Özel Dosya

‘Fiziksel geçiş öncesi sonrası yok; ana rahmine düştüğüm andan beri transseksüel bir kadınım’

Ben olmanın bedeli öldürülmekse biz bunu baştan kabullenmişiz

18 Haziran 2015 03:25
Michelle Demishevich

Çok uzun yıllar öncesine dayanan tanışıklığımız vardır bizim Seyhan Arman’la. Onu oyuncu trans kadın kimliğiyle tanımıştım. Kafasında kocaman, kıvır kıvır saçlar. Alışık olmadığım bir aksanla konuşması ve sürekli her şeyi ben bilirim patavatsızlığıyla garip gelmişti ilk gördüğümde.

Ama sonra ilerleyen zamanlarda anladım ki o bir insan hakları savunucusu. Benim LGBTİ ve kadın aktivizmiyle tanışmama vesile olan kişidir. Gelir yatağımdan kaldırırdı, beni zorla saçımdan sürükleyerek eylemlere götürürdü. Hayat mücadelesi içinde sonraları zaman zaman ayrı kalsak da sevgimiz hiç bitmedi. Aynı davanın mücadelesini veren iki yoldaş olmuştuk. LGBTİ ve kadın özneleriyle başlayan hak mücadelesi sonra bütün ezilen ötekileştirilen kimliklere kadar ulaştık. Omuz omuza savaştık desek yeridir.

Tiyatronun peşinden koştu yıllarca, kirasını ödeyemediği zamanlar oldu. Ama o yılmadı, ‘Hayır, ben oyuncuyum; tiyatroda çalışmalıyım’ diyerek çok zaman direttiğini bilirim. Çevremizdeki trans arkadaşlarımız mücadelemizi kimi zaman anlamadılar. Eleştirenler de oldu, bize destek veren de. Seyhan da, ben de asla vazgeçmedik mesleğimizi yapmak için, her türlü zorluğa beraber göğüs gerdik.

İyi ki de öyle olmuş, iyi ki de Seyhan pes etmemiş ve başarmış. Bugün o kabul etmese de, mütevazı olsa da, ben söylemeden edemeyeceğim. Seyhan Türkiye’nin en iyi oyuncularından birisidir bana göre. Çünkü altın tepside sunulmadı, mücadele etti bunun için. Şimdilerde yarattığı bir “Matmazel Coco” karakteriyle de sahnelerde renkli ışıklar altında dakikalarca ayakta alkışlanan bir figür haline geldi. Biz de “Nefrete İnat Yaşasın Hayat” yazı dizisi için Seyhan Arman’la konuştuk. Tiyatro, sanat, politika, aktivizm ve kariyerine dair ne varsa bütün gerçeklikleriyle ve patavatsızlıklarıyla bize anlattı.

Şişli Kurtuluş’ta yalnız yaşadığı evinde bir araya geldik röportaj için. Gittiğimde bana kendi elleriyle yemekler hazırlamıştı; mantı çorbası, nohut ve yaprak dolması sarmış elleriyle. Ne kalori, ne de rejim hiç umurumda oldu ve bir güzel yedim. Hayatı için kendisi için ve içindeki kadın için verdiği o cesur mücadeleyi Seyhan’ın kendi ağzından dinliyoruz şimdi… 

“Sorunun aslında birçok pencereden cevabı var. En basit şekliyle Adanalı’yım, 1980 doğumluyum. 2000 yılında turne için Çanakkale’ye gittim, o dönem Sakatlar Tiyatrosu’nda çalışıyordum, oradan İstanbul’a geldim. Burada perukları ve tiyatroları görünce burada kalmaya karar verdim. Çünkü o dönem peruklar benim için çok önemliydi. Şov yapıyordum, orlondan saç yapıyordum Adana’da böyle bir sektör olmadığı için. Palyaço burnu yoktu, ping-pong topunun ojeyle boyayıp takıyordum falan. O yüzden böyle şeyler önemliydi. O perukçuları görünce ‘İstanbul benim şehrim’ deyip karar verdim. Bütün işimi gücümü Adana’da bırakıp on beş gün içinde İstanbul’a taşındım.”

