Avukat Fikret İkiz, Türkiye'deki var olan yargı sistemini eleştirdi. "Bana göre yargı tarafsız değildir, aksine yargıda güç elde etmek isteyenlerden arındırılması gerekir" diyen İkiz, " Bunu ancak ve ancak yargı yapabilir. Ama biz avukatlar olmadan yargı da bunu yapamaz" dedi. İkiz, "Adliye bizimdir, sarayları kim istiyorsa alabilir, kim istiyorsa saraylar kurabilir. Ama adliye avukatlarındır" diye konuştu.
Öte yandan İstanbul Barosu başkanlığına aday olan İkiz, "Baro yönetimine talip olduğunuz an çözmeye de aday oluyorsunuz, biz bu soruları çözmeye adayız diyorsunuz. O halde sorunları yaşayan tüm meslektaşlarımızı, bu sorunları çözmek için sürekli olarak rahatsız etmeliyiz" ifadesini kullandı.
İlkiz'in yönetim kurulu listesinde yer alan avukatlar şöyle:
Rıza Mahmut Türmen, Bahri Bayram Belen, Haluk İnancı, Hasan Fehmi Demir, Seher Demirel Tosun, Semra Arcan Gökçen, Hürrem Sönmez, Şerafettin Can Atalay, Zeycan Balcı, Yasemin Gülbol.
İstanbul Barosu başkan adayları
Başar Yaltı (Avukat Hareketi), Cem Kaya Karatün (Ortak Hedef Platformu), Eren Keskin (Özgürlükçü Hukukçular Platformu), Gökhan Ahi(Avukat Hakları Grubu), Hasan Kılıç (Önce İlke Çağdaş Avukatlar Yükseliş Grubu), Kaptan Yılmaz (Milliyetçi Avukatlar Grubu), Mehmet Durakoğlu(Önce İlke Çağdaş Avukatlar), Talat Canbolat (Baroda Değişim ve Gelişim Hareketi)
Fikret İlkiz ve Çiğdem Koç bağımsız aday.
Bianet'in sorularını yanıtlayan İkiz'in açıklamaları şöyle:
En sıcak gündemlerden biri Brunson’un tahliyesi. Hukukçu olarak davayı nasıl yorumluyorsunuz?
Hukukçu olmaktan kaynaklı bir yaklaşımım var benim, özellikle bu tür davalarda. Bunlar kamuoyunda çok bilinen ya da moda deyimiyle dile düşmüş ceza davalarıdır. Şimdi bu ceza davasının bize öğretisi nedir diye baktığımızda, önce bunu tespit etmek gerekir.
Bir iddianame yazıldı. Genelde iddianame konusunda medyada az haber görürüz. Oysa iddianamenin içeriği, bazı tanık ifadelerine dayalı, “misyonerlik nedir?” diye anlatılan ve o konuda da yorum yapan içeriğe sahip. Oysa iddianameler, insanların eylemlerinden dolayı hangi hukuki yararı ihlal ettikleri konusunda bir suç atfı yapmak suretiyle de bu suçtan cezalandırılmalarını isteyen soruşturma sonucu belgelerdir.
Demek ki bu iddianamenin tanık beyanlarına dayalı olduğu iddianamenin okunması sureti ile ortaya çıkmadı, yargılama sırasında ortaya çıktı. Başta emniyet güçlerinin ya da savcılıkların almış olduğu ifadelerin yargı önünde kabul edilmediği ve bu ifadelerden geri dönüldüğü görülüyor. O zaman sizin de söylediğiniz gibi, insanlar “Niçin tutuklandım niçin serbest bırakıldım” ifadesini kullanmak durumunda kalıyor.
Bu, şu anlama geliyor, insanlar ceza bitince dava bitti sanıyor oysa yargılama devam ediyor. Ayrıca, bu dava üzerinden siyasetçilerin politika yapması en endişe verici bir durum.
Bu ceza yargılaması şunu gösterdi ki, demek ki gizli tanık ifadeleri ile insanları yargılarsanız sonucu bu oluyor. Demek ki gizli tanık ifadeleri kullanmak sureti ile birisini suçlarsanız ileri sürdüğünüz suçlamaların böyle bir iddia karşısındaki zayıflığı yargının otoritesini ve gücünü zayıflatıyor.
