Britanya İşçi Partisi geçtiğimiz haftalarda 120’nci yaşını kutlarken, partinin hâlâ hayatta olan tek seçim kazanmış lideri Tony Blair, King’s College London üniversitesinde konuşuyordu. Ülkeyi Irak savaşına sürükleyen lider, her ne kadar kendi ‘önemi’nden bahsediyor olsa da, ‘’Geri dönmek, zafer getirmeyecek’’ demekten geri durmuyordu. ‘’Tıpkı Endüstri Devrimi zamanında olduğu gibi, bugün de dijitalleşmeyle tamamen yenilenmek zorundayız.’’
Bu değişimin nasıl olacağı, hangi değer ve politikalara yaslanarak inşa edeceğine Blair’ın ‘ilericilik koalisyonu’ haricinde söyleyecek bir şeyi olmadı. Aynı günlerde partisi, yeni bir lider seçimine doğru gidiyordu. Ama ‘yeni bir sol’ iddiasından ziyade, adaylar partinin bagajlarını tartışıyor, Labour’ın içinde barış aranıyordu. Sonuç, partinin geçmişiyle geleceğine set çekme iddiasıyla kampanya yürüten Keir Starmer’ın farkla kazandığını gösterdi.
Starmer, iddasını iki basit argüman üzerine kurmuştu. İlki, son 10 yılda Britanya halkının en az güven duyduğu Muhafazakâr Lider olan ‘Boris Johnson’ı yenmek’ idi. İkincisiyse, partinin içinde on yıllardır süregelen çatışmaları dindireceğini, İşçi Partisi'ni ‘bir araya getireceği’ni söylemesiydi. Ancak bunu nasıl yapacağına ilişkin sorulara net bir cevap veremiyordu Starmer.
Bir yanda, partinin merkez kanadını domine eden ‘Blaircılar’ tekrardan merkez siyasete geri dönülmesini talep ederken; öte tarafta partinin lideri Jeremy Corbyn’in öne koyduğu radikal fikirlerin popüler olduğunu savunan ve sol ajandadan geri dönülmemesi gerektiğini söyleyenler vardı. Bu iki grup arasındaki ayrışma, yalnızca politik değil ahlaki bir kavgaya da dönüşmüştü. O kadar ki Blair’ın yıllarca en yakınında bulunan Alastair Campbell Oxford Union’a verdiği söyleşide ‘’Corbyn konuşurken ne zaman seyircinin dikkati dağılmaya başlarsa durup, kendisinin Blair’dan ne kadar nefret ettiğini anlatmaya başlıyor’’ diyordu. Starmer’ın şansı, bu tartışmaların doğrudan içinde olmamasıydı. Her ne kadar kendisi henüz bir hukukçuyken Başbakan Blair’ın Irak Savaşı’na girmesini ‘hukuksuz’ bulduğunu Guardian’da yayımlanan bir yazıyla ilan etmiş olsa da aktif siyasetin bir parçası değildi Starmer.
Partinin kutuplarına ait olmadığını göstermek için yakaladığı en önemli anlardan bir tanesi, üç lider adayının münazaralardan birinde önüne çıktı. Seyircilerden biri kendisinin görme engelli olduğunu ve adayların kendilerini onun için birkaç kelimede anlatmasını istediğini sordu. Starmer, ideolojik bir çizgi sunmak yerine Meclis’te temsil ettiği Holborn ve St. Pancras bölgesinde -ki burası Londra’nın hem en zengin mahallelerini hem de şehrin içindeki yoksul mahalleleri kapsayan, çok katmanlı bir alan- seyirciyi gezmeye davet etti. ‘’Eminim siz de o zaman anlayacaksınız: Adaletsizlik gördüğümde müdahil olmadan duramıyorum sadece.’’
Corbyn'in en büyük eleştirmenlerinden biriydi
Starmer, Corbyn liderliği boyunca da partisinin genel başkanını eleştirmekten hiçbir zaman geri durmadı. Örneğin Brexit konusunda açık tavır alınmamasına, Avrupacı bir sosyal demokrasi çizgisinin net bir şekilde benimsenmemesine karşı çıktı. Zira süreç Starmer’ı, Corbyn’in gölge kabinesinde Brexit Bakanı bile yaptı. Liderlik kampanyasında belki de en çok zorlandığı sorular, o dönemde kendisinin de parçası olduğu kabinenin Brexit politikasının da etki gösterememesi oldu.