“Benim savunma mekanizmam biraz değişik işliyor galiba. Ben hangi ortam, hangi şehir, hangi ülke olursa olsun fark etmez o an bulunduğum yerde en rahat edebileceğim şeklini kendime göre belirleyip oradan yürüyorum yoluma. O yüzden Adana’yla kıyasladığımız zaman tabii ki İstanbul çok büyük bir şehir başka bir kafası var. İstanbul’a gelip ilk indiğim andan itibaren sanki Adana’da başka bir semte gitmişim gibi hissettim. Hiçbir zaman problem yaşamadım ve İstanbul hiçbir zaman korkutmadı beni.”

“Adana’da çok iyi para kazanıyordum. Sabah çocuk tiyatrosu yapıyordum, bir anaokulunda çalışıyordum. Hem bir eğitmen gibi, hem de okulun palyaçosuydum. Hafta sonları bir markette animasyon yapıyordum. Markette çalışan bir işçinin aylık kazancını ben bir hafta sonunda kazanıyordum. Bunun yanı sıra tıpa-tıp şov yapıyordum. E tabii biraz param vardı, ona göre geldim. Burada akranlarımın gittiği yoldan gittim. Bir hotel vardı, benim arkadaşlarımın kaldığı, orada yaklaşık üç ay kadar kaldım. Biraz daha paramı biriktirdim, sonra annemden biraz maddi destek aldım. Bileziklerini sattı, bana para gönderdi.”

“Taksim Meydan’da çok güzel bir ev kiraladım ve bir problem olmadı. Hayatımın en zor dönemini ben Denizli’de yaşadım. Bir hafta kaldım Denizli’de ve hayatımda ilk kez aç kaldım. Bir tatil şirketinde devre mülk satış personeli olarak çalışıyordum. Şirket Denizli’de yeni bir ofis açtı ve bana ‘Gider misin’ dediler ben de ‘tamam’ dedim. Biz haftalık para alıyorduk o zaman dolar bazında. O hafta bizim paramızı vermediler, bir hafta açlık çekmiştim. Hayatımın en zor dönemi orasıydı.”

 

’15 yaşımdan beri...’

 

“15 yaşımdan beri kendi kararlarımı kendim veriyorum. Çocukken bile halk oyunları çalışmalarına katılıyordum. Ekiple Elazığ’a gidileceği zaman aileme ‘Gidebilir miyim’ diye sormazdım, ‘Gidiyorum’ derdim. Kendi ayaklarımın üstünde durduğumu gördükleri için belki ailem için de bir problem olmadı.”

“Alaylı bir oyuncuyum. Profesyonel oyuncu olarak ilk on beş yaşımda çalışmaya başladım. Adana Sanat Tiyatrosu’nda uzun yıllar çocuk tiyatrosu yaptım. Palyaço ve animasyon yaptım ara ara. En önemlisi de tıpa-tıp şov yaptım. İstanbul’a geldiğimde de bazı tiyatrolarda çalıştım özellikle kamera önü çalışmaya başladım. Aynı zamanda burada Dilruba Saatçi’den bir ders aldım ve kendisiyle bir oyunda çalıştım. Engin Alkan ile üç oyununda rejide çalıştım. Bunlar çok büyük isimler, çok büyük ekoller. Engin Bey’in kapısında bir sürü ünlü ünsüz oyuncu bekliyor. Ben bu kişiyle birbirinden farklı üç oyunda, üstelik bir tanesi müzikal olmak üzere rejide çalıştım aylarca. İki tane work-shopuna katıldım. Bunlarda yeterince beni besledi diye düşünüyorum. Oyuncuğun sonu yok ama şimdi konservatuara gitsem hiçbir şey bilmeyen oyuncularla yine öğrenmiş olurum.”

