Gündem

Fehmi Koru: Sığınmacıları bağrımıza mı basalım, yoksa derhal geri mi gönderelim?

Konu gerçekçi biçimde tartışılmadığı gibi çözüm olarak düşünülenler de işe yarayabilecek türden değil

12 Mayıs 2022 07:37

İç-savaş yaşanan ve bu yüzden komşu ülkelere sığınan milyonlarca Suriyeli’den en kalabalık grup Türkiye’nin payına düştü. Suriyelilere Afganistan’dan ABD ordusunun çekilip Taliban’ın ülkede hakim güç olması ardından Afganistan’dan gelenler de eklendi. Galiba bir miktar Pakistan vatandaşı da daha müreffeh bir hayat arayışında ilk durak olarak Türkiye’yi seçmiş durumda. Bazı büyük kentlerimizde Afrika’dan gelme insanlar da yaşıyor.  

Sığınmacı ve geçici koruma altındaki yabancıların gerçek sayısı bir muamma.

Devlet adına yapılmış resmi bir açıklamaya göre, ‘yabancı’ sıfatıyla ülkemizde yaşayan 5.500.690 insan var. Bunların 4.082.693’ü ‘sığınmacı’, onlar içerisinden TC vatandaşı olmak isteyip istekleri kabul edilenlerin sayısı da 326.723…

Resmi rakamları az bulup ülkemizde bulunan ‘yabancı’ sayısını 8 milyona kadar çıkaran, vatandaşlığa kabule edilmişleri 1 milyonun üzerinde diye sunan siyasiler de var.

Resmi açıklamaya göre sığınmacı tablosu (Hürriyet'ten)..

İşin içine siyaset girince konunun ‘propaganda malzemesi’ halini almaması imkansız; nitekim her zaman gündemin bir yerlerinden uç vermeyi bekleyen bu konu son günlerde tartışmanın merkezine yerleşmiş halde.

“Hemen hepsini ülkelerine gönderelim” diyen de, aynı iddiayı “Biz iktidara geldiğimizde o kardeşlerimizi vatanlarına kavuşturacağız” ifadesiyle zarif hale getireni de var.

Devlet ve hükümet adına konuşanlar daha ihtiyatlı bir dil kullanıyorlar; bu yüzden de ne dedikleri tam anlaşılmıyor. Hatta bir gün “Göndereceğiz”, bir başka gün “1 milyonu gönüllü gönderilecek” denilirken, ertesi gün “Biz o kardeşlerimizi ülkemizden asla geri itmeyiz” denildiği de oluyor.

Hem de bu çelişkili açıklamaların hepsi aynı yetkilinin ağzından çıkabiliyor.

Konuyu yeni kurduğu partisini geniş kitlelere tanıtma amacıyla en radikal ifadelerle diline dolayan bir parti lideri de var.

Durumdan vazife çıkartıp ‘yabancı’ saydığı kişilere gün yüzü göstermemeye kendisini adadığı anlaşılan ‘görevli’ vatandaşlar da çıkabiliyor.

[Öyle bir ‘görevli’nin, Ankara’nın merkezi Kızılay’da kafe açmış, bir Türk vatandaşı ile evlenip kendisi de vatandaş olmuş Afrika kökenli bir kadının işyerini basmış, “Burayı terk edin, Keçiören’e, Mamak’a gidin” diye bağırdığını cep telefonuyla kaydedilmiş haliyle bir TV haberi olarak izledim.]  

İlk geldiklerinde dini terminolojiye başvurulup varlıkları ‘ensar-muhacir’ ekseninde hoş karşılanan ‘sığınmacı’ kitlesi ve ülkemizi mekan tutmuş ‘yabancı’ grubu bugünlerde hangi ruh halindedirler acaba?

Konu henüz tartışma gündemine bu yönüyle girmemişken ‘sığınmacı’ genel başlığıyla üzerinde çalışılmış raporlardan kitlesel hareketliliklerin tabiatına dönük bir tespiti burada aktarmıştım.

