Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Freedom House’un filan, bunların dünyada itibarı filan yok. Bunların itibarı sıfır. Bunlar kendilerini bir şeye oturtuyorlar, oradan kendilerine bir değer atfediyorlar. Bunlar belki de kurdurulan kuruluşlar olabilir. Biliyorsunuz dünyada bu tür kuruluşlar vardır. Özel olarak bunlar kurdurulmuştur, bunlara özel görevler yükleniyor ve kendileri çalıp, kendileri oynarlar bunlar” ifadeleriyle eleştirdiği dünyaca ünlü sivil toplum örgütü Freedom House’un CIA ve ABD Dışişleri tarafından desteklendiğini öne sürdü.
Oğur “Elbette, Türkiye bir özgürlükler adası değil. Ama bunun kararını verecek olan da ABD dış politikasının kafayı taktığı ülkelerin kapı menteşelerinde parmağıyla toz bulan emekli neo-con diplomatların raporları hiç değil” ifadelerini kullandı.
"Freedom House’un özgürlükle ilgili raporlarını ABD dış politikası ile bağlantılı olarak hazırladığını" savunan Oğur, “Freedom House, ‘sıfırcı hoca’dan çok, ‘bu hoca bana kafayı takmış’taki hocaya benziyor. Soru bu karneyi dolduran ‘hoca’ların kim olduğu?” sorusunu dile getirdi.
Yıldıray Oğur’un “Kısmen' bile adil olmayan bir rapor” başlığıyla Türkiye gazetesinde yayımlanan yazısı (1 Şubat 2015) şöyle:
“Erdoğan ülkesi için en iyisini arayıp bulmak yerine, acımasızca gücünü artırma ve Türk toplumunu fay hatları üzerinden kutuplaştırma yoluna gitti. Acımasız, imajını korumaya çalışan ve muhalefete alerjisi olan bir lider. Türk toplumunu, laik-İslamcı, muhafazakâr-solcu, milliyetçi-Kürtçü ve en tehlikelisi Sünni-Alevi çizgisinde bölmeye çalışıyor. Tüm bu olaylara rağmen parti içinden kendisine yönelik muhalif bir ses çıkmadı. Birkaç defa bunu Gül’ün yapma şansı oldu ama o da bu adımları atmaya yanaşmadı. Gül, bir anlamda, varlık gösteremeyen önemsiz bir kişi hâline geldi.”
“Halk TV’de Ruhat Mengi’nin programına telefonla bağlanan Sözcü yazarı”ndan değil alıntı. Freedom House’un 2015 Özgürlük Raporu’nun Türkiye bölümünün yanında adı uzman olarak yer alan Susan Corke’dan.
Bu analizden çok öfke patlamasını, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce Kongre’ye bağlı Raymond Ofis Binası’nda Bipartisan Policy Center’ın düzenlediği toplantıda yaşamış. (STV ve Halk TV’nin birlikte canlı yayınlamamış olmasının büyük bir kayıp olduğu bu toplantının diğer konuşmacıları Eski Türkiye uzmanından çok Eski Türkiye’nin uzmanı olan Alan Makovsky ve Obama yönetimine yakın ABD’nin yeni Türkiye uzmanı Michael Werz. Geçen hafta Hürriyet’e bir röportaj veren Alman asıllı Werz’in boş zamanlarında T24 ve Todays Zaman okuyarak edindiği anlaşılan Türkiye “uzmanlığı” üzerinde ayrı bir yazıyla durulmayı hak ediyor.)
Susan Corke, diğer pek çok Freedom House çalışanı gibi ABD Dışişleri Bakanlığı kökenli. ABD Dışişleri’nin genç yaştaki uzmanlarını neden bu sivil toplum örgütüne kaptırıp durduğu sorusunun nasıl safi bir zihnin eseri olduğunu anlamak için Freedom House'un tarihine bakmak yeterli.
Yazıyı okumaya üşenenlere, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD yönetimiyle paralel anti-komünist faaliyetler yapan, bütçesinin yüzde 90’ı ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan karşılanan bu kurumun son üç başkanının profiline bakmak bir fikir verecektir.
