Gündem

'Gerçek İslam bu değil!' tartışmalarına gerçekçi bir katkı

Müslümanlar olarak ihtiyacımız, sakin bir şekilde, duyguların çekiciliğine kapılmadan düşünmek

11 Ocak 2015 21:43

Dr. Alper Bilgili*

Fransa’daki terörist saldırı sonrasında bazı Müslüman kalemlerin yaşananlara verdiği tepkiler bende ve birçok dostumda şaşkınlık ve hayal kırıklığı yarattı. Yaşananların vahametini küçümseyen ve Kurani referanslar yerine öfkeyi kılavuz edinen bu kişiler “gerçek İslam bu değil” iddiasını savunanları da Batı’ya kendini beğendirmeye çalışmakla suçladılar. Bu yazıda, bu öfkeli tepkilere yönelik eleştirilerimi paylaşmak istiyorum. Hem yaşanan saldırının dini referanslar tarafından desteklenmediğini belirtmek, hem de sadece bu ayetleri göstermekle kalmayıp esaslı bir özeleştiri yapmamız gerektiğini anlatmak kaygısındayım.

Öncelikle bu olay karşısındaki pozisyonumu paylaşayım. Ben bir Müslüman olarak, yapılan saldırının her şeyden önce Kuran’a aykırı olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, Nisa Suresi 140. ayette Peygamber ve inananlardan, dinleriyle alay edildiğinde o ortamı terk etmeleri istenir.  “Allah, Kitap'ta size şunu da indirmiştir: Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar, o münafıkların yanında oturmayın.” Görüldüğü gibi, burada, entelektüel bir tartışmadan değil, bir alay etme durumundan söz ediliyor. Ayet açık. Müslümanlar bu tür gereksiz ve meyve vermeyecek tartışmalara girişmek yerine o kişileri protesto edip oradan uzaklaşmalılar. Ali İmran Suresi 186. ayette de inananların incitici ifadelerle karşılaşacağı belirtiliyor: “Ve yemin olsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de şirke batanlardan da incitici çok şey işiteceksiniz. Sabreder, takvaya sarılırsanız işte bu, iş ve oluşların en zorlularındandır.” Görüldüğü gibi, inananlardan kutsallarıyla dalga geçildiğinde şiddete başvurmaları değil, ne kadar zor olursa olsun sabretmeleri isteniyor. Mümtehine Suresi 8 ve 9. ayetler ise Müslümanların bir insanla sırf dinle alay ediyor diye savaşamayacağına hatta ona adaletsiz davranamayacağına işaret eder: “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever. Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar.”

Bu ayetlerin İslam’ın kutsallarına hakaret eden esprilere karşı Müslümanların takınması gereken tutumla ilgili belirleyici olduğunu düşünüyorum. Dini ile alay edilen, incitici sözler duyan bir Müslüman’ın da Allah’ın kendisinden beklediği tutumu “ezik” ya da “pasif” bulup reddetme şansı yoktur. Müslümanlar dinlerine hakaret eden kişilerin dergilerini almaz, ortada bir argüman varsa ona makul cevaplar verir, yapabiliyorsa mizahla karşılık verir. Ancak İslam’a yöneltilen saldırılara verilecek cevaplar da Kuran ayetleri ile belirlenmiş ve Müslümanları bağlayan sınırlar aşılmadan yapılmalıdır. Bırakın bu nedenlerle adam öldürmeyi,  başkalarının kutsallarına küfretme, insanlara iftira atma gibi eylemler de Kuran’ın genel düsturlarına uygun değildir. Şimdi bütün bunlardan sonra abarttığımı düşünenler, şiddetli intikam isteyenler olacaktır. Üzgünüm, kimse size Müslüman olmak kolay demedi. Muhafazakar kesimin mürekkep yalamış isimlerinden birisi geçen gün blogunda, biz Müslümanların kutsalına hakaret edilirse bizim de haklı olarak gözümüz döner, gibi ifadeler kullandı. Dönemez, dönmemeli. Dönerse Allah’a, bu ayetlere aykırı hareket etmemizin hesabını veririz. Aynı kişi, laiklere, sizin kutsallarınıza hakaret edilince sizin canınız da şiddete başvurmak istemiyor mu, diye soruyor. Diyelim onların da canı istesin ve diyelim onlar da şiddete başvursunlar. Bu durum bile senin eylemini İslami açıdan aklamaz. İslam, Allah’a teslim olmak diyoruz ya, işte o teslimiyet bu tür anlarda ortaya çıkar. Allah’ın dediğini mi dinleyeceğiz, kendi öfkemizi mi? Öfkeyi yaratan şey, Peygamber’e duyulan sevgi olsa da durum değişmez. Bir Müslüman olarak Allah’ın kurallarını çiğnememelisin. Çünkü o çok sevdiğini söylediğin Peygamber’in de Allah’ın dediğini yapmanı isterdi. Aksi, İslami bir tavır değil, duygusal ve bencilce bir tepkidir.