O halde biz öncelikle ceza davaları üzerinden bir demokrasi tartışması yapmayı, ceza davaları üzerinden insan haklarını konuşmayı, hatta ve hatta ceza davaları üzerinden dış politikayı ve devletlerin politikalarını tartışmaktan uzaklaşmalıyız. Mahkeme bir yargılama yapıyor. Ona ya da buna bağlı olması meselesi değil. Yargılama sonucu olarak, toplumun edindiği izlenim yargı tarafsız değildir. Yargının toplumdaki bağımsızlığını zedeliyor.
Demek ki sadece ve sadece kişinin konumundan hareketle bir iddianame düzenlerseniz, gizli tanık denilen bu tehlikeli metodu kullanırsanız, ortaya çıkan sonuçlar bunlar. Bu sonuçlar kötüdür. Ama tek şeyle çözülebilir. Sadece hukukla çözülebilir yargıyla çözülebilir ve yargıya güvenmekle çözülebilir.
Yoksa yüksek rütbeli devlet yetkililerin “Gördünüz mü yargımız bağımsızdır, tarafsızdır” sözlerine kimse inanmaz, siz bu sözleri söyleyebilirsiniz, ancak kimse inanmaz.
O halde ben bu davayı ceza davası olmaktan çıkaran güçlerin yargıya müdahalesi olarak görürüm.
“Türkiye’de her zaman yargı iktidara bağlıydı deniyor” Ancak, bu dönem bunun çok daha yoğun olduğu söyleniyor. Siz buna tanık oldunuz mu?
Demek ki ortada bu soruyu sorduğunuza göre güvenilmeyen bir yargı var. Nesine güvenmiyorsunuz? Bağımsızlığına. Nesine güvenmiyorsunuz? Tarafsızlığına güvenmiyorsunuz.
Eskiden anayasanın 16’ıncı maddesinde yargının bağımsız olduğu söylenir ve yetkiyi böyle kullandığı söylenirdi. 2017’de değişiklik yapma gereği duydular bağımsızlık yanına tarafsızlık ibaresini eklediler bu bir ihtiyaç oldu. Kimsenin inanmadığı bir konuda anayasal bir koruma sağlamak gelinen nokta bu. Kimse güvenmiyor kimsenin güvenmediği bir yargıdan söz ediyoruz. Hatırlarsanız “İncal dosyası” vardı. AİHM’e giden bir dosyadır. O tarihteki devlet güvenlik mahkemelerinin kuruluşu ile ilgili ve ifade özgürlüğü ile ilgili bir dosyadır. Şimdi yargılanan sanık sadece altını çizerek şunu söyledi “Ben duruşmaya çıkınca heyette asker bir yargıcı görünce ben mahkemenin bağımsızlığına inanmıyorum” dedi.
AİHM görünümde dahi bunun, tarafsızlığın önemli olduğuna karar verdi.
İnsanları, inandırmaya çalışıyorsunuz, bağımsızlığın yanına tarafsızlık ekliyorsunuz daha çok inanılmayan bir yargı ortamı yaratılıyor. Üstelik, herkes de yargının bağımsızlığı üzerinden politika üretmeye çalışıyor. Sadece bakanlar, siyasetçiler değil, yargıda etkili olmak isteyen çok fazla kesim var. Bu da güvensizlik ortamından kaynaklanıyor. Bu tamamıyla güvensizliktir. Yargı da bunu benimsemiştir. Öyle bir yargı sistemi var ki, dört bine yakın yargı mensubu hakkında, “gizli örgüte üye olmak”, “FETÖ’cü olmak” nedeni ile açılmış bir sürü ceza davası ile karşı karşıyasınız. Yargılananlar hakimse, savcıysa, işte çözümünüzü sistemin çok iyi bir yerine oturmanız gerekir.
