Maratonda son 195 metre, futbolda uzatmalar ve seçimler için yerinde müdahaleler…
Fehmi Koru*
Futbol bu haftadan itibaren bir süreliğine tatilde; dünyanın hemen her ülkesinde liglerde bu sezonun son maçları dün yapıldı ve ipi kim/ler/in göğüslediği belli oldu.
Bizde şampiyon çoktan belliydi. Trabzonspor dün sezona yenilgiyle veda etti ama kendisinden sonra gelen takımlarla arası bayağı açılmış ve kupayı almaya çok önceden hak kazanmıştı. Buna karşılık pek çok ülkenin liginde ipi göğüsleme işi son maça kalmıştı. Çok çekişmeli maçlar izledik o sayede.
Meraklısı İngiliz liginde şampiyonluğun Manchester City’e nasip olduğunu öğrenmiştir. City rakibi 2-0 önde giderken müthiş bir geri dönüş sahneleyerek maçı 3-2 kazandı. Kaybetseydi, kendisini 1 puan geriden izleyen dünün galip takımlarından Liverpool’a gün doğacaktı. Geriye düşen City’nin teknik direktörü Pep Guardiola, yıl boyu izlediği son dakikaya kadar ilk 11’le direnme huyunu terk etti, üç değişiklik hakkını iyi kullandı ve böylece muzaffer oldu.
Maçı izlememiş meraklılar bizim gazetelerin attığı “İlkay 5 dakikada ligin kaderini değiştirdi” başlığını görünce şaşırabilirler.
Takımın kaptanlarından İlkay Gündoğan’ı dün ilk 11’de değerlendirmeyen teknik direktör, maçın bitmesine 20 dakika kala onu sahaya aldı, o da önce 2-1’i getiren takımının ilk golünü attı.
Galibiyeti getiren üçüncü gol de onun eseriydi.
Yine sonradan oyuna dahil ettiği Ukraynalı bek Oleksandr Zinchenko da skora olmasa da mükemmel oyunuyla maça ağırlığını koydu.
Uzaktaydık, saha ile aramızda TV ekranı vardı, buna rağmen tribünlerin heyecanı evlerde de izlenebilmekteydi. İlk bir saatte yüzleri düşen, sesleri kısılan taraftar kitlesi, maça denge gelebileceğini anladıkları İlkay’ın ilk golünden sonra hareketlendi; maç şampiyonluğu getiren skorla bittiğinde sahanın içine doluştu o kitle…
İlkay’ı omuzlara alma çabası fark ediliyordu.
Pep Guardiola son düdükle birlikte gözyaşlarına hakim olamadı.
“Bize ne be Adam futboldan, hem de İngiliz liginden” diyebileceklerin bu yazıyı buraya kadar bile okumadığına eminim. Ancak futbolun yalnızca futbol olmadığını, benim de futbol izlerken bile zihnimde onunla siyaset arasında ilişkiler kurduğumu bilenler ise, yazının burasında lafı nereye getireceğimi merak etmişlerdir.
İşte ilk tespitim: En deneyimli siyaset adamlarımızdan defalarca iktidardan ayrılmak zorunda bırakılmış, iki kez (1971 ve 1980’de) ‘siyasi yasaklı’ hale getirildiği halde cumhurbaşkanlığı makamına kadar yükselebilmiş Süleyman Demirel, vaktiyle, “Futbol 90 dakikadan ibaret değildir, uzatmaları da var” demişti.
Öyledir.
[Rahmetli, aynı anlamı “Maraton 42 km sanmayın, koşanlar 42 km sonrasında maratonu tamamlamak için 195 metre daha koşmak zorundalar; maraton 42 km 195 metredir çünkü” cümlesiyle de ifade etmişti.]
Deneyimli siyasetçiler bu ifadelerle neyin kast edildiğini bilir ve ona göre davranırlar.
Uzatma dakikaları ve son metreler bazen hayati önemdedir.
Futbolda pek çok maç uzatmalarda kazanılır.
Maraton koşanlar kimi zaman son birkaç metrede rakiplerinin önüne geçer, bazen kimin kazandığı fotofinişle belli olur.
