Ali Bayramoğlu
(Yeni Şafak, 2 Mayıs 2012)
Bir süre önce 28 Şubat günlerinde yayınlandığım basına ilişkin bir yazımdan alıntılar yapmıştım. Tarama yaparken bu kez, o yazıdan 1 ay sonra, 28 Şubat MGK toplantısına 9 gün kala kaleme aldığım, bu kez gazetecileri ele alan bir başka yazıya denk geldim.
"Demokratlığa ve Ahmaklığa Dair" başlığını taşıyan bu yazıdan kısa bir alıntı yapmak istiyorum:
"Sincan'da tankların yürüdüğü günden bu yana, merkez medyada belli başlı gazetelerin belli başlı yazarları, meramlarını anlatmak için pek sık 'ahmaklık', 'budalalık', 'şapşallık' gibi sözcüklere başvuruyorlar...
Sincan'dan bu yana artan bir şiddet ve husumet ruhuyla, demokratlığı ahmaklıkla eş tutuyor; toplumu anlama, toplumsal dip akıntıları okuma, bu akıntılarla siyaset arasındaki tıkanıklığı işaret çabalarını, ahmaklığa indirgiyorlar. Üstelik tüm bunları 'demokrasi' adına yapıyorlar.
(...)
Sincan'da yürüyen tankların iç ferahlattığına dair mektuplar yayımlıyor ve bu duygunun çok yaygın olduğunun altını çiziyor; kısacası, tank seslerine neden ses çıkarmadıklarını üstü kapalı ve dolaylı bir sesle açıklıyorlar.
Vicdanlarını rahatlatmak adına, darbe tehlikesinin altını çizmeyi, tanklardan rahatsız olmayı, yani demokratlığı, ahmaklık olarak niteliyorlar.
(...)
Kimin ahmak olduğunun yanıtını tarih verecektir..."
Zaman aktı ve hüküm verildi.
Dönemin merkez medyası, dönemin basın yöneticileri ve kimi yazarları hakkında siyaseten verilebilecek en ağır hüküm, "ahmaklık" ve "ahlaksızlık"tır...
Bugünden geriye bakınca, 28 Şubat basınını, yayın politikalarını, yazılarını (Erbakan hükümetinin icraatlarına siyasi bir dille eleştirel bakanları istisna tutmak kaydıyla) şu beş unsur etrafında toplayabiliriz:
Önce "korku" (1): Merkez medya ve içinden doğduğu kesim olduğu İslami bagaja sahip bir siyasi partinin ülke yönetimine ortak olmasından ürktü, dindarların kendi yaşam alanına girmesinden rahatsız oldu, ayrıca niyetlerinden şüphelendi.
Bir süre sonra İslami kimliğin varlığı ve siyasal, kültürel ve toplumsal etkinliğini hissetmesi üzerine, "tehdit ve tehlike iklimi yaratma" (2) aşamasına geçti.
Bu çerçevede gazetecilik hızla "Aczimendiler"le "din"i, "Ali Kalkancı"yla "Müslümanlar"ı özdeşleştirme çabalarına, Müslüman bakkallardan alışveriş yapılmaması telkinlerine, dindarlar silahlanıyor feryatlarına kadar uzandı, indi.
Bu tutum, sistemli bir "tahkir politikası"yla (3) iç içe girdi. Dindarları, başörtülüleri, namaz kılanları, mescitleri, demokratları aşağılama, hakaretle karşılama basın dili oldu.
Sincan'daki tanklardan ve 28 Şubat'tan sonra, basın başka bir aşamaya geçti. Brifingler ve kapalı dosya ilişkileri üzerinden askerle yakın işbirliğine başladı. Bunun kritik noktası askeri müdahaleyi "tabiileştirme ve meşrulaştırma" (4) işiydi.
Garnizon üniversite yasaklarının, ahlaksız ikna odalarının, BÇG faaliyetlerinin, hareket eden askerlerin, başörtülü annelerin törenlere alınmamasının doğrulayıcısı ve destekçisi oldu basın.
28 Şubat kararların anayasal bir düzen içinde gerçekleştiği, demokrasinin kendisini tehlike karşısında koruduğu vurgusunu kendisine meşrulaştırma bayrağı edindi.
En nihayet ve bunlara paralel olarak kirli "psikolojik hareketlar"a (5) teslim oldu ve bunların operatörlüğünü yaptı.
Peki yaptırımlar ne olmalı?
Saydığımız beş unsurdan "birincisi" doğaldır, siyasette, siyasi algıda, çıkar korumada korku meşrudur.
"İkinci, üçüncü, dördüncü" konularda ise askerle bilerek ve belli bir hedefe yönelik işbirliği yapanlar kanun önünde açık suç işlemişlerdir. Diğerlerininki ise tarihin not ettiği, ahlaki ve siyasi açıdan yüz kızartan ve hep kızartacak olan bir durumdur.
"Beşincisi" her anlamda sorgulanması gereken bir suç alanı oluşturur. Psikolojik harekatlara şu ya da bu düzeyde bilerek, karışmak bir darbe, insanlık suçudur. Bilmeden ama hissederek alet olmak utanç verici bir durumdur. Bir gazeteci olarak bunları gerçek sanmak, yani ahmaklık, o da meşrudur.
Başbakan'ın vurguları ve esen siyasi havaya bakılacak olursa, 28 Şubat soruşturması ve meselesi derinleşecek gibi duruyor.
Demokrasi yaptırım gerektirir.
Ancak suçu, kabahatı ve siyasi hatayı birbirinden ayırmak kaydıyla...