Freedom House’un 2010’a kadar başkanlığını; Irak işgalinin hararetli savunucusu, Snowden’ın asılmasını öneren, “Şeriat: Amerika’ya Tehdit” kitabının yazarı eski CIA Başkanı James Woolsey yürütmekteydi. CIA, her zaman özgürlükler için çalışan bir STK olduğu için herhalde hiç zorluk çekmemiştir. Onun ardından başkanlık koltuğuna yakın zamana kadar David Kramer oturdu. Ne tesadüf o da ABD Dışişleri ve neo-con kökenli. Oğul Bush’un Demokrasi, İnsan Hakları’ndan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı’nı yapmak gibi bu koltuğu hak etmesine neden parlak bir özgürlük kariyeri var. Yeni Başkan, Mark Przybyszewski Lagon da yine bu “STK”nın işe alımlarındaki ilk iki şartından ikisini de yerini getirmiş. Hem Dışişleri kökenli hem neo-con American Enterprise Enstitüsü’nden yetişmiş. Onun özgürlüğe büyük katkısı da Irak’ın “özgürleştirilmesi” sırasında Dışişleri Bakanı Colin Powel’ın ekibinde yer almış olması. Ekipte BM işlerine baktığına göre, Powell BM’deki meşhur konuşmasında bütün dünyaya Irak’ta kitle imha silahları var yalanını söylerken arkasında bir yerlerde oturuyor olmalı.
Yine ne tesadüf, eski başkan gibi o da başkan yardımcısı olarak kendine 1971’de CIA’nin kurduğu Radio Free Europe’un yöneticilerinden birini seçmiş.
Freedom House’un raporlarından ve araştırmalarından sorumlu başkan yardımcısı Arch Puddington’a emanet edilen bir diğer hassas görev de İsrail’in özgürlük karnesini doldurmak olmuş ki, kırmızı kurdeleli o karneye ayrıca bakacağız...
1970’lerden beri ülkeleri “özgür”, “kısmen özgür”, “özgür değil” diye puanlayan Freedom House’un ne tesadüf ki ağırlıklı olarak Dışişleri (bazen CIA) kökenli olan yönetici ve uzmanlarının, yine ne büyük bir tesadüf ki bütçelerinin yüzde 90’ını da ABD Dışişleri’nden alarak hazırladıkları özgürlük karnelerindeki puanlamalarıyla, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmî politikası arasında herhangi bir ilişki olmadığını düşünenleri, ABD Dışişleri Sözcüsü Marie Harf’e teslim edip 2015 Özgürlükler Raporu’nun içeriğine geçelim.
“Demokrasiyi askıya almak: Demir yumruğa dönüş” başlıklı özet raporun içerisinde ilk dikkat çeken “Demokrasi’nin hasımları” üst başlığıyla fotoğrafları eşliğinde bazı liderlerin “demokrasi ve özgürlük karşıtı” cümlelerinden yapılan alıntılar.
6 isim girmiş bu çok özel hasımlar eksenine. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Tayland’da darbenin lideri Prayuth Chan-ocha, Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Azerbaycan’dan Aliyev’in yardımcısı ve tabii Erdoğan.
Erdoğan’ın alıntı yapılan sözü Twitter’la ilgili. Listedeki en düşük rütbeli isim olan Azeri yetkiliden ise “Arap Baharı’nın arkasında CIA var” sözü alıntılanmış.
Tabii, bu CIA alıntısıyla “komplocu diktatörler” vurgusu yapılan raporun altında, soğuk savaşta anti-komünist propaganda için CIA’nin kurduğu bilinen Radio Liberty ve Radio Free Europe’un yöneticiliğini yapmış Arch Peddington’un imzasını görmek ise ister istemez bir gülümsemeye neden oluyor.