Ayrıca doğru zamanda doğru yerde bulunmak futbol kadar siyasette de önemlidir.
İlkay şampiyonluğu getiren iki golü dün öyle attı. Doğru yerdeydi, ayağına gelen topu kaleye göndermeyi bildi.
Siyasette de başarıyı yakalayanlar önlerine gelen fırsatları iyi değerlendirmeyi bilenlerdir. Demokrat Parti’den (1950) başlayarak AK Parti’ye kadar (2002) tek başına iktidara gelen partiler yanında, koalisyonlarla hükümetlerde yer almayı becerenleri de bu kategoride görebiliriz.
Yarının iktidarları da yine fırsatları iyi değerlendirebilenlerin olacak.
Parti liderlerini takımların teknik direktörlerine benzetirsem fazla ileriye mi gitmiş olurum?
Sanmıyorum.
Liderler de, tıpkı takımları 2 golle geriye düştüğünde aleyhteki dengeyi değiştirmek için o zamana kadar ısrarla uyguladığı kuralı umursamayarak yapması gerekeni derhal yapan teknik direktörler gibi davranmak zorundalar.
Gerektiğinde kendilerinden beklenmeyen davranışlar sergilemeyi göze alarak…
Maçın sonunda, takımı şampiyonluk ipini göğüslediğinde sevinç gözyaşlarına boğulan teknik direktör Guardiola, yanlışında ısrarcı olsa ve bildiğinden şaşmasaydı, dün yalnız kendisini değil taraftar kitlesini de hayal kırıklığıyla ağlatacaktı.
Bizde kim bilir kaç parti liderinin güçlü girdiklerini sandığı nice seçimde kendisine ve kitlesine yaşattıkları bozgunlarda olduğu gibi.
AK Parti’yi iktidara taşıyan 2002 seçiminde, hükümet ortağı olarak seçime erkenden gitme kararı almış olan üç parti -DSP, ANAP ve MHP- yüzde 10 barajının altında kaldılar. DSP ve ANAP bir daha TBMM’de temsil edilme şansı bulamadı ama MHP son birkaç yıldır iktidarın küçük ortağı…
Hatta iktidardaki partiyi -AK Parti’yi- sistem değişikliğine zorlayarak sonrasında izlenen politikaları belirleyen parti olma fırsatını da yakaladı MHP.
Süper ligde bu yıl uzunca bir süre kendisine hiç yakışmayan sıralarda dolaşan Fenerbahçe dün kendisine şampiyonlar liginde yarışma fırsatı sağlayacak ikincilikle sezonu tamamladı.
Doğru zamanda doğru kararlar verebildi Ali Koç başkanlığındaki Fenerbahçe yönetimi.
Bu da beni muhalefet cephesi üzerinde düşünmeye sevk ediyor.
Hızla seçime doğru yol alınan bir ortamdayız ve topluma hakim olan düşünce 20 yıl sürmüş iktidarın artık değişeceği yönünde.
Değişir mi?
Elbette değişebilir, fakat bunu sağlamanın şartları var.
Trabzonspor’un bu yıl olduğu gibi açık ara önde görünen bir muhalefet partisi yok ortada. İktidar seçim yasasında değişiklik yaparak oyunun bazı kurallarını rakipleri aleyhine değiştirdi de. Muhalefete düşen, hemen her alanda -ekonomide, dış politikada, toplumsal barışta, medya hakimiyetinde- sorunlar yaşayan ve sorunlar yaşatan iktidarın sağladığı fırsatları değerlendirmekten ibaret.
Dün City’de teknik direktörün son yarım saatte yaptığı değişiklikle oyuna İlkay Gündoğan’ı alması türden sürpriz taktikler, seçime gidilen ülkemizde siyaset yapan iktidar ve muhalefet partilerinden de bekleniyor.
Uzun lafın kısası şu: Hangi taraf şaşırtmayı ve seçmene kendisini beğendirebilmeyi başarırsa, iktidar ipini de işte o taraf göğüsleyebilecek.