 

‘Meme proteziyle değişen bir şey olmadı’

  

“Ben 35 yaşındayım ve 35 yıldır Seyhan Arman’ım. Saçımın biraz daha uzun olması ya da meme protezimin olması benim için çok büyük bir değişiklik olmadı. Fiziksel değişim anlamında bahsediyorsak, evet, ilk değişimi İstanbul’da yaşadım. İstanbul’a geldikten yaklaşık altı ay sonra meme protezi yaptırdım ve bu şekilde yeni bir yaşam benim için başlamış oldu. Aslında ben benim ve hiçbir şey değişmedi. Saçım biraz uzamış, kaşım biraz ince olmuş, kıyafetim değişimi falan bunlar benim için çok önemli şeyler değil. Ben zaten kıyafet değiştirmeye 12 yaşımdan beri alışığım. Bir şekilde animasyon yapıyorum, profesyonel olmadığım dönemlerde, özellikle yılbaşlarında çarşaftan Arap kılığına girip komşularımı akrabalarımı gezerdim. Kıyafet değişimi benim için bir şey değildi. Ruhum değişmediği için benim içim hiçbir zorluğu ya da enteresan bir durumu açıkçası yaşamadım.”

 

‘Bir öteki olarak başka bir ötekiye nasıl başka gözle yaklaşabilirim?’

  

“Ben bir fark görmüyorum. Sadece trans kadınlar özelinde de değil, birisinin cinsiyeti, etnik kökeni ve sairesi benim için önemli değil. Ben bir öteki olarak başka bir ötekiye nasıl bir başka gözle yaklaşabilirim? Ayrıca trans kadınlar olarak biz aynıyız. İşlerimiz farklı olabilir, ama bu farklılık bütün insanlar için geçerli. Bütün doktorlar birbirleriyle anlaşıyor diye bir şey yok. Ya da bütün hemşireler, bütün Müslümanlar veya bütün Antepliler... Böyle bir genelleme olmadığı için tabii ki bu bütün trans kadınlar için de geçerli. Ama ben bir problemim olduğunu düşünmüyorum. Ben herkesle, Tarlabaşı’nda yaşayan bir trans kadınla da, Etiler’de yaşayanla da bir olabiliyorum. Onunla bir şey paylaşabiliyorum. Kendi penceremden baktığım zaman hiçbir problem yaşamıyorum. Benimle sorunları olanlar var mıdır, belki olabilir, ama hiçbir zaman böyle bir sınıf problemi yapmadım, yapmayı da düşünmüyorum. Bir dönem transseksüel terimin anlamını bile bilmiyordum. Kendimi eşcinsel veya travesti diye adlandırdığım zamanlar da oldu ama bilmediğim için.”  

 

‘Ana rahmine düştüğüm andan itibaren transseksüel bir kadınım’

 

“Şu şunu söylüyorum: Ben 35 yıldır bir transseksüel kadınım. Ana rahmine düştüğüm andan itibaren. Bilimde böyle bir açıklaması olmayabilir, din adamları buna karşı gelebilir, bütün dünya ‘Hayır Seyhan, yanılıyorsun’ diyebilir. Gerçekten umurumda değil. Ben kendimi biliyorum, ruhumu biliyorum böyle hissediyorum. Velev ki deliysem, transseksüellik böyle bir şeyse saygı duymaları gerekir, hastaysam bunun için de saygı duymaları gerekiyor. Ben hasta ya da deli olduğumu düşünmüyorum. Gayet sağlıklı bir insanım. Çok ciddi anlamda ben ana rahmine düştüğüm andan itibaren böyle olduğuma inanıyorum. Belki 2 yaşında cinsiyet kimliği şekillenmemiştir falan, bunlar hiç önemli değil. Ruh diye bir şey var olduğuna inanıyorsak benim ruhum budur. Fiziksel geçişim öncesi, sonrası, bilmem nesi diye bir şey yok.”

“Ben hep Seyhan’dım, bugün de Seyhan’ım, yarın da Seyhan olacağım ve Seyhan olarak da öleceğim. Nasıl göründüğüm gerçekten önemli değil. Bugün ben eğer trans kadın olmasaydım daha fazla tanınıyor olacaktım. Tiyatro camiasında ya da oyunculukta kendimi daha kabullendirmiş olacaktım. Biz deli miyiz, anamıza babamıza, arkadaşlarımıza ‘Bir dakika ben öyle değil de böyleyim’ diyelim. O doğuştan olmasa, o ruhu gerçekten hissetmese hiç kimse bunu yapmaz. İnsanlar deli mi ki kalkıp 3 kuruş için seks işçiliği yapsın! Polisten kaçsın, ev verilmesin dayak yesin, öldürülsün… Tabii ki biz var oluşumuzu yaşamak için mücadele ediyoruz.”