2015 Özgürlükler Raporu’nda en çok kulakları çınlatılan ülkeler sıralamasının zirvesinde 10 atıfla Rusya var. Eski soğuk savaş alışkanlıkları kolay terk edilmiyor demek. Onu 9 atıfla Çin izliyor. Sonra darbe olmuş iki ülke 7 atıfla Mısır, 4 atıfla Tayland geliyor. Ve ardından 3 atıfla Türkiye. Hiç bilmeyenler Türkiye’de de darbe olduğunu zannedebilir. Muhalif liderlerin ev hapsinde olduğu, Kürt muhaliflerin asıldığı İran’dan ve Küba’dan özet raporda tek bir kere bile bahsedilmemesi herhalde ABD’nin açılımlarıyla paralel bir jest değildir, sadece unutulmuştur.
Suudi Arabistan, Kuveyt, Kazakistan, Ürdün gibi Amerika’nın yakın müttefiki ülkeler de herhalde 2014 yılında özgürlük karşıtı çok mühim bir şey olmadığı için yoklar.
Bir kez bahsi geçen İsrail’in 2014’teki suçu da şuymuş; 500’ü çocuk 2000 kişi öldürdüğü Gazze Operasyonu sırasında sosyal medyada kısıtlamalar getirmesi. Özgürlük hiç bu kadar yara almamıştı! (Bu arada “500’ü çocuk 2000 kişiyi öldürdüğü” kısmı bana ait. Aman bunu yazıp Bay Peddington’un kuyusunu kazmış olmayalım.)
Raporu okumaya vakti olmayanlar için düşünülmüş iki paragraflık özette 2014 yılında dünyada özgürlük karşıtı dört önemli olay şöyle sıralanmış: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Sisi’nin demokratik kazanımları geriye döndürmesi, Erdoğan’ın medya özgürlüğü ve sivil topluma yoğun baskısı ve Çin’in artan merkeziyetçi otoritesi.
2014 yılında özgürlüğe nasıl zarar verildi diye sorulsa bunlardan başka ne gelir ki insanın aklına! Rusya’nın Ukrayna’yı işgali tabii! Tabii keşke darbeyi yapanın Sisi mi Erdoğan mı olduğu daha net yazılsaydı, vurgulardan tam tersi anlaşılabilir.
Türkiye’nin teknik ve artistik puanlarını alalım. (Puanlar en iyi 1’den en kötü 7’ye doğru) Genel puan: 3.5 (Kısmen özgür), Yurttaş hakları: 4. Politik haklar: 3. Basın özgürlüğü ise hâlâ özgür değil. Bu arada ilginç bir durum ortaya çıkmış. Freedom House’un 2014 raporuna göre basın özgürlüğünde özgür olmayan ülkeler listesinde olan Türkiye, genel toplamda ise kısmen özgür! Yani basını özgür olmayan kısmen özgür ülkeyiz. Önceki raporda basını Türkiye’den daha özgür ilan edilen Kuveyt’ten bile daha özgür çıkmışız bu kez. Özgürlük işte, ne zaman nerede çıkacağı belli olmuyor.
Ama fazla üzülmeye gerek yok. Freedom House raporlarında son 20 yıldır Türkiye, 3’ün (kısmen özgür) altına düşürememiş puanını. 2005-2012 arası 3 olan puan, 2013’te 3.5’a düşmüş. (1995 öncesi tarihlerin puanları internette yok, onlara bakmak da çok ilginç olabilir)
Türkiye’nin karnesinde notlarını yarım puan düşüren kalemler ise şöyle sıralanmış:
“Başkan Erdoğan, yıl içinde gücünü konsolide etti, demokratik çoğulculuğa karşı giderek agresifleşen bir kampanya yürüttü. Medya sahiplerinden açıkça sansür ya da önemli gazetecilerin kovulmasını istedi, Anayasa Mahkemesi’ne kararlarına saygı duymayacağını söyledi, gazetecileri tehdit etti, kadın gazetecileri azarladı, okul müfredatlarında tuhaf ve radikal değişiklilerin talimatını verdi, Başkanlık’ta gölge kabine kurup, onların ülkeyi yönetmesine izin vererek, kendi partisinden bakanların ve anayasa maddelerini atlattı.”