Bu tür görüşleri savunduğumuzda karşımıza Peygamber’in kendisiyle dalga geçenlere şiddet uyguladığına dair hadisler çıkarılıyor. Hatta Müslümanlığın gereği olarak bu hadisleri savunanlar da oluyor. Temel hadis kitaplarının Peygamber’den birkaç yüz yıl sonra hem de siyasi olarak hayli çalkantılı dönemlerde toplandığını biliyoruz. Bu realite meydandayken kimse Peygamber’in Kuran’la çelişen bir harekette bulunduğunu iddia eden bir hadise inanmamızı beklemesin. Dahası, bu hadisleri reddetmeyen kişilerin de “gerçek İslam bu değil” iddiaları temelsizdir.

Olayların Müslümanlara bakan yönünü bitirmeden önce bir noktanın daha altını çizmek istiyorum. Bu tür görüşlerimizden ötürü bana ve dostlarıma “Oryantalist”lerin tarafında olma suçlaması yapılıyor. Batı’yı az da olsa bilen, dış basını elimden geldiğince takip etmeye çalışan birisiyim. Şunu söyleyebilirim ki, Geert Wilders gibi İslam karşıtlarına asıl hizmet edenler “İslam bu değil” diyenler değil, bu tür terör saldırılarına sahip çıkanlardır. Bunun yanında her konuda “Batılılar”ın istediklerinin tersini yapma gayretine girenlere de anlam veremiyorum. Bu kişiler farkında olmadan her hareketlerinin “Batılılar”ca belirlenmesine imkan veriyorlar. Müslüman için doğru olan eylem Kuran’da tavsiye edilendir. “Batılılar”ı maksimum sinirlendirecek olan değil.   

Madalyonun bir yüzü böyle. Bununla beraber, İslam’a yöneltilen hakaretlerin –dikkat edin argüman içeren eleştirilerden bahsetmiyorum– fikir özgürlüğü ile ne denli bağdaştığını sorgulamak da meşrudur. Aynı mizah dergisinin 2008’de yaptığı bir espriden ötürü anti-semitist olduğu iddiasıyla bir çalışanın işine son verdiği biliniyor. Yine Fransa’daki olaylarla aynı gün Yemen’de köktenci teröristlerin 37 kişiyi öldürdüğünü ve bu olayın Batı medyasında yeterince yer bulmadığını hatırlatalım. Daha geniş anlamda da çifte standartların varlığı hepimizin malumu. Yahudi soykırımını kınayıp Guantanamo veya Gazze hakkında sessiz kalmak, farklı standartlar geliştirmek entelektüel duruşla bağdaşmaz. Batı dünyasındaki birçok ismin bu anlamda en hafif ifadeyle tutarsız olduğu doğrudur. Bununla beraber tüm Batı’yı aynı zannetmek de -ne kadar hoşumuza giderse gitsin- gerçekçi değil. Örneğin PEW tarafından 2014’te yapılan ankete göre Fransızların %72’si Müslümanlarla ilgili olumlu görüş bildirmiştir. İngiltere’de de olumlu görüş bildirenlerin oranı, olumsuz görüş bildirenlerin yaklaşık iki katıdır. Avrupa’da Müslümanlara ve göçmenlere karşı insan hakları ihlallerini gidermek için gayret eden birçok Batılı dernek mevcuttur. Yine geçen ay Avustralya’da İran asıllı bir kişinin kafede rehin aldığı 2 kişiyi öldürmesi sonucunda Müslümanlara karşı gelebilecek muhtemel tepkiyi engellemek için Twitter’da örgütlenen Avusturalyalıları unutmamak gerek. Charlie Hebdo’yu -hem de saldırının hemen ardından- bazı ırkçı karikatürlerinden ötürü eleştiren Jordan Weismann gibi Batılı yazarların varlığı da es geçilmemeli. Batı’yı doğru okumak yerine egomuzu ve -hatta çoğu zaman aynı anda- aşağılık komplekslerimizi besleyen “tüm Batılılar bize düşman” senaryolarına inanmak bize bir şey kazandırmaz.     

Müslümanlar olarak ihtiyacımız, sakin bir şekilde, duyguların çekiciliğine kapılmadan düşünmek. Her zaman farklı kimlikleri sevmeyen, hatta onlardan nefret eden, onları aşağılayan kişiler olacaktır. Bu durum İslam için de geçerli. Bu kişilere bakarak Batı’yı bütünüyle İslam’ın karşısında görmekten vazgeçmek, sonra da kendimizi ve İslam’ı anlayış biçimimizi ciddi bir eleştiriye tabi tutmak zorundayız. Bunu “Batı” istiyor diye değil, gerçekten de şu an hiç de iyi durumda olmadığımız için yapmalıyız. Aksi takdirde 17 Arap ülkesinin toplamda ancak Harvard Üniversitesi kadar akademik makale yayımlamasını taraflı hakemlere bağlamaya devam edeceğiz.  

* Leeds Üniversitesi-Misafir Akademisyen