 

‘Ben olmanın bedeli öldürülmekse biz bunu baştan kabullenmişiz’

 

“Buradaki amaç topluma bir tokat atmak da değil. Ben olmak istiyorum ya ben olmanın bedeli eğer öldürülmekse biz bunu baştan kabul etmişiz. Gerçekten insanların aklına şaşıyorum. Bazen diyorlar ya para için kadın kılığına giriyorlar. Kim girer? Bunu söyleyen insan gelsin, gerçekten onun parasını ben ödeyeyim. Kadın kılığına lütfen girsin, lütfen caddeye çıksın ve metrobüse binsin! Onun parasını ben ödeyeyim. Bunu tartışmaya hiç gerek yok artık. Bir gram aklı olan insan, bizim ne demek istediğimizi gayet net anlar.”

 

‘LGBTİ bireylerin içinde bile ötekiyiz’

  

“Türkiye’de kadın olmak, insan olmak zor, Kürt olmak, Alevi olmak ve hatta Türk olmak zor aslında. Hani Türkiye’de bir sürü şey olmak zor. O yüzden Türkiye’de trans kadın olmak iki kere zor. Çünkü biz LGBTİ bireylerin içinde bile ötekiyiz. Ötekinin de ötekisiyiz aslında. Çünkü biz saklanmıyoruz, gizlenmiyoruz, bu iki yüzlü topluma yalan söylemiyoruz. Herkesin belli kaygıları vardır, bütün eşcinseller de çıksın açılsın anlamında söylemiyorum. Bugün bir kampanya olsa ve buna bütün LGBTİ bireyler katılsa ve ortak bir saatte dönüp yanındakine ‘Ben eşcinselim’ dese bu sorun ortadan kalkar. O kadar büyük bir çoğunluk olduğumuzu düşünüyorum.”

 

‘Uzaydan baksan belliyiz’

 

“Asla azınlık olduğumuzu düşünmüyorum. Televizyonlara çıkan bir sürü travesti diye adlandıracağımız kişi için bile değillermiş gibi davranılıyor. Çünkü eşcinsel olmak, trans olmak kötü; onları sevdikleri için öyle algılamıyorlar. Ama trans kadınlar bu anlamda bir tokat atıyor. Bir saklanmanın içine girmiyor. Uzaydan baksan belliyiz. Ne olduğumuz ortada. Bu yüzden topluma biraz garip geliyoruz. Biz onlara bazı gerçekleri gösteriyoruz. Erkeklik gibi kutsal bir şeyi becerememiş olduğumuzdan dolayı aşağılanıyoruz. Öbür türlü de kadın sayılmazsın diyorlar. Aslında bir arada yaşayabiliriz. Birazcık benim düşündüğüm gibi düşünebilse insanlar. Bu kadar çok nefret söylemleri olmasa. Karşısındakinin etnik kimliği, cinsel yönelimi önemli olmasa daha rahat edebiliriz.”

 

‘LGBTİ  örgütlerin içinde bile bizi bastırıyorlardı’

 

“Şiddet görünür oldu son yıllarda. Biz trans kadınlar artık örgütler içinde sesi çıkan özneleriz. Ondan önce sesimiz yoktu. Sen, ben vardık falan. Bizi de bastırıyorlardı, LGBTİ örgütlerin içinde bile. ‘LGBTİ onur yürüyüşlerinde seks işçisi trans kadınları görmek istemiyoruz’ diyorlardı. Gezi direnişinin de görünür olmamız açısından etkisi oldu. Şakacı transseksüeller, komik eşcinselleri barikatların önünde direnirken gördüklerinde destek vermeye başladı insanlar. Geziden sonraki destekler daha gerçek geliyor. Yeni jenerasyon trans kadınlar pırıl pırıl daha bilinçli geliyor. Teknolojiyle birlikte çağ değiştiği için daha görünür oluyoruz.”