Bütün kalemler Erdoğan’la ilgili. Yani rapora göre Erdoğan çıkarılırsa Türkiye özgür bir ülke bile olabilir.
Düşük notların bir kısmı Erdoğan’ın yaptıkları, söyledikleri. Ama çoğunluğu yaptığı iddia edilenler, yapacağı iddia edilenler, hatta yaptığı ya da yapacağı dahi iddia edilmeyenler. Örneğin müfredatta değişiklik talimatları. Nerede, hangi talimat? Osmanlıca meselesiyle, bu neden tuhaf? Yılın son günleri konuşulan “Gölge Kabine” iddiası rapora yetiştirilmiş örneğin. “Gölge Kabine bakanları atlatmak için”miş. Kaynak, Sözcü mü?
İleri görüşlülük mü, niyet okuyuculuğu mu, muhalif kaynaklardan kötü bilgilenme mi her söylenene inanmak mı? Sanki hiçbiri. Cevabı bulmak için Türkiye’nin özgürlük karnesinin ayrıca ayrıntılı olarak çıkarıldığı rapora da bakmalıyız. Bu Rusya ve Çin’le birlikte Türkiye’ye verilmiş bir ayrıcalık çünkü! Örneğin sokak ortasında siyasi liderlerin vurulduğu Mısır’ın, İran’ın, İsrail’in 2015 için ayrıca bir raporunu yazmamış Freedom House!
Türkiye raporu cümle cümle analiz edilmeyi hak ediyor aslında. Çünkü politik tarafgirliği bir tarafa neredeyse bütün cümlelerinde yanlış ve çarpık bilgiler olan bir rapor var karşımızda...
Raporun en dikkat çekici tarafı Gülen cemaatiyle ilgili olan bölümler. “Paralel devlet”i tırnak içine yazan rapor, cemaate “Hizmet Hareketi” diyor. Neredeyse bütün Türkiye siyasetinin 17/25 Aralık soruşturmaları ve sonuçları üzerinden değerlendirildiği rapora göre 45 bin polisin ve 2500 savcının görev yerleri değiştirilmiş. Raporda 20 kez atıf yapılan Erdoğan’dan sonra 8 atıfla en çok ismi geçen kişi Gülen. Peki nasıl geçmiş, yakından bakalım:
“Aralık ayında aralarında gazete editörleri ve televizyon senaristlerinin olduğu Gülen’le bağlantılı 30’dan fazla kişi terörist grup kurma suçlamasıyla tutuklandı. Bu tutuklamalar geniş çaplı protestoları tetikledi. Hükümet, ayrıca Gülen için silahlı terörist grup kurma suçundan tutuklama fezlekesi hazırladı ve ABD’ye iade edilmesi için başvurdu. Bu son iki gelişme, hükümetin Gülen’e karşı kampanyayı nasıl tırmandırdığına işaret ediyor.”
Today’s Zaman’da çıkmış bir makaleye geçmedik, hâlâ Freedom House raporundan bahsediyoruz. Bu arada aralık ayında 30 kişi değil dört kişi tutuklandı, 3’ü polisti. Gözaltına alınanların yarısı da polisti zaten.
Raporda biraz sonra aynı olay için şöyle denmiş: “Aralıkta hükümeti eleştiren ve Gülen’e sempatiyle bakan Zaman gazetesinin GYY’si ve 20’den fazla medya çalışanı başka bir İslami kökenli organizasyona yönelik saldırı için terörist grup kurmakla suçlanıp tutuklandı.”
Zaman gazetesinden “Gülen’e sempatiyle bakan” gazete olarak sadece Ekrem Dumanlı’nın bahsettiğini zannedenlere kötü haber. Tahşiye operasyonunda tutuklanan polislerden yine hiç bahis geçmediği gibi, 14 ay özgürlükleri kumpasla ellerinden alınmış Tahşiyecilerin başlarına gelenler de “başka bir İslami gruba saldırı için terörist grup kurduğu iddia edilen gazeteciler” diye bayağı çarpıtılmış.
