Gündem

'Gazete ve TV kanallarında DEAŞ diyen sadece Star kaldı'

Faruk Bildirici: Gül soru sipariş etmiş, Sever de siparişi bir gazeteciye iletip sordurmuş. AKP döneminde sipariş soru yaygınlaştı

06 Temmuz 2015 13:11

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen yıl gerçekleştirdiği Fransa ziyaretinin ardından Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne DEAŞ demesi üzerine başta hükümete yakın gazete ve televizyonlar olmak üzere bazı basın yayın organları örgüt için DEAŞ kısaltmasını kullanmaya başladı. Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, örgütün isminin kısaltılmasıyla ilgili farklı tercihleri bugünkü (6 Temmuz 2015) köşesine taşıyarak “Anadolu Ajansı, Sabah, Akşam ve Akit gazeteleri ile A Haber ve TGRT televizyonları, haberlerinde artık DAEŞ’i tercih ediyor. TRT ise yayınlarında daha çok DAİŞ kısaltmasına yer veriyor. Erdoğan’ın istediği gibi DEAŞ kısaltmasını kullanan sadece Star gazetesi kaldı” dedi.

Bildirici, yazısında “Hürriyet, Erdoğan’ın konuşmalarında DEAŞ ifadesini metinde korumakla birlikte yanına parantez içerisinde “IŞİD”i de ekliyor; diğer bütün haberlerde IŞİD diye yazıyor. Medyanın büyük çoğunluğu da öyle. Hürriyet’in yanı sıra Milliyet, Zaman, Habertürk, Cumhuriyet, Birgün, Bugün, Yeni Şafak, Taraf, Türkiye, Vatan, NTV ve CNNTürk de IŞİD’i kullanıyor. DEAŞ’ın kullanımındaki bu gerileme iktidar gücündeki erozyonun sonucu olsa gerek” ifadelerine yer verdi.

Faruk Bildirici’nin Hürriyet gazetesinde “Gücün söyleme etkisi” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Irak Şam İslam Devleti” örgütünün kısaltmasını “DEAŞ” diye kullanana kadar hiçbir görüş ayrılığı yoktu.

Medya, siyasetçiler ve uzmanlar, bu örgütün adını “IŞİD” diye kısaltıyordu. Doğrusu da buydu.

Erdoğan’ın geçen yılki Fransa ziyareti sırasında “DEAŞ” kısaltmasını kullanmasının ardından bir karmaşa başlamıştı. Kimileri IŞİD demeye devam ederken, özellikle hükümete yakın medya IŞİD’i bırakıp “DEAŞ” diye yazmayı tercih etmişti.

Erdoğan’a en hızlı şekilde ayak uyduranlar Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’ydı; bu iki kurum hemen IŞİD’den DEAŞ’a dönmüştü. Dışişleri, “Türkçe yazışmalarda ‘DEAŞ’, İngilizce yazışmalarda ‘DEASH’ kısaltmasına yer verilmesi” talimatını içeren genelge bile göndermişti. Tabii Başbakan Davutoğlu, bakanlar, bürokratlar, kimi uzmanlar ve medyanın bir bölümü de hemen IŞİD kısaltmasını terk etmişlerdi. 

Fakat Erdoğan’ın tercihi problemliydi. Birincisi, Türkçe yerine Arapça ismin kısaltmasını tercih etmesinin nedenini açıklamadı. İkincisi, Arapça bilenler “Devlet’ül İslâmiyye fi’l Irak ve’ş Şam”ın kısaltmasını DEAŞ değil, DAEŞ diye yazıyor. Fransa başta olmak üzere çoğu Avrupa ülkesinde de DAEŞ kullanılıyor.

Bu nedenlerle Erdoğan’ın yanlış söylemine uyum öyle kolay değildi. Nitekim bakıyorum son zamanlarda, hükümete yakın medya kuruluşları bile Erdoğan’ın söylemine ayak uydurma çabasından vazgeçti. IŞİD demeyi bırakan iktidara yakın medyada DAEŞ kısaltması baskın duruma geçti. Anadolu Ajansı, Sabah, Akşam ve Akit gazeteleri ile A Haber ve TGRT televizyonları, haberlerinde artık DAEŞ’i tercih ediyor. TRT ise yayınlarında daha çok DAİŞ kısaltmasına yer veriyor. Erdoğan’ın istediği gibi DEAŞ kısaltmasını kullanan sadece Star gazetesi kaldı.

Hürriyet, Erdoğan’ın konuşmalarında DEAŞ ifadesini metinde korumakla birlikte yanına parantez içerisinde “IŞİD”i de ekliyor; diğer bütün haberlerde IŞİD diye yazıyor. Medyanın büyük çoğunluğu da öyle. Hürriyet’in yanı sıra Milliyet, Zaman, Habertürk, Cumhuriyet, Birgün, Bugün, Yeni Şafak, Taraf, Türkiye, Vatan, NTV ve CNNTürk de IŞİD’i kullanıyor.

DEAŞ’ın kullanımındaki bu gerileme iktidar gücündeki erozyonun sonucu olsa gerek. Oysa Erdoğan, iktidarının ilk yıllarında, AKP yerine AK Parti kısaltmasını medyanın büyük çoğunluğunun diline yerleştirmeyi başarmıştı. Türkçe dil kurallarına rağmen medyada Erdoğan’ın söyleminin uygulanması, gücün söylem üzerindeki müthiş etkisinin göstergesiydi.