 

‘Muhafazakârlık maskesi taktık, Facebook’ta ‘Hayırlı cumalar’ diliyoruz’

 

“Ben şimdi başımı örtmediğim için, transseksüel olmadığım için benim ne kadar dindar olup olmadığımı nereden bilebilirler. Muhafazakârlık maskesini taktık hepimiz. Mesela hepimiz cuma günleri Facebook’ta ‘Hayırlı cumalar’ diliyoruz. Tabii ki cuma gününü önemseyebiliriz, bunu kutsayabiliriz, gerçekten hayırlı olmasını dileyebiliriz. Bu başka bir şey. Ama inanamıyorum! Yedi düveri parmağında oynatmış kişiyi görüyorum, ‘Hayırlı cumalar’ diliyor. Ramazan geliyor şimdi. Gerçekten özel bir ay inan insanlar için. Kutsal bir ay ve biz bunu kullanıyoruz hep beraber. Şimdi Ramazan’da hepimiz birer ilah kesileceğiz. Ama nerede açacağız iftarımızı 5 yıldızlı bir lüks hotelde. Evimizde açsak en fakirimiz bile neler neler yiyeceğiz. Amacımız açın halinden anlamak olmayacak. Daha önceki deneyimlerime bakarak söylüyorum bunları. Keşke yanılsam, yüzüme tükürseler önemli değil. O zaman o muhafazakârlığı ve dindarlığın ne kadar samimi olduğunu sorguluyorsun. Öteki pencereden baktığımız zaman da toplum 12 yıldır muhafazakâr. Bundan rahatsız olan taraf da var. Bir 12 yıl da Atatürkçü olsak daha mı iyi? Milliyetçi olsak bir 12 yıl, bir 12 yıl da Kürtçü olsak hep beraber, yani ocu şucu bucu olduğumuz da bence problem.”

 

Erdoğan’a: Eşcinsel vekil seçmediğini nereden biliyorsun, kontrol mü ediyorsun?

 

“Sonuç olarak bu ülkede bir sürü kitle yaşıyor hep beraber, tek bir renk olmak zorunda değiliz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en son söylemlerinde ‘Eşcinsel milletvekili seçmiyoruz’ vardı. Hadi ya nereden biliyorsun? Kontrol mü ediyorsun? Bir kontrol mekanizması var mı? Bütün adaylarını getirip su dolu bir kovaya mı oturtturdun? Ne yaptın da eşcinsel olmadıklarını biliyorsun?”

“Bu açıklama ‘Bu ülkede eşcinseller yok’ demeye geliyor, bu ne demek! Bu kadar komik bir açıklama olur mu? Varlar ve ortadalar ama yokmuş gibi davranıyoruz. Ben mesela Zeki Müren için ‘Eşcinsel değildi, o bir travestiydi’ dediğimde kıyamet kopuyor. Çünkü o ‘paşa’ ve erkek kutsal bir yere konulmak isteniyor. Senin milletvekillerinin arasında eşcinsel olsa ne olur, olmasa ne olur? Önemli olan doğru bir iş yapıp yapmadığı değil mi? Öyle olunca biz de ne yapıyoruz; bir eşcinsel ya da bir transseksüel Meclis’e girsin diye yırtınıyoruz. Aslında Meclis’te var ama görünür değil. Bu kadar LGBTİ kimliğini üzerine gidenlerin bence bir derdi olması lazım. Eşcinsellikle bir derdi olmayan insan çıkıp da kötü bir söz söylemez. Sadece derdi olanların nefret söylemleri bunlar. Önümüzdeki seçim dönemimde milletvekili olursam o zaman fark nasıl yaratılıyor işte o zaman gösteririm. Meclis bahçesinde, Matmazel Coco da olur, neden olmasın? Tayip Erdoğan’ın doğum günü partisi olsun çağırsınlar, Coco oraya da gider.”

 

‘Eskiden mahallemde popülerdim, şimdi gettomda’

 