Ancak Starmer, liderlik kampanyasında Corbyn’in ana akım yaptığı okulların ücretsiz kılınması ya da yeşil ekonomik devrim gibi politikaları kendi programına aldı. Bu, açık bir şekilde partinin sol kanadını terk etmediklerini, yani Blair’ın deyimiyle ‘geçmişe dönülmediğini’ gösteriyordu. Corbyn liderliğinde geçtiğimiz Aralık ayında modern tarihin en büyük seçim hezimetinin yaşanmasını sadece Brexit’e bağlayan ve Corbyn’in Brexit tartışmaları olmadığı takdirde kazanabileceğini düşünenler, Starmer’ın bu tutumuyla sahipsiz kalmadıklarını düşündüler. O kadar ki Corbyn’in basındaki en ateşli destekçilerinden Guardian yazarı Owen Jones ‘Sol, Starmer’ı desteklemeli’ yazdı.
Fakat Starmer, 4 seçim üst üste kaybettiklerini söyleyip ‘’Mesele sadece Brexit’ten ibaret değil’’ diyebildi. Bu, açık bir şekilde liderin yetersizliğini vurguluyordu ve parti içinde risk almak anlamına geliyordu. Zira Corbyn partiyi 5 yıl içinde sola çektikçe Labour üyeleri de artmış, genç sosyalist aktivistler partiye katılmıştı. Corbynizm ölmeye niyetli değildi: Gençler arasında İşçi Partisi, tarihinde olmadığı kadar popüler hale gelmişti. Muhafazakâr tarihçi Niall Ferguson, Spectator’a ‘’Önümüzdeki on yıllar, radikal solun yükselişiyle devam edecek; trendler keskin’’ diye yazacak duruma gelmişti. Ama liderlik yarışının sonuçları, Corbyn destekçilerinin de önemli bir kısmının Starmer’a oy verdiğini gösteriyordu çünkü Corbyn’in en yakınındaki isimlerden statüko adayı Rebecca Long-Bailey farkla kaybetti. Tabii ki partinin sol kanadı, Starmer’ı uyarmadan da durmadı. Jones, ‘’Kırmızı çizgi, söz verilen politikalardır’’ diye yazdı.
Liderliğinin ilanının ardından Starmer, Corbyn dönemiyle ipleri tamamen koparmadığının sembolünü gölge kabinesinden verdi. Bailey ile beraber kimi bakanlar, Corbyn dönemindeki görevini koruyordu. Ama ekonomi ve dış işleri gibi kilit makamlara yeni yüzler atadı Starmer. Partinin kutuplarından insanları bir araya getirmek yerine o kutuplarla bağdaşlamamış siyasileri vitrine koydu. Bu, elbette yalnızca partinin bir araya geleceğinin göstergesi değil; aynı zamanda Starmer liderliğinde Britanya’da yeni bir sol dalganın da tanımlanması gerekecek. Ancak bu dalganın neye benzeyeceğini kestirmek pek kolay değil. Bunun sebebi de -yine- ekibin tazeliğine dayanıyor. Keskin ideolojik çizgiler, Starmer’ın izleyeceği yolu belirlemiyor. Üstüne üstlük İşçi Partisi’nin lider değişimi, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ülkenin -ve dünyanın- yaşadığı en büyük trajedilerden birinin, COVID-19 pandemisinin ortasına denk geldi. Salgının yaratacağı yeni toplumsal dinamikler ve ekonomik enkaz, şüphesiz ki Starmer’ın liderlik edeceği dalgaya etki edecek. Dolayısıyla, her yer olduğu gibi, İşçi Partisi de bir belirsizlik içinde. Ama liderin kişiliği, tıpkı adaletsizlikler karşısında susmayı reddetmesi gibi, bu dalganın şeklini tahmin etmek için bir kılavuz oluşturabilir.