Peki, medya kendi dilini, karşısındakinin gücüne bakarak değiştirmeli mi? Sanırım tek bir gazeteci bile bu soruya evet yanıtı veremez.

 

Köşkteki gazetecilik pratiği

 

Ahmet Sever’in, “Abdullah Gül ile 12 yıl” kitabında Başbakanlık’taki akreditasyon yasağı hakkında yazdıklarına bu köşede değinmiştim. Sever’in kitabında, Gül döneminde Cumhurbaşkanlığı’nda yaşanan gazetecilik pratiğini gözler önüne seren öyle somut bilgiler var ki, değinmeden geçmek hem eksiklik ve hem de haksızlık olacak.

Sever, bir gazeteciyle yaptığı söyleşinin metnini, yayımlanmadan önce almış, Gül’e okutup onaylatmış. Ayrıca Milliyet’te 28 Şubat 2003’te çıkan “Asker rahatsız” manşetinin kaynağını öğrenip, Gül’e aktarmış. Umarım haberin kaynağını Sever’e, yani Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı’na söyleyen bir gazeteci değildir.

En çok dikkatimi çeken de Sever’in, bir basın toplantısı öncesinde Gül ile görüşmesini anlattığı bölüm oldu: “12 Ocak 2012’de Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev Türkiye’yi ziyaret ediyordu ve o gün Gül ile ortak basın toplantısı vardı. Beni çağırdı: ‘Ahmet, İlker Paşa hakkında konuşmak istiyorum. Bana, Başbuğ’un Yüce Divan’da mı, yoksa özel yetkili mahkemelerde mi yargılanması gerektiğine dair ne düşündüğümü sorsunlar.’ Gereğini yaptım. O soru soruldu.”

Açıkçası, Gül soru sipariş etmiş, Sever de siparişi bir gazeteciye iletip sordurmuş. Bu yöntemin Sever’e doğal gelmesi anlaşılabilir. Neticede bürokrat kimliğiyle yapıyor bunu. Zaten AKP döneminde sipariş soru sordurma epey yaygınlaştı. Hatta bir keresinde TRT muhabiri, sipariş soruyu yanlışlıkla Erdoğan yerine konuk başbakana yöneltince ortaya komik bir görüntü çıkmıştı.

Bir gazetecinin, sipariş soru sorması kabul edilemez. Kulağına fısıldanan ya da eline tutuşturulan soruyu soran kişiye gazeteci bile denemez. Olsa olsa “gönüllü basın müşaviri” konumundadır artık.

 

Okurdan kısa kısa

 

Sevgi Özkan: 27 Haziran’da “Doçent cinayetinde karar 25 yıl” haberi kafa karıştırıyor. Mahkemede, sanık Ahmet Gülce yerine öldürülen Doç. Dr. Celalettin Özdemir konuşuyor gibi yazılmış. Göze batan bir hata.

Nezih Akkutay: 28 Haziran tarihli Ege ilavesinden; “Cece Kulüp, 27 Haziran Cumartesi gecesi Serdar Ortaç’ı yeni albümü ... ile ilk kez ağırlayacak.”

Bülent Özel: Sporda haber başlığında Serena Williams’ın çeyrek finale çıktığı yazıyor. Haberde ise ilk maçında rakibini yenerek ikinci tura yükseldiği yer alıyor. Ne zamandır ilk maç sonrası çeyrek finale yükseliniyor? (30 Haziran)

Rasim Ökten: “Mardin’den Brad Pitt’e kehribar tespih” haberindeki Brad Pitt’in kaç yaşındaki fotoğrafı? Pitt şimdi 50 yaşlarında. Çocuk benziyor olabilir ama o zaman Pitt’in 20’li yaşlarındaki benzerliği deseydiniz. (21 Haziran)

Rafet Eşit: “TRT yöneticisinin tweet’lerini CHP yargıya taşıyor” haberinde, TRT Dış Haberler Müdürü olarak yazılan Serdar Aydın, TRT Dış Yayınlar Dairesi Başkanlığı’na bağlı Yabancı Dil Yayınları Müdürü’dür. (25 Haziran)

Muharrem Kantaş: Dünya sayfasında “Nusaybin-Kamışlı arasına hendek” haberi, “(Hendeğin... yasadışı geçişlerin önlenmesinin de önüne geçmek olduğu öğrenildi” diye bitiyor. Önlenmesinin önüne geçilecekmiş! (23 Haziran)

Yusuf Yıldırım: 27 Haziran’da Kelebek ekindeki “Şezlongda oyun” adlı haberinizde kullanılan fotoğrafa çok üzüldüm ve insan olarak utandım. Bir bayanın çamaşırını düzeltme fotoğrafı büyük bir maharetmiş gibi kullanılmış.

Koray Kılınçat: “Kârdan Fedakârlık” haberinizde hazırladığınız tablonun “Net Gelirler” sütununun “Net Satışlar” olarak düzeltilmesi gerekmektedir. Verdiğiniz rakamlar, şirketlerin net gelirleri değil, net satışlarıdır.(1 Temmuz)

Remzi Önder: “Otobüs patladı” haberinin spotuna dikkat. Meğer otobüs değil, sürücü çarpmış üstgeçide. Bir de “Mucize eseri ne kül olan otobüste ne de yolda kimse ölmedi” tümcesine ne demeli? (22 Haziran)