“Tanınmışlık, kime göre tanınmışlık? Ben belirli bir getto için tanınmış bir kişiyim. Ama bu benim hayatımda hep vardı. Ben çocuk tiyatrosu yapıyordum ve Sirkten Kaçan Palyaçolar diye bir oyunumuz vardı, kendi mahalleme yakın bir yerde oynadım. Mahalleye girdiğimde çocuklar beni alkışlayarak karşılıyordu. Hani popülerlikse orada da popülerdim. Radyoda da DJ olarak çalışıyordum. Komşularımız istek yapıyorlardı, ben yayındayken orada da popülerdim. Teşekkür edip balkonlardan beni alkışlıyorlardı. Tiyatro yapıyordum, tıpa-tıp şov yapıyordum. Hep kendi alanımda popülerdim. Aktivizm anlamında birtakım gelişmeler oldu. Ben hayatımda hep güçlü olduğumu düşündüm, ayaklarımın üstüne bastığını düşünüyorum ve hep güçlü bir karakter oldum, hep kraliçeyi oynadım. O yüzden kendim için çok savaş verdim. Savaşçı bir kadınım ben. ‘Ya bir dakika ama bu böyle değil’ diyebiliyorum kimi zaman. Her yerde her alanda bu böyle. Ailemde, iş alanımda ve aktivizm çevresinde olabilir, fark etmez. Biraz kavgacı bir tipim ben. Kendim için bir şeylerin savaşını verip kazanmaya başladığımda yanımdaki insanlar için de bu savaşı verme alışkanlığı oldu. Bir süre sonra bu benim normalim oldu. İstanbul’da tabii ki belirli gelişmeler ve değişmeler oldu, kendimi törpüleme anlamında. Çok patavatsız birisiydim önceden, birazcık politik olmayı öğrendim, özellikle iş hayatında. Değişimler oldu ama özünde yine aynı insan olduğumum düşünüyorum.”

 

‘En büyük derdim...’

 

“Seyhan Arman’ın en büyük derdi ‘Matmazel Coco’. Bu son üç dört yıldır oynadığım bir karakter aslında. Çünkü ben bir oyuncuyum, oyunculuk yapmak istiyorum. Şu anda kamera karşısında böyle bir şansım yok. Tiyatro projem var. Bir oyun yazmaya çalışıyorum. Belirli bir kitlem var ve benden beklentileri var, benim kendimle ilgili beklentilerim var. Biraz mükemmeliyetçi bir insanım. Şu an sahneye çıksam, bir sürü şey yapabilirim ama bu bana yetmiyor. Beni zorlayacak şeylere ihtiyacım olduğu için bir tiyatro üzerinde çalışıyorum. Birkaç yazarla görüşüyorum, onlara bir oyun yazdıracağım. Yani böyle çok klasik olmasın, yine içinde ötekileri anlatan bir şey olsun ama farklı bir karakter olsun düşünüyorum. Şu an da iki derdim var. Bir trans kadın olarak bu sektörün içerisinde elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Fark yarattım mı bunu bilmiyorum, bu seyircinin kararı açıkçası. Beni tanıyan insanların çevremdeki insanların kararı olacaktır. Ben henüz hayalini kurduğum yerde değilim, yapmak istediğim şeyleri henüz yapabilmiş değilim.”

‘Matmazel Coco bana ev aldı’

 

“Matmazel Coco bir cabaret kadını ve bu beni çok beslediği için onunla çok uğraşıyorum son yıllarda. Çünkü Matmazel Coco bir yandan bana para kazandırıyor, ev aldı mesela bana. Ben Seyhan olarak ev alamayacaktım. Şu anda içinde yaşayabileceğim bir ev değil ama bir şekilde emekli maaşı sağlamış oldu diye düşünüyorum. Matmazel Coco bir sürü şey yapıyor. Konser sunuyor, açık arttırma yapıyor, defile sunuyor, yarışma sunuyor, bir sürü şeyi bir arada yapıyor. Nikâh kıyıyor, bazen de karaoke yapıyor, beni çok besliyor, çok eğleniyorum onunla. Ben eğlendiğim için seyirci eğleniyor ve seyirci eğlendikçe ben biraz daha fazla eğleniyorum, keyifleniyorum. Bu dönem birazcık yoğun olacak galiba. Ben yaptığı şeylerden pek memnun olmayan, bazen beğenmeyen, yeterli olduğunu düşünmeyen bir karakterim ama bu dönem Matmazel Coco’ya zaman ayırmayı düşünüyorum. Bir menajerle anlaşarak önce işe başlayacağım.”  

