet” dedim. Orada anladım, aç kalmamak için hızlı yiyorduk.
- ‘Vatandaşın evine et’ meselesi de böyle çıktı galiba…
Et yemek insanların en tabii hakkıdır. Ben dar gelirli olmanın ne demek olduğunu biliyorum. Özellikle dar gelirli vatandaşın, çocukların da et yemesi lazım. Bu bir sosyal devlet anlayışı. Özel sektörün hep yanındayım ama birinci önceliğimiz dar gelirli vatandaştır. Üreten, emek veren insanlar eli öpülesidir. Bayanlar benim için çok önceliklidir. Şunu söyleyen kadın kardeşlerimiz oldu:
“Allah Fakıbaba’dan razı olsun, mutfağımız şenlendi.”
- Öncelik dar gelirli vatandaş, ama büyük eleştiriler var. “Niçin ucuz eti biz üretmiyoruz” deniyor…
Bir kere ben bunun adına ‘ucuz et’ demiyorum, ‘fiyatı ucuzlatılmış et’ diyorum.
- Farkı ne?
Ucuz et deyince değersizleştiriyoruz.
- Kafalardaki sorulardan biri de şu: Sağlıklı mı, güvenli mi, nasıl bu kadar ucuz?
Biz nasıl bir Türkiyeli olarak insanız? Avrupa’ya gittiğimizde de bize benzeyen insanlar var. Kimi mavi gözlü, kiminin de boyu uzun ama insan. Hayvan da aynıdır. Değişen bir şey yok. Allah korusun; ucuz dediğiniz şey hastalıklı olur anlarım. Ya da dana eti olmaz, o yüzden ucuzdur. O zaman endişelenmeyi anlarım.
- Sağlık açısından bir problem yok diyorsunuz, doğru mu?
Benim şüphem yok. Bakın binlerce insanız. Herkes sizin kadar başarılı olabilir mi ya da dürüst. Ben dürüst bir hekimim ama bütün hekimler dürüsttür diyebilir misiniz. Arada dürüst olmayanlar çıkabilir. Ama mümkün olduğu kadar riski sıfıra indirmek bizim görevimizdir. Arada kaçan olabilir, bu burada da olabilir, yurt dışında da olabilir.
- Siz yiyebiliyor musunuz?
Tabii ki. Vatandaşa yedirdiğim eti ben de yiyorum. Eşim gidip marketten alıyor. Bu arada eşim çok güzel yemek yapar, o bu ete onay verdi.
- Üretici “Ucuz et derken bir daha hiç et yiyemeyebiliriz. İthalat, sektörü bitirecek!” diye şikayetçi. Buna cevabınız ne?
Eğer böyle devam edersek olabilir tabii.
- Yani böyle devam etmeyecek…
Bakın bir problem varsa, onun bir acil, bir orta vadede bir de uzun vadede çözümü vardır.
- Bu acele neydi o zaman?
Alt gelir grubunun et yemesini sağlamak gerekiyordu. Amaç, piyasada regülasyonu sağlamaktı. Biz bunu yaptık. Ama orta ve uzun vadede planlarımız var.
- Madem düşebiliyordu, niçin daha önce düşürülmemiş?
Ben insanların kar etmesine karşı değilim ama her şeyin etik kuralı vardır. Ona uymak gerekir. Demek olabiliyormuş. Belki kasabınız size 50 liradan et veriyor, o sizin tercihiniz. Zaten ben de “Etin hepsini ben karşılayacağım” demiyorum ki. Sadece yüzde 8’ini karşılıyorum. Bu emri de bana Sayın Cumhurbaşkanımız verdi.
- Ne dedi?
“Fakıbaba hayırlı olsun, dar gelirli vatandaşım et yesin” dedi. Ben de bunu yapıyorum. Yaptığımız çalışmaların da semeresini aldık. Şu anda ben de, bunu satan insanlar da zarar etmiyor.
- Peki ya üretici?
İnek doğum yaptı buzağı oldu. Buzağıyı kasaba götürecek süreç yerli üreticinin işidir. Bu yerli üreticinin fiyatı yem fiyatlarından dolayı yüksektir. Mesela biz kıyma 29, kuşbaşı 35 dediğimiz zaman, Et ve Süt Kurumu’nun yerli üreticiden almış olduğu karkas et fiyatı 23.80 Liraydı. 25 liraya çıkardık, burada regülasyon yaptık. Yarın 26 da olabilir. Bizim amacımız ithalatı devam ettirmek değil. Allah’ın izniyle ithalatı biz önleyeceğiz. Fırsatçılığa karşıyım, ben işimi yaparım. İthalat; Et ve Süt Kurumu ve TMO gibi piyasayı iyi regüle etme araçlarından biridir, kullanmak gerekir. He; amacımı sorarsanız, yerli üreticiyi baş tacı etmektir.
