Fehmi Koru*
Kenan Evren’den Tayyip Erdoğan’a kadar pek çok devlet yöneticisinin ABD gezilerini yerinde izledim; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu son New York ziyaretini ise uzaktan izlemeye çalıştım.
Daha yazının başında ilk tespitimi paylaşmak isterim: ABD’de en üst düzey ilgiyle karşılanan Kenan Evren’di. Askeri dabeyle yönetime gelen Evren ABD’yi yakından tanıyan ve Amerikalıların da iyi tanıdıkları Turgut Özal’dan bile daha fazla ilgi ve itibar görmüştü.
Amerikalıların bir darbe liderine gösterdikleri üst düzey ilgi ve itibarı bugün bile anlamakta zorlanıyorum.
[Kenan Evren cumhurbaşkanı olarak çıktığı en sondan bir önceki yurtdışı gezisine iyi hazırlanmıştı. Aradaki yedi saatlik zaman farkı yüzünden uğranılan ‘jet-lag’ sıkıntısını yaşamamak için, gitmeden önceki bir hafta boyunca Washington saatine göre yatıp yine oranın saatine göre yataktan kalktığını öğrenmiştik. Beyaz Saray bahçesinde onun için özel bir davet vermekle yetinmemişti Beyaz Saray, ertesi gece TC cumhurbaşkanı onuruna yine Beyaz Saray’da yemekli bir gala da düzenlenmişti.]
Körfez Savaşı (1990-91) döneminde izlenen politikalar sebebiyle Washington’da önemsenen Turgut Özal’ı Amerikan başkanlarının sadece çok özel konuklarına tahsis ettikleri Camp David’te ağırlamıştı Amerikan yönetimi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir başka vesileyle -Birleşmiş Milletler’in yıllık toplantısına katılmak üzere- bulunduğu New York’ta, ABD başkanı ile görüşüp görüşmeyeceğinin uyandırdığı merakı ve toplantının bütün katılımcıları gibi yan yana çekilen aile fotoğrafının büyük bir başarı gibi sunulmasını anlamakta zorlandığımı belirmek isterim.
Öyle göstermemeye çalışsalar bile, ABD, pek çok özellikleriyle vazgeçilmesi mümkün olmayan bir ülke konumuna sahip Türkiye’nin önemini en az bizler kadar iyi bilir.
Türk-Amerikan ilişkileri 1980’lerden 2020’lere çok değişti.
Sorunların en yoğun biçimde biriktiği bir dönem yaşanıyor günümüzde.
İki emekli askerin şu günlerde çıkan yazılarını bunu akılda tutarak okuyabiliriz.
Önceki gün, ‘emekli orgeneral ve eski Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri’ sıfatları da hatırlatılan Tuncer Kılınç’ın Cumhuriyet gazetesinde ‘Sıra Türkiye’de mi?’ ve bugün de Tuğg. (E) Armağan Kuloğlu’nun Yeniçağ gazetesinde ‘Tahriklerin Arkasındaki Gerçek’ başlığıyla yayımlanan yazılarına yansıyan görüşler, Washington’da, iktidarın politik yaklaşımının askeri dille sunulması olarak görülebilir.
Sanırım öyle de değerlendiriliyordur.
Org. Kılınç daha yazısının ilk paragrafında ABD ile birlikte AK Parti’yi de suçluyor oysa:
“Emperyalizmin günümüzdeki temsilcisi ABD, uzun süreden beri, birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya ve içimizdeki laiklik karşıtlarını da kullanarak laik devlet yapımıza ve ordumuzun Kemalist komutanlarına karşı yıkıcı, yıpratıcı tutumunu sürdürmektedir.”
Şu satırlar da Tuğg. Kuloğlu’nun yazısından:
“ABD, Karadeniz’de istediği gibi hareket edemediği, Rusya’yla işbirliği yaptığı, Şangay Örgütüyle ilişki kurduğu, Suriye ve Irak’taki hedefini engellediği, Doğu Akdeniz’de etkinlik sağlamaya çalıştığı için Türkiye’den rahatsızdır. CASS yaptırımları, F-35 ve F-16 konularındaki haksızlıklar, Yunanistan’a kalıcı bir şekilde yerleşmesi, Yunanistan’ın silah ve durum üstünlüğü sağlamasına çalışması, SDG/PYD/PKK’ya verdiği destek bunun bir sonucudur.”