“Matmazel Coco bir hayal dünyasında yaşıyor ve aslında çok politik bir karakter. İnsanları çok eğlendiriyor olabilir ama Coco o kadar her şeyin bilincindeki kendinin farkında ve bütün dünyanın farkında ve bunu şovlarına yansıtıyor. Doğaçlama performanslarında mutlaka buralara değiniyor. Mesela Gezi olayları olduğu zaman Matmazel Coco bunu görebiliyordu. Ya da garson elindeki tepsiyi düşürdüğünde, dansçının ayağı kaydıysa, seyircinin dip boyası gelmişse Matmazel Coco bütün bunları görüyor ve bunların üstüne parmak basıyor. Matmazel Coco’nun Fransız olmadığını herkes biliyor. Çünkü Parisien bir kültürden gelmediği çok belli. Arada Fransızca bir şeyler uyduruyor ama Seda Sayan, Esra Erol izliyor, hatta bütün dizileri izliyor ama ben dizi izlemem sadece belgesel izlerim kafasında. Kilolu bir kadın, bir aşure kazanı gibi kalçası var ama incecik bir beli, kaşık kadar suratı olduğunu düşünüyor. Star olmaya çalışıyor ama aslında bir star değil. Yani Matmazel Coco her şeyin çok farkında bir kadın, o onun oynadığı bir şey. Aslında bakarsan ailesi sirkte çalışmış ve sirk sanatçısıymış, bu sirkte büyüdüğünü söylüyor. Bir yandan söylentiler var Matmazel Coco eski sermayeymiş diye. Ama madam denildiğinde çok kızıyor, ‘Hayır, ben bakireyim’ diyor. Biraz muallakta onun ne olduğu. Matmazel Coco karakterini seçmemdeki en büyük sebebi de bu, gerçekliği kıstım onu üzerinden. Açıkçası bir sürü şeyden etkilenmiş olabilirim bu karakteri oluştururken. Matmazel Coco’nun kalçaları benim Basena diye bir karakterim vardı drag-queen performanslarımda. Oryantal Asena’yı yapıyorum aslında onun sertliğinde, onun bakışlarında, onun ciddiyetinde bir oryantal. Ama asla estetik olmayan, kocaman kalçası olan, göbeği olan, koca memeli bir kadındı bu Basena. Mesela Asena yere düşse nasıl bir zarafet olur ama Basena bir dana gibi yere düşüyor ama Asena bakışlarıyla. O çok tepki alıyordu ve çok istiyordum onu bir yerde kullanmayı.”

 

‘Coco bir tek sünnete gitmedi’

 

“Bir gün Suadiye Hotel’in içerisinde ‘Madame Margot Cabaret’ adında yeni bir mekan açılmıştı, Deniz Önal’ın yönetmenliğinde. Açılışından yaklaşık bir buçuk ay sonra falan Deniz’i aradım ‘Ben neden yokum, Seyhan fobin mi var senin’ deyince ‘Aşk olsun gel, hemen görüşelim’ dedi. Madame Margot karakteriyle birlikte Matmazel Coco da artık resmi olarak ortaya çıkmıştı. Margot şanslı olan, mekan açmış, erkeği kapmış, star olmuş. Coco ise bunların hiç birini olamamış ve bunun hırsını alıyor gibi bir düşünceden doğdu. Sonra Coco orayı çok aştı. Bir sürü etkinlik yaptı. Doğum günü mafyası ile çalışıyor, düğün davet organizasyonlarında çalışıyor. Coco bir tek sünnete gitmedi ama yakında oraya da gider. Adana’ya bir kere gitti Coco. Genç işadamlarının bir partisi vardı orada, çok uzun bir performans yapmadı ama zaten ben Adanalı olduğum için öyle bir denk geldi, Coco da uğramış oldu. Matmazel Coco’ nun şöyle bir enerjisi var, ilk çıkış şarkısında dahi seyirciyi çok yakalamış bir karakter. Seyirci Coco’yu köyün delisi yerine koyuyor. Kadını, erkeği, çocuğu hiç tepki göstermiyorlar. Tabii ki Coco’nun belirli ayarları var. Kutsal aile şeyine performans yapan bir sanatçı. Mesela eşcinsel esprileri yapmıyor. Heteroseksüel müşteriye oynayan hetero bir kadın Coco. Tek amacı var eğlenmek, eğlendirmek. Para kazanma amacı yok. Çünkü zengin bir kadın zaten. Yüzükleri falan kocaman. Bazı tanıştığı beyler var, onlar hediye getiriyor Coco’ya.”