- Baş tacı diyorsunuz ama üretici size öfke içinde…
Biliyorum. Ama ben yeni yeni desteklerle onların gönlünü kazanacağım. Mesela yerli üretici hayvanını Et ve Süt Kurumu’nda kestirirse ona 250 lira destek verilecek.
Bakan Fakıbaba, röportajı Tarım Bakanlığı’nda yemek eşliğinde yapmak istedi. Biz de böylece ‘ucuz et’i denemiş olduk. Röportaj yaparken Bakan Fakıbaba’nın üstündeki ceketi sordum, “Sayın Bakan, nereye assanız seçim kazanacak ceket bu mu” dedim. Fakıbaba, güldü sadece.
- Bunu ilk kez dile getiriyorsunuz…
Evet, ilk kez açıklıyorum. 1 Ocak’tan sonra başlayacağız. Bu; kiloda bir lira fazla veriyorum demek. Bu yetmezse yine farklı desteklerim olacak. Ben yerli üreticinin arkasındayım. Kendi gıdasını üretemeyen ülkeler tam bağımsız olamazlar. Tabii ki büyük işletmeler de önemli. Biz küçük işletmeleri hayata geçirip, onları gerçek işletme sahipleri yapmadığımız takdirde bu ithalatı önleyemeyiz.
- Tekel yıkılacak öyleyse…
Tabii ki Fenerbahçe’nin bir A takımı vardır. Ama o A takımını besleyen bir de B takımı vardır. Onu desteklemek gerekir. Bunun için bizim sözleşmeli hayvancılık yapan ailelerimizin olması lazım. En önemlisi de bunların başında kadınlarımız olmalı.
- Fenerbahçelisiniz galiba…
Evet, iyi bir Fenerbahçeliyim.
- Devam edelim; kadınlara destek mi vereceksiniz?
Annelik duygusundan dolayı herhalde kadınlar hayvanları daha çok seviyorlar. Bu bir sevgi olayı.
- Teşvik mi verilecek mesela?
Kadınların öne çıkmasını sağlayacağım. “Niye şimdiye kadar sağlamadınız” diye düşünüyor olabilirsiniz ama ben bir hekimim. Tedaviden önce teşhis gelir.
- Türkiye’nin tarımda ideal dönemleri vardı değil mi?
Belirli bir dönemde dişiler kesilmiş. Sıkıntı orada başlamış. Ne kadar ot, o kadar et ve süt. Bu çok önemli.
- Otun durumu ne peki?
Farklı şeyler deneyeceğiz. Urfa’da bir uygulama başlattık. Biliyorsunuz pamuk tarlalarında sadece pamuk ekilir. Siz 80 kuruş destek veriyorsunuz, ama üretici başka bir ürün ektiğinde o 60 kuruşa düşüyor. Ve beş ay tarla öyle kalıyor. Binlerce dönümlük alan. Genelgeyi değiştirdik. Kaba yem için destek veriyoruz. Pamuğu yine birinci ürün olarak kabul ediyoruz ama yanına yem bitkisi koyuyoruz. Hem üretici destek alıyor, hem de ikinci ürünü ekebiliyor. Toprak da bu bitkilerden dolayı güzelleşiyor. Urfa’da başladığımız bu uygulamayı bütün Türkiye’ye yayacağız.
- Ucuz et sadece iki markette satılıyor. Burada bir haksız rekabet var mı?
Benim öyle ‘şurada satılsın, burada satılsın’ gibi bir düşüncem olmaz. Esasen benim amacım tek markette satılmasıydı. Ama ihale şartnamesine göre marketin Türkiye’nin bütün il ve ilçelerinde şubesi olması gerekiyordu. Farz edelim, Ankara’da var Şırnak’ta yok. Siz Şırnak olarak demez misiniz, “ya arkadaş ben bu etten neden yemiyorum” diye? İki firma girip aynı fiyatı verince, mecburen ikisine de verdik. Bu da faydalı oldu.
- Hepsine verilse daha iyi değil miydi?
Benim amacım et satmak değil ki, piyasadaki et fiyatlarını normal seviyeye çekmek. Belediye başkanlığım zamanında da çorba evlerini ilk başlatan benim mesela. Bir mercimek çorbası, bir de ekmek ve isot var. Ücretsiz. Ben biliyordum ki o evleri açınca Urfa’da aç insan yok. Burada da amaç hiç evine et girmeyen insanların evine et sokmaktı. Bütün marketlere verirsem o zaman yerli üreticiyi mahvederim. 6 bin ton et veriyorum. Elimde 15 bin ton olsa vermem. Regülasyon yapıyorum. Normalde bu etin kilosu 10 lira diyelim. Herkes 10 liraya sattığında regülasyona gerek kalmaz zaten. Ama siz 10 liralık ete 15 lira dediğiniz an o zaman devlet baba karşınıza çıkar ve “Bir dakika ben varım” der. Ben bunu yapmaya devam edeceğim.