Bu tür yorumlara yol açan politikaları biraz irdelemekte yarar var.
Washington’da, bir zamanlar ‘stratejik ortak’ bilinen ve ona uygun politikalar izlenen Türkiye’ye karşı, bir süreden beri, fazla önemsemez bir hava var.
Galiba Ankara da, ABD’yi eskisi kadar ‘dost’ saymıyor.
NATO içerisinde iki ülke müttefik oldukları halde.
Kongre, bir güvenlik örgütü olduğu ve silah altında ABD’den sonra en kalabalık askeri bulundurarak o güvenliği sağlama görevine büyük katkıda bulunduğu halde, NATO’da müttefiki olan Türkiye’ye silah ambargosu uyguluyor.
Ortak üretilen ve parası da ödenmiş F-35 uçaklarını Türkiye’ye teslim etmedi ABD. F-16 uçaklarını bile vermekte nazlanıyor.
Türkiye’yi kaygılandırmayı da göze alarak, Yunanistan’la sınırının biraz ötesinde, Dedeağaç’ta, büyük bir askeri üs kurdu ABD ve Türkiye’den sakındığı F-35’leri Yunanistan’a teslim etme hazırlığında.
Yunanistan’a gösterilen yakınlık Yunan politikacıların Türkiye’ye yönelik dillerini de etkilemeye başladı.
Suriye’de Türkiye’nin hassasiyetleriyle ters düşen girişimleri var ABD’nin…
Temsilciler Meclisi Nancy Pelosi’nin durduk yere Ermenistan’a gidip Ankara’yı rahatsız etmekten çekinmeyen mesajlar vermesini de bu muhasebeye eklemek gerekiyor.
İki ülke arasındaki daha çok ABD’den kaynaklanan sorunlar yüzünden duyulan rahatsızlık, AK Parti hükümetini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sorunları daha da büyüten adımlar atmaya sevk etti.
Güvenlik için gerekli görülen füze savunma sistemi olarak Rusya’dan F-400 sistemi alınması gibi…
Satın alınan S-400 sistemi, parası da ödendiği halde kurulup çalıştırılmadı, ancak varlığı yine de yeni yaptırımlara ve eski yaptırımların devamına sebep olabiliyor.
Türkiye’nin Ukrayna savaşında benimsediği tavır da Washington’da Rusya yanlısı olarak değerlendiriliyor; Ankara’nın Ukrayna politikasından ABD de dolaylı olarak yararlandığı halde hem de…
ABD, S-400 alınmasını veya Rusya ile yakın görünme girişimini, kendisinin Türkiye politikasını daha olumlu hale getirmesini sağlamaya yönelik birer taktiksel mesaj olarak görmek yerine, bunu Türkiye’nin ekseninin kayması olarak değerlendiriyor.
Askeri darbeyle iş başına gelmiş, demokratik sayılmayacak seçimlerle kendisini cumhurbaşkanı ilan ettirmiş Kenan Evren’e ABD ziyareti sırasında gösterilen anlayış ve ilgi, son seçimde halkın yarısından fazlasının oyunu alarak konumunu pekiştirmiş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan esirgenebiliyor.
Aradaki sorunlar iki ülkeye de yaramıyor oysa.
Dünyada dengelerin altüst olduğu bir dönemden geçiliyor ve ABD-Türkiye ilişkilerinin sorunlu olması o dengelerin ülkemiz aleyhine yönlerinin ağır basacağı bir zemini mümkün kılıyor.
Bir şeyler yapılması şart.
AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan mı yapılması gerekeni yapacak, yoksa bu görev seçim sonrasına mı kalacak?
Ne yapılması gerekiyorsa geç kalınmadan yapılsa iyi olacak.