Adını İşçi Partisi'nin kurucusundan aldı, yıllar sonra aynı partinin başına geçti
Solcu New Statesman dergisinde Starmer’ın portresini yazan Patrick Maguire onu ‘Makul Radikal’ olarak tanımlıyor. Keir, inşaat işçisi bir baba ve ömür boyu mücadele ettiği bir hastalık sebebiyle işini bırakmış hemşire bir annenin 4 çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Ailesi, sol siyasete inanan insanlardı; oğullarına İşçi Partisi'nin kurucu lideri Keir Hardie’nin adını verdiler.
O da ailesinin siyasi çizgisiyle henüz orta okulda tanıştı; lisede Labour’a katılmıştı bile. Kendi yaşadığı East Surrey bölgesinin ‘Genç Sosyalistler’ oluşumunun başına geçmesi uzun sürmedi. Okul arkadaşlarından bazıları, Muhafazakâr siyasette önemli figürler haline geldiğinde, Starmer ile geçirdikleri günlere dair ‘’İnatçı, sert bir genci’’ hatırladıklarını söylediler. ‘’Onun için siyaset sol, sol ve soldu…’’ Ama dönemin İşçi Partisi, Avrupa’ya dair soru işaretleri olan, içe kapanmacı bir akımı merkeze taşımıştı. Starmer ise Avrupa sosyal demokrasisine inanıyor, parti yönetimiyle ters düşmeye başlıyordu. Özellikle de Leeds Üniversitesi’nde Avrupa Birliği’nin önemini kavradı: ‘’İnsan haklarıyla ilgileniyordum ve beni en çok çarpan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir araya gelip ‘bir daha asla’ diyen ülkeler oldu.’’ Ancak Starmer, Brexit ile 3 yılını tükettikten ve Johnson’ın Brexit’i gerçekleştirecek çoğunlukla seçimi kazanmasının ardından Avrupa Birliği retoriğini tamamen bıraktı.
Hukuk fakültesinin ardından avukatlık yapmaya başladı ama siyaset paçalarından çekiştiriyordu. Baro’da siyasi görüşlerini dillendirmekten çekinmiyor, solcu yayınlara yazılar yazıyor, Troçkist bir derginin editörlüğünü yapıyordu. Dönem, Muhafazakâr Başbakan Margaret Thatcher’ın neoliberal ekonomiyi iyice yürürlüğe soktuğu dönemdi. Starmer’ın da temsil ettiği müşterilerin çoğunluğunu işçiler, sendikalar ve çevreciler oluşturuyordu. ‘’O zamandan beri temel konularda fikrim değişmedi’’ diyor Starmer. ‘’Temel meselemiz, o günlerde de sol siyaset ile azınlıkları, LGBT, feminist ve çevreci akımları bir araya getirmekti.’’
Starmer, bir yandan da dünyanın dört bir tarafında idam cezasına karşı mücadele veriyor, idamla yargılanan mahkumları temsil ediyor, McDonald’s gibi devleri Avrupa mahkemelerinde alt ediyordu. 2003-2008 yılları arasında, Blair hükümetinin yetkisiyle, on yıllar sonra barışa kavuşmuş Kuzey İrlanda’da çalıştı; orada kurulan yeni polis sistemine insan hakları konusunda danışmanlık yaptı. Bu, onun ‘büyük değişimler’ yapmak için tekil davalardan fazlasına ihtiyaç duyduğunu yüzüne vurmuştu. Onun önünü açan ise başından beri karşı cephesinde durduğu, Irak Savaşı sırasında açık muhalefet ettiği, Blair liderliğindeki New Labour hareketi oldu. Blair’ın ardından başbakanlığı üstlenen Gordon Brown hükümeti, Starmer’ı Başsavcı olarak atadı.