Gülen adı Türkiye’de baskı altındaki dinî gruplar bahsinde de geçiyor. Şöyle: “Gülen’in inanç merkezli Hizmet Hareketi hükümetin en önde gelen hedeflerinden. (üyelerinin fişlenmesi, okullarının kapatılması)”
Bir de örgütler ve organizasyonlara yönelik baskılar bahsinde: "Türkiye’de örgütlenme özgürlüğü anayasal güvence altında ve çok sayıda aktif politik sivil toplum örgütü var. Bununla birlikte iktidar bazı STK’ları gözetliyor ve onlara baskı uyguluyor. Bilhassa Hizmet Hareketi’yle bağlantılı olanlara.”
Bu raporu okuyunca ABD’den Gülen’i istemenin ne kadar kötü bir fikir olduğunu düşünüyor insan. Cemaate bu bölümleri siz yazın dense bu kadarını “tarafsız görünmez” diye tedbir olsun diye yazmazlardı herhâlde…
Ama raporu yazan her kimse ya her denilene inanacak kadar safmış ya da Türkiye hakkında her şeyi çarpıtacak kadar kötü niyetli. Birkaç örnek daha verelim.
“Hükümetin sevmediği yayınları yapan medya organları ya kapatıldı ya soruşturmalara maruz kalıyor.”
Hükümetin sevmediği yayınlar yaptığı için kapatılan bırakın gazeteyi, tv'yi, bir mahalli gazete dahi oldu mu?
“Ekim 2014’te çoğunluğu yolsuzluk soruşturması üzerinde çalışan yüzlerce gazeteci baskıyla işlerinden atıldı ya da istifa etti.”
Yüzlercesinin değil, bir tanesinin adını verseler yeter.
“Ocak ayında, onlarca devlet televizyonu çalışanı, iş adamlarıyla üst düzey yöneticilerin karıştığı yolsuzluk skandalını soruşturdukları için atıldılar.”
Freedom House’dan bir atlatma haber daha. Google’layalım bari. 2014 Ocak ayında TRT Haber dairesine cemaatin yerleştirdiği kadrolar işten çıkarılmış. İşte bu büyük hadise bile ABD’nin yıllık raporuna böyle girmiş.
Birkaç örnek daha:
“Akademik özgürlük oto-sansür ve Kürt sorunu ve Ermeni Soykırımı gibi hassas konularda hukuki ve politik baskılarla kısıtlanmaktadır. Eskiden Hükümet aleyhine konuşan akademisyenler kovulurdu. Ocak 2014’te YÖK, akademisyenlerin kendi konuları dışında medyaya konuşmasını yasakladı.”
Her tarafı dökülen paragraflardan sadece biri daha. Türkiye’de Kürt sorunu ve Ermeni soykırımı üzerine konuşmamış akademisyen kaldı mı acaba? “Eskiden” ne kadar eski örneğin? Rapor 2014 hakkında değil miydi? YÖK’ün yetkili olmayan akademisyenlerin üniversiteleri adına resmî açıklama yapmasıyla ilgili düzenlemesini, haberin muhalif medyada ilk çıktığı versiyonuyla rapora sokmuş birine safça sorular…
Mesela HSYK seçimleri şöyle girmiş rapora:
“Hükümet, HSYK’nın çoğunu görevden aldı ya da yerlerini değiştirdi, yerlerine de AKP'ye sadık 100 yargıç getirildi. Ekim ayında savcılar ve hakimler politize bir süreçle büyük çoğunluğunun arkasında AKP olan HSYK’nın yeni üyelerini seçtiler.” HSYK’nın yeni seçilen Alevi, sosyal demokrat, ülkücü üyeleri tekzip gönderir herhalde.
Biraz da gerçek seçimler:
“Erdoğan 2014 başkanlık seçiminde HDP’li adayın Kürt kökenleri ve CHP liderinin Alevi inancı hakkında eleştirel sözler söyledi.”
HDP’li adayın Kürtlüğüne laf söyleyip, Kürtlerle barış süreci mi yürütmüş acaba. Kaynak?