Özetle, bana göre yargı tarafsız değildir, aksine yargıda güç elde etmek isteyenlerden arındırılması gerekir. Bunu ancak ve ancak yargı yapabilir. Ama biz avukatlar olmadan yargı da bunu yapamaz. Avukatlar olduğu sürece onların gücüne inandıkları sürece çözebilirler, bana göre yargıçların ifade özgürlüğü de sağlanmalı.
Cezasızlık üreten bu sistem sorununu da çözmek gerekir, avukatlar olmadan bunu yapamazsınız.
"Biz sorunları çözmeye adayız"
En az 40 yıldır avukatlık yapıyorsunuz, siz şuana kadar kaç dosyaya baktınız?
Hiç dosyaları saymadım. Biraz basın davaları içinde büyüdüğüm için saymaya vakit kalmadı Türkiye’de. Kaç davanın ne zaman nereye geldiğini noktasında sayısal oran vermek çok zor. Basın mahallesinde doğmuş, orada büyümüş, avukat olarak da insan hak ve özgürlükleri ile hemhal olmayı çok isterdim, işsiz kalmayı çok isterdim ancak Türkiye’de bu mümkün değil.
Kendi deyimimle “izzeti ikbal ile çekilmenin” vakti geldi demenin özlemi içindeyim. Ben bırakmaya çalışıyorum, davalar bırakmıyor. Davalar bırakıyor; haylazlık yapıp bu kez de ben bırakmıyorum.
Baro seçimlerine gelelim… İstanbul’daki avukatların sizce en önemli sorunları nedir?
Adliye bizimdir, sarayları kim istiyorsa alabilir, kim istiyorsa saraylar kurabilir. Ama adliye avukatlarındır. Adliyeler bizim sahip çıkmamız gereken bir yerdir. Bizim yerimizdir. Avukatların mesleki sorunları çoktur. Bunları nasıl çözmek gerekir? Herhangi bir baro yönetimi elinden geldiğince mesleki sorunlara eğilmek zorundadır. Baro yönetimine talip olduğunuz an çözmeye de aday oluyorsunuz, biz bu soruları çözmeye adayız diyorsunuz.
O halde sorunları yaşayan tüm meslektaşlarımızı, bu sorunları çözmek için sürekli olarak rahatsız etmeliyiz. Önce sorunları meslektaşlardan dinleyip ona göre işe başlamalısınız. Bugün, İstanbul’un sorununa bakılınca avukatların kuşkusuz bir servis sorunu vardır. Bir adliyeden çıkınca başka bir adliyeye geçene kadar yol sorunu olmamalı. Ücretli yaparsanız bu tepkiye neden olur. Evet gerçekten de bazı kamusal hizmetlerin ücreti yoktur. Bunun finansal kaynağını bulup bunu çözmeliyiz.
Bütün gazetecilerin icra dairelerine gidip görmelerini ve haber yapmalarını isterdim. Orada bir dosya istediğinde avukata “A bütün işlemleri bitirilip arşive kaldırıldı. Bir hafta içinde bir kez arşive iniyoruz” bu cevapla karşılaşıyor. Demek ki burada bir sıkıntı var. Yargının bu soruları anlatıldığında avukat arkadaşlarımız işini yapmayan konumunda görünüyor. Biz bu sorunları çözebiliriz. Önemli olan burada insanların yargıya erişim hakkını sağlamaktır.
Kaldı ki ceza davalarından söz ettiğimizde en acı fotoğraf orada görünüyor. Ceza davalarında avukat istemiyorlar, bunu yargılamayı yapan bir kısım hakimler de istemiyor, buna karşılık ceza davalarında sonuçlanması için savunmanın olmayacağı bir sistem yaratmak istiyorlar.
İşte onun içindir ki savunma yerinde gözüken arkadaşlarımız dışarı atılır, yerlerde sürüklenir. Sonuçta bir gerginlik sonucudur. Sonuçta o gerginlik tek taraflı olmayabilir. Biz o tek taraflı olmama meselesini asla kabul etmeyiz. Biz bunu kabul edemeyiz demiyorum. Asla kabul etmiyoruz! Gerginliğin ortadan kaldırılmasını sadece avukatlara yükleyemezsiniz avukatların sözlerini kesemezsiniz, avukatların sözlerini kesemezseniz. Bunu kesin netlikle ifade ediyorum avukatların sözünü kesmeyi bırakın, biraz daha sabırlı olun.