Baronun asi avukatı, 9000 kişilik bir devlet operasyonundan sorumluydu artık. Üstelik siyasi beyanatlar vermekten de geri durmuyordu. Örneğin Muhafazakâr lider David Cameron İnsan Hakları Yasası’nın gevşetilmesi gerektiğinden bahis açtığında, muhalefetten önce Starmer tepki verdi. Ama Cameron hükümete gelince de beraber çalışmayı başardılar. O kadar ki, Starmer’ın 5 yıllık dönemi bittiğinde, veda partisinde Muhafazakâr vekiller konuşma yapıyordu. Bu dönem, İşçi Partisi içinde kimi tarafların eleştirisine de konu olmaya devam ediyor. Kimi solcu hukukçular, Starmer’ın polise karşı fazlasıyla yumuşak davrandığını, aldığı kimi kararlarla protesto hakkına zarar verdiğini iddia ediyorlar. Ancak yine aynı dönem içinde Starmer, kimi gazetecilerin habere ulaşmak için insanların telefonlarını hacklediğini de ortaya çıkardı milletvekillerinin bir kısmına ‘harcamalarında şeffaf olmadıkları’ sebebiyle ceza da talep etti.
Savcılığı bıraktığı yıl, dönemin İşçi Partisi Lideri Ed Miliband’e danışman oldu; 2014’te İşçi Partisi’nden emekli olan bir vekilin yerine aday oldu ve bugün temsil ettiği bölgenin vekili seçildi. 6 yıllık aktif siyasetin ardından liderliği alınca yaptığı ilk atamalardan biri, Miliband’e gölge bakanlık vermek oldu.
'Sıkıcı lider' eleştirileri
Bu, Starmer’ın liderlik yarışında karşılaştığı en yaygın eleştirilerden biriydi: ‘’Sıkıcı biri, başbakanlığı kazanabilir mi?’’ Starmer, ‘sıkıcı’ olduğuna inanmıyor. Hemen her İngiliz erkeği gibi futbolda kaçamak bulduğunu ama ömrü boyunca çok çalıştığı için renkli hallerini pek kimsenin görmediğini ifade ediyor. Şehir efsanesi, Arsenal taraftarı Starmer’ın çocukluğundan beri oldukça iyi bir futbolcu olduğunu söylüyor. Bir de -yine diğer İngiliz erkekleri gibi- publara düşkünlüğü biliniyor: Viktorya dönemini andıran Pineapple barını ‘Kilisem’ diye tarif ediyor.
Starmer ve İşçi Partisi'nin geleceği
Böylesi fırtınalı bir dönemde liderliğe gelmenin ağırlığı, elbette ki hissediliyor. Ancak Starmer, tıpkı parti içindeki ‘birlik’ sözü gibi, bu dönemde de hükümet ile birlik olacaklarını açıkça söylemekten geri durmuyor. Oysa Corbyn, kriz yönetiminde Johnson’a adeta saldırmayı seçmişti. Starmer ‘yapıcı muhaliflik’ten yana olduğunu, ‘’muhalefet etmek için muhalefet etmeyeceklerini’’ söylüyor.
Bir yandan da Starmer, Corbyn liderliği süresince partide yükselen anti-semitizm akımına karşı cephe almış durumda. Salgına rağmen bunu önceliklerinden düşürmedi; liderliğinin ilk gününde Yahudi toplumun liderleriyle görüştü ve Dışişleri Bakanı olarak hem partinin Filistin politikalarından sorumlu olan ama aynı zamanda da Yahudi İşçi Partililer örgütünün desteğini alan Lisa Nandy’yi atadı.
Bundan sonrası henüz meçhul. Ama Starmer’ın aklından, değişim sözcülüğü yapmak geçiyor. Yaptığı bir açıklamada bugüne kadar seçim kazanmış bütün İşçi Partisi liderlerine bakıp, gördüğü ortak noktayı şöyle özetliyor: ‘’İnsanların yaşamak isteyebileceği bir geleceği, onları oraya varabileceklerine ikna edebilecek bir şekilde anlattılar. Yani bir değişim hikayesi kurguladılar. Daha iyisinin mümkün olduğunu gösterdiler…’’
Bundan sonrası, Starmer için tarihin işi olacak. Belki o da bir değişim hikayesi bulacak, belki de Corbyn ile Blair’ın temsil ettiği çizgilerin tepişmesi, onun da liderliğine mal olacak.