- Eti ucuza satanlar bizden farklı ne yapıyor da bunu başarıyor?
Onların kırmızı et tüketiminin yüzde 70’i domuz eti.
- Nereden geliyor etler?
Avrupa ve Güney Amerika’dan, Uruguay ve Brezilya’dan..
"Denetim mekanizması daha iyi çalışmalı"
- Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda denetim mekanizması iyi çalışıyor mu?
Daha iyi çalışmalı.
- Bu çok önemli, değil mi?
Herkesin görevini iyi yapması lazım. Bu bir takım oyunu. Geldiğim günden beri bu mekanizmaları daha iyi duruma nasıl getirebiliriz, onunla ilgili çalışıyorum.
- Denetim eksikliği insan sağlığını da olumsuz etkileyecek bir şey…
Neticede hepimizin bilinçli olması gerekir. Üreticinin de tüketicinin de… Satın alan kişi “Ben ne alıyorum” diye bakmalı. Yemek yiyeceğimiz lokantanın mutfağını görmek en doğal hakkımız. Biz hep böyle devlet memurundan, personelden bekliyoruz ya denetim işini, vatandaşın da dahil olması lazım. Yurt dışında sigara izmaritini yere attığınız zaman polis mi engeller, vatandaş mı? Tabii ki vatandaş. Bizde o bilinç yok. Bakanlığımda bir problem mi var. Basın da vatandaş da kontrol edecek. Kimse kimseye karışmıyor.
"Rahatsız olursam rahatsız ederim"
-Fındık üreticileri de tepkili…
Heee, bakın şimdi. CHP yürüyüş yaptı. Ben istemez miyim benim kardeşlerim fındığı 15 liraya satsın. Eğer Tarım Bakanlığı olmasaydı fındığı 5-6 liradan üreticinin elinden alacaklardı. Biz 10-10.5 liraya eski parayla 1.5 katrilyonluk fındık almışız. Bunu aldıktan sonra fiyatlar yükselmeye başladı. Orada gerçekten yerinde müdahale ettik. Merkez Bankası gibi… Bizim işimiz et almak, fındık almak değil. Ama eğer fırsatçılar varsa ki var, ben buna müdahale ederim.
- Peki niye kızıyorlardı?
Kızmasınlar. Üretmek dünyanın en kutsal işlerinden biri. Emeğe çok saygı duyan bir kardeşleriyim. Üretici, ortadaki esnaf, sanayici kim varsa hepsine saygı duyuyorum. Son basamağı tüketici. Bizim görevimiz kazan, kazan, kazan mantığını oturtmak… Tek taraflı kazançta rahatsız olurum, rahatsız olduğum zaman da rahatsız ederim.
"Rüşveti babam alsa cezalandırırım"
-Evde alışverişi kim yapar?
Eşim.
-Kaç yıldır evlisiniz?
37 yıldır... Dünyanın en tatlı insanıdır benim eşim. Onsuz yaşayamam. Alışverişi o yapar. Ben kendime gömlek bile almam, o alır.
- Urfalılara göre bir efsanesiniz...
Ya Urfalı olmak benim için harika bir şey. Urfa insanının kızmasını bile özlüyorum.
-Siz de öyleymişsiniz; aniden parlarmışsınız…
(Gülüyor) Çok kötü oluyor o ya. Durur durur boğazıma kadar geldiğinde patlarım.
-Kırmızı çizginiz var mı? Bu çizgiyi geçme dediğiniz nokta?
Haram... Özellikle para konusunda. Rüşvettir, haksız kazançtır, başkasının hakkıdır, bu konuları affetmem. Babam dahi olsa cezalandırırım. Savcılığa gönderirim. En son Sayın Kılıçdaroğlu, benim için “O paraya sahip çıkıyor, köşeyi dönmeye sahip çıkıyor” falan demiş. Benim iki kızım, bir oğlum var. Kızımın biri evde, biri avukat özel sektörde, bir oğlum var annesiyle perdeci dükkanında. Bizim yaşamımız basittir. Evde kullandığımız araba 55 bin liraya aldığımız sıradan bir araba. Şatafatı sevmem. Tabii ki servet düşmanı değilim. Ama kendi hayatımda bana yeteni tercih ederim.
-Urfa’nın en çok neyini özlüyorsunuz?
Kahvede oturup çay içmeyi, kaldırımda oturmayı, insanını… Ankara’da gece 1.30’a kadar çalışıyorum. Saat 05.30 gibi kalkıyorum.
- Sizinle ilgili bilmediğimiz bir şey söyleyin.
Sinirlendiğim zaman deli olduğumu söyledim işte. Ama buna rağmen insanları kırmaktan çok çekinirim.