Kuşkusuz bu kadar ceza davasını biz yapmadık, kuşkusuz biz hakimlerin bu kadar uzun süre kürsülerde kalmasına bir neden olmadık. Bu sistem sorun yaratıyorsa aynı sistem içinde kalarak bu sorunu çözemezsiniz. Sistem dışına çıkmak suretiyle bu sorunu çözebilirsiniz. O halde ceza davasını açarken bir değil bin kere düşünmelisiniz de dava açmalısınız. Sanık sayısını dikkate alarak hareket etmelisiniz, heyet sayısını düşünerek hareket etmelisiniz. Bir ceza davası başladığı zaman aynı yargıçların bitirmesini sağlayacak bir hukuk sistemi yaratmalısınız.
Sorunları çözüyorken yeni sorunlar yaratıyorsanız, düşünmeniz lazım. Böyle bir şey kabul edilemez.
"Hapsedilen her avukat insanlar için özgürlük yaratır"
Peki nasıl yapmak gerekir?
Temel payda insan haklarıdır. Hukuk insan haklarına egemen değildir, insan hakları hukuka egemendir. Medeni Kanun da, Borçlar Kanunu da buradan doğmuştur. İnsan hakları hukuku yaratır. Korumak gerekir. Bu koruma yargının görevidir. Biz yargının olmazsa olmaz evlatlarıyız. Hiç kimse bize bu yargıda bizi yargının karabahtlı çocukları yapamaz. Kimse böyle bir şeye teşebbüs etmesin.
Sanki avukatlık mesleğinden mahrum edilmemizden itibarsızlaştırmamız hepsi zannedilenlerdir, siyasal iktidarın hüsnü kuruntularıdır. Bir başka deyişle hapsettiğiniz her avukat hapis ettiğiniz yerden insanlar için özgürlük yaratır.
İstanbul Barosu’nda genellikle ulusalcı çizgi hakim görünüyor siz, bunu değiştirebilecek misiniz?
Baronun geçmişi sürekli olarak emekten ve insan haklarından yanadır. Baro yönetimine gelen arkadaşlarımızın görev alıp devraldıkları bir yerdir. Evet seçilenlere bakınca farklılık vardır. Ama sizin bu soruyu sormanız bile bir yönetim farklılığı, bir anlayış farklılığı olabileceğini gösteriyor. Bu bir değişim zamanıdır. Biz kaybettiğimiz zaman bile kazanmış olabiliriz. Ben ve yönetime talip olan tüm arkadaşlarımızın durum budur.
Avukatların aklına bir sorunla karşılaştığında ilk İstanbul Barosu geliyorsa, bunu başarmış olursunuz.
Biz bunları sağlayacağımıza inanıyoruz onun için varız onun içinde var olacağız. Ne kadar çok rahatsız olursak ve rahatsız edilirsek o kadar iyidir diyoruz. Türkiye’nin hukuk tarihinde bir iş yapılmadan bir uygulamaya geçilmeden önce, “İstanbul Barosu ne diyor?” diye bakılmalı. Bu soru sorulmalıdır, bu zor bir iştir bunu yapabilmeye adayız.
Türkiye’de hapsedilen, meslekten mahrum edilen, öldürülen avukatlar var. Bu sorunları nasıl çözeceksiniz?
Bu sorunlar her zaman var. Biz bu sorunları çözmeye adayız. Bu sorunları illa aday olarak da değil her zaman yaparız bu bizim görevimizdir her zaman. Türkiye’de hiçbir insanın hayatının namluların ucunda yaşanmaması için çalışmalıyız. Faili meçhul siyasi cinayetlerin açığa çıkartılması gerekir. Bu Türkiye’nin acılarla dolu yılları ile yüzleşmesi gerekir. Bunun yüzleşmesi gerekir bu ülkenin. Bunun yüzleşilmiyorsa, bu hem Türkiye’nin hem de dünyanın en önemli sorunudur. Biz bunu her zaman hatırlatırız. Biz bu görevde üzerimize düşeni yaparız.