Neler neler olmuş. Zaten seçimler de hiç adil değilmiş:
“Seçimlerde uluslararası ve yerli gözlemciler, kampanya sırasında usulsüzlükler, medyanın taraf tutması ve sansürü, devlet kaynaklarının Erdoğan tarafından kötü kullanımı, finans kaynaklarının şeffaf olmayışı ve oy kullanımında düzenbazlıklar.”
Muhalefet bile bu kadarını söylemedi. Türkiye'deki bütün gazetecileri atlatan raportör, araştırması sırasında camilerde vaaz bile dinlemiş, ama galiba ne dendiğini anlamamış:
“AKP, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı siyasi patronaj için kullanıp, camilerde hükümet yandaşı vaazlar verdiriyor.”
2014’ün son zamanlarında gündeme gelen Gölge Kabine tartışmalarını raporun olumsuz karnesine yetiştirmiş olan rapor, ilerleme sağlanmış alanlardaki gelişmeleri ise güncellememiş nedense.
O yüzden hâlâ KCK ve darbe davalarından tutuklanan entelektüellerden bahsediliyor, hem de neredeyse hepsinin tahliye olduğu yılın raporunda. Rapora göre Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısı Ekim 2014 itibarıyla 14. CPJ raporunda bile 7. Hristiyan azınlıkların mülk sorunlarından bahsedilirken, azınlıkların el konulan mallarının iade edilmeye başlanmasından, cumhuriyet tarihinde ilk kez kilise açılma kararından hiç bahis yok. Resmî prosedüre uygun olmadığı için kapatılan Kürtçe okulun kapatılması var ama bir süre sonra resmî başvuru yapıldıktan sonra açıldığı yok.
Bir de konuşulan kaynakların nasıl check edilmeden rapora sokulduğunun örnekleri var. Örneğin rapora göre Türkiye’de Alevilerin oranı yüzde 25. 50 kişinin öldüğü Kobani olaylarından ise “isyanlar ve çatışmalar” bahsedilip geçilmiş.
Elbette, Türkiye bir özgürlükler adası değil. Ama bunun kararını verecek olan da ABD dış politikasının kafayı taktığı ülkelerin kapı menteşelerinde parmağıyla toz bulan emekli neo-con diplomatların raporları hiç değil.
Hele de 2014 yılında Gazze’de 16 gazeteci öldürmüş İsrail’in özgürlük karnesine düşebildiği tek olumsuz not o operasyon sırasında sosyal medyaya getirdiği kısıtlamalar olan, Mısır darbecisi Sisi ile 9 seçim kazanmış Erdoğan’ı bir tutan bir raporsa asla…
Freedom House, "sıfırcı hoca"dan çok, “bu hoca bana kafayı takmış”taki hocaya benziyor.
Soru bu karneyi dolduran “hoca”ların kim olduğu?
Freedom House, basın özgürlüğünde Türkiye’yi Kuveyt’in altında, “özgür değil” ülkeler arasına sokan raporu yazan “epey tanınmış ve bu ülkede neler olup bittiği hakkında çok geniş kapsamlı fikirlere sahip bir gazeteci analisti”nin adını “korktuğunu” söyleyerek açıklamamıştı.
Eh bir yıl geçmeden Türkiye’nin kısmen özgür olduğu ortaya çıktığına göre korkması için bir neden de kalkmadı artık.
Ama korkusunun sebebi, ismini gördüğümüzde bu raporların neden bu kadar taraflı, öfkeli, çarpıtılmış bilgilerle dolu olduğunu hemen anlayacak olmamızsa bunun için korkmasına gerek.
Koskoca Amerikan devleti arkasında, çok korkarsa Özgürlükler Evi’nde ona da bir oda verilir herhâlde. Hiç olmadı Pensilvanya’daki çiftlikte muhakkak… Haşmet Babaoğlu’nun “kolonyal efendinin buradaki 'kâhya'ları” benzetmesi geliyor akla… Kâhyalar her zaman çiftliklerde iş bulur…