Fehmi Koru*
Irak sınırımızın karşı tarafında bugün yapılması çoktan kararlaştırılmış referandum konusunda ayaklar nihayet suya erdi; AK Parti’nin ve hükümetin değer verdiği yazarlar, uzun zamandır ilk defa, gözlerini Atlantik ötesine çevirdiler.
Her şey Amerika’nın planıymış; daha önce birkaç kez denenmiş ve yarım bırakılmış bir projeyi bugün hayata geçiriyormuş ‘sözde müttefikimiz ve dostumuz’ ABD…
“İşin içinde AB de, hatta Rusya da var” diyen yazan da çıktı.
Yalnızca Irak’ın kuzeyini ülkeden koparıp farklı bir yapı oluşturmak değilmiş bu projeyle amaçlanan; yakında Suriye’de de benzeri bir yapının Irak’taki yapıya eklemlenmesi gündeme gelecekmiş…
Onu da İran ve muhtemelen Türkiye…
Aman Allahım, neler neler yazıyorlar…
Üzerinde düşünmenizi istediğim soru
Nihayet gerçeği gördükleri için sevineyim mi?
Maalesef sevinemiyorum.
Sebebi şu: Bu gerçek daha önce görülebilmiş ve çok önceleri yapılan MGK toplantılarında gereken tedbirler üzerinde mutabakat sağlanarak uygulamaya da geçilmiş olunsaydı bugün çok farklı bir tabloyla karşı karşıya kalabilirdik.
“Bugün görülüyor ya” denildiğinde iş işten geçmiş olabiliyor.
Ayrıca karşımıza çıkarılan tabloyu şimdi de tam gördüğümüz söylenemez.
İsterseniz bir lâhza durup şu nokta üzerinde beraberce düşünelim:
Mesut Barzani’nin zorladığı ‘referandum’ ile Irak’ın kuzeyinde yaşayanlara “Bağımsızlık ister misiniz?” diye sorulmuş olacak…
Olay bu değil mi?
Dert ‘bağımsızlık’ idiyse, sonucu önceden belli bir referanduma ne gerek vardı?
Zaten her şeyiyle pamuk ipliğiyle bağlı olunan Irak’ın merkezi yönetimine dönüp “Biz ayrılıyoruz” deseydi Mesut Barzani, destekçisi ülkeler ve güçleri bilindiğine göre, çok daha kestirme bir yol tutularak kendi deyimiyle ‘100 yıllık rüya’ daha kolay gerçekleşmez miydi?
Bence gerçekleşirdi.
Peki neden referandum ve neden şimdi?
Üzerinde düşünmenizi istediğim soru bu işte.
[Düşünmenize yardımcı olmak üzere bir ara bilgi: Saddam’ın devrilmesi sonrası yazılıp onaylatılan Irak Anayasası’na göre Kerkük kentinin statüsü için bir referandum yapılacaktı; tarihi de belliydi o referandumun: 15 Kasım 2007… Önce 45 gün, ardından altı ay ertelendi o referandum ve sonra da gündemden kalktı. Bugün yapılan referandumda Kerkük’ün ‘bağımsız’ olması düşünülen yapı içerisinde kalması da oylanmış olacak.]
Referandumla amaçlanan bana göre şu: Konunun şimdilerde bizde ve öteki komşu ülkelerde yapıldığı gibi, enine boyuna tartışılması…
Dikkat edildiyse, Irak’ın kuzeyinde Barzani gibi düşünmeyen, referandum ve bağımsızlık konusuna farklı yaklaşan etkili muhalif kişiler ve gruplar vardı; ancak tartışmaların aldığı biçim yüzünden onların muhalefeti de ortadan kalktı.
Tartışma süreci, Irak’tan başka topraklarda yaşayan ve etnik kökenleri itibariyle konuya ister istemez ilgi duyan insanların da, bulundukları yerlerde kendi durumlarını gözden geçirmelerine de yaradı.
Türkiye oyunu kendi lehine çevirebilirdi
Günler, aylar ve yıllar öncesinden bugünlerde yaşanacaklar öngörülebilse ve buna göre politikalar geliştirilseydi, şimdi karşı karşıya kalınan tablodan en kârlı Türkiye çıkabilirdi; demokratik bir hukuk devletinin vatandaşları olarak saflarını sıklaştırmış, çok daha güçlü bir toplumsal yapıya kavuşabilirdik.
Öngörüldüğü ve öngörüye uygun tedbirler alındığı zehabına kapılındığı bir dönem oldu; ancak hemen ardından yine bilinen yöntemlerle konuya yaklaşıldı.
Şimdi olan-bitene “Amerika’nın oyunu” demesi kolay…
Bütün oyunlar karşı tarafın etkilere nasıl tepki vereceği hesaplanarak kurgulanır; modern futbolda da teknik adamlar oyuncularını hep bu hesaba göre maça hazırlıyor.
Çoğu kez, bu yüzden, maç içerisinde taktik değişikliği yapılması da gerekebiliyor; karşı takımın hocası da rakibin muhtemel davranışına göre oyun planı kurguladığı için…
‘A planı’, ‘B planı’, hatta ‘C planı’ ile takımlar sahaya sürülüyor. (Galatasaray Bursa’da 1-0’ı 2-1’e öyle çevirebildi.)
Irak’ın kuzeyinde karşı karşıya olduğumuz oyunu kim kurguladıysa, her atacakları adımda bizlerin nasıl tepki vereceğimizi düşünerek hazırlamıştır planlarını.
Ne yaptık biz bu süreçte, proje müelliflerinin beklentilerine uygun mu davrandık, yoksa kurgulanan oyunu bozma üzerine herhangi bir karşı-oyun planımız var mıydı?
Şimdi uygulanan hangisi?
Emareleri çoktan başladı da, yakında ciddi biçimde birbirimize düşersek hiç şaşırmayalım.
Yapılması gereken, karşı çıkmak, yapılmak isteneni durdurmak ve engellemek üzere bir politika belirlemek olmamalıydı; daha en baştan Irak sınırımızın karşısında yaşayanlarla ‘birlikte yapmak’ ve dolayısıyla oyunun kuralları üzerinde söz sahibi olabilmek üzere bir politika belirlemeliydik.
Karşı tarafı asla küçümsemeden, eşitlikçi bir yaklaşımla.
Her şeyden önce de kendi vatandaşlarının rahat ve huzur içerisinde yaşadığı, her etnik kökenden insanın ortak geleceğe umutla baktığı güvenli ve güvenilir bir ülke olma idealini gerçekleştirmekti.
Gerçekleştirmeye pek az kalmıştı.
Edward de Bono adlı Maltalı yazarın kendi icadı olan ve uygulandığında bayağı başarılı sonuçlar verdiği bilinen ‘yanal düşünce’ (lateral thinking) yöntemine ilgi duyulsaydı, bugün çok daha farklı bir ortamda bulunuyor olabilirdik. (Belki yarın bu konuya girerim).
İdama götürülürken Temel ne demişti, “Bu bana ders olsun” değil mi?
Ben de, “Hiç değilse bundan sonra” diyorum.