İsmail Özcan
Türkiye de dâhil hiçbir ülkede üzerinden altı ay bile geçmeden hakkında kırk (40) civarında kitap yazılan bir olay herhalde yaşanmamıştır. Gezi direnişi, Gezi protestosu, Gezi isyanı… Adlandırmak için ne derseniz deyin; etkisiyle, sansasyonuyla, sarsıcılığıyla dünyada örneği, eşi, benzeri çok az olan bir eylemdir. Sadece yanında olanların değil, karşısında olanların da görmezden, duymazdan ve en önemlisi anlamazdan gelemeyeceği bir harekettir. İçişleri Bakanı Muammer Güler, tam da bu yüzden bakanlığının 2014 yılı bütçesi görüşülürken, "Gezi olaylarında kavrayamadığımız yerler var mı, evet var, kavrayamadık.” (Milliyet: 15.11.2013) itirafında da bulunmuştur.
Böyle bir hareket üzerine yazılı medyanın her çeşidinde yayımlanmış yüzlerce yazının, incelemenin, analizin dışında 40 kadar da müstakil kitap yazılmış ve yayımlanmıştır. Bu kitapların çoğu da amatörler tarafından değil, en azından bir bölümü medya çevrelerinde, bir bölümü de Ayşe Arman, Osman Ulagay, Emre Kongar gibi kamuoyunda tanınan isimler tarafından kaleme alınmıştır. Gezi’nin bir önemli yanı da Türk halkındaki potansiyel mizah yeteneğini gün yüzüne çıkarmasıdır. Bu süreçte çok ince çok etkili karikatürler, pankartlar, sloganlar üretildi ve bunların çoğu basında yer aldı. Gezi kitaplarının bir bölümünde bunlardan örnekler verildiği gibi sırf bu mizahi unsurların derlenmesinden oluşan Gezi kitapları da bulunmaktadır. Noam Chomsky, Tarık Ali, Slavoj Zizek gibi evrensel çapta entelektüellerin bile Gezi’ye ilişkin birer broşürleri yayımlanmıştır.
Gezi olayları bir defa daha gösterdi ki, 21. yüzyılın demokrasisi çoğunlukçu değil çoğulcu, baskıcı değil özgürlükçü olmak zorundadır. Bu, bir toplumu oluşturan etnik, dinsel, kültürel, muhalif bütün farklılıkları, renkleri sindirmeye ya da bir potada eritip yok etmeye kalkışan değil, özgürlük ve barış içinde bir arada yaşatma çabası güden demokrasidir. Gezi, çoğulculuğun yönetimdeki değilse bile toplumdaki izdüşümüydü.
Gezi başlangıçta gerçekten bir koalisyondu. İçinde her ideolojiden, her dünya görüşünden, toplumun her kesiminden insanlar vardı. Bizim uzak ve yakın tarihimizde bugüne kadar hiç görülmemiş bir var oluş, bir itiraz biçimiydi.
Gezi, yakın tarihimizin toplumsal olaylarını “Gezi öncesi” ve “Gezi sonrası” diye sınıflamaya aday biricik eylem ve parlamento dışı muhalefet’ti. Gezi, tam bir fenomendi. Bu kadar yankı yaratan, halkın belleğinde bu ölçüde derin iz bırakan, eyleme katılsın katılmasın bu kadar geniş kesimleri düşünsel ve eylemsel olarak mobilize eden, sağda ve solda birçok ezberi bozan, üzerinde sayısız yorum ve analiz yapılan, mesajını bütün dünyaya ulaştıran bir başka olay tarihimizde görülmemiştir. İktidarın bunu anlayamaması, düşmanlıklara/komplolara sığınması belki de bundandı.
İktidar Gezi’de birçok yanlış yaptı ve bunlara yazılı ve görüntülü medyada açık seçik defalarca değinildi. Gezi’cilerin de ona eleştirel yaklaşanların çoğunluğunun da üzerinde birleştiği en büyük yanlış, güvenlik güçlerince iki yanlış zamanda (30 Mayıs 2013), (15 Haziran 2013) yapılan müdahalelerdir. Fitili bu iki müdahale ateşlemiş ve eylemlerin spontane olarak kontrol edilemez boyutlara ulaşmasına neden olmuştur.
İktidarın en büyük, adeta stratejik yanlışlarından biri de Gezi eylemleriyle ilgili her eleştiriyi düşmanlık olarak görmesi ve samimi ve uyarıcı olanlarını diğerlerinden ayıramamasıydı.
Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda’nın eleştirileri Ak Partililer için herhangi bir kimsenin eleştirileri gibi görülemeyecek gerçeklikte ve önemdeydi. Çünkü Swoboda, Gezi’den kısa bir süre önce, “Tayyip Erdoğan’ın bizim için Beşar Esad’dan farkı yoktur” dediği için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmeyi kabul etmemişti. O zaman Swoboda AK Partililer için bir yiğit adamdı. Ama Gezi olaylarıyla ilgili olarak Başbakanın eylemcileri dinlemesinin, anlamaya çalışmasının ve uzlaşma çabası göstermesinin gerektiğini ifade edince; demokrasilerde muhalefetin önemine, katılımcılılığa, polis şiddetinin yanlışlığına vurgu yapınca muhalif saflarda konumlandırıldı. Swoboda’nın eleştirileri, dostça olanı ve olmayanı ayırmada bir kriter olmalıydı.
Bugün oluşan Gezi külliyatında, bir eylem biçimi olarak sadece Gezi’nin farkı, özgünlüğü değil, Türkiye’deki toplumsal ve politik gidişatın bundan sonra nasıl bir şekil alacağının da ipuçları vardır.