Ülkesini terk etmek zorunda kalmış ‘sığınmacı’ -veya eski deyimle ‘mülteci’– konumundaki insanlar, bu statüleri uzun yıllara yayıldığı takdirde, sığındıkları ülkede kalıcı hale dönüşüyorlar. Geri dönenleri de oluyor ama o nüfusun yarıya yakını sığındıkları yeni ülkede kalıyorlar.

Zorla geri gönderme özellikle Suriye’den gelmiş olanların çoğu için sanıldığı kadar kolay da değil. Geride bıraktıkları ülkede kentler harabe halde ve dolayısıyla çoğunun geri döneceği yurtları ve evleri yok. Kaçtıkları için döndüklerinde kendilerini ne beklediği de meçhul. Baas Partisi azınlığa dayalı bir iktidar ve ülkede çoğunluğu teşkil eden yapının unsurlarını yeniden kabul etmek en az isteyecekleri bir gelişme.

“Gitsinler” tezini savunanlar tezlerini uygulayabilecekleri bir siyasi güce kavuşurlarsa -iktidara gelirlerse- zorla göndermelerinin yaratacağı beşeri sorunlar sandıklarından daha çetrefilli olacaktır.

Arada evlilikler, ticari ortaklıklar kurulduğunu, birçok sığınmacının büyük kentlerimizde kalıcılık kazandığını da unutmayalım.

[İzmir’de gerektiğinde traş olmak için uğradığım genç berberin kendisi söylemez veya biri uyarmazsa geldikten sonra öğrendiği Türkçesi ile Suriye’li bir sığınmacı olduğunu tahmin edemezsiniz. Yolunu İzmir’e düşürmüş, orada iş bulmuş, orada tanıştığı bir memleketlisiyle evlenip orada yuva kurmuş, imkan bulsa geride bıraktığı ailesinin fertlerini yanına almak isteyen biri. Onun gibi yüz binler olduğuna eminim.]

Pek çok ‘yabancı’ da sanayide işgücü olarak istihdam ediliyor.    

‘Ucuz işgücü’ diye anılıyorlar ama o da bizim patronların kolaycılığı veya çıkarcılığı.

Görüyorsunuz, insanın içerisinde yer aldığı her konu gibi, ‘sığınmacı’ kimlikli insanların durumu da öyle höt-zöt ile çözülebilecek bir sorun değil. Zora başvurarak çözmeye kalktığınızda önceden tahmin edemeyeceğiniz çok daha vahim sonuçlarla karşılaşabilirsiniz.

Akıllı devletler, konu bizde şimdi olduğu gibi henüz ‘sorun’ haline dönüşmemişken, kısa, orta ve uzun vadeli planlar hazırlayıp ülke açısından en yararlı olabilecek formülleri hayata geçirmenin yolunu tutarlar.

Suriyelilerin iyi yetişmiş, her yönden yararlı olabilecek unsurları, kısa süre Türkiye’de kaldıktan sonra kendilerini kabule hazır daha uzak ülkelere kapağı attılar zaten.

Türkiye -daha doğrusu iktidar- Suriye’de iç savaş başladığında, onun kısa sürede ülkemiz açısından hayırlı biçimde sonuçlanacağı varsayımıyla hareket etti. Baas Partisi yerine Türkiye dostu yeni bir rejim iş başına gelecek, Beşşar Esad’sız bir Suriye doğacaktı. O arada ülkemize sığınabilecek Suriyeli sayısı da birkaç yüz bin ile sınırlı kalacak, kamplarda tutulacak o insanlar -1988’de Irak’tan gelmiş 500 bin kişi gibi- yenilenmiş ülkelerine geri gideceklerdi.

Bu bir değerlendirme hatasıydı.

Korkarım şimdi de başka bir değerlendirme hatası yapılıyor.

Konu gerçekçi biçimde tartışılmadığı gibi çözüm olarak düşünülenler de işe yarayabilecek türden değil. 

Sınırın karşısında sığınmacılar için binlerce briket ev inşa etmek sözgelimi.

Yüzbinlerce insanın -kiminin on yılı aşkın süredir- yaşadığı kamplarda onlarca sene daha yaşayabileceklerini düşünmek mesela. 

‘Ensar-muhacir’ denkleminin ‘yabancı’ kavramını ‘düşman’ kavramıyla değiştirmeyi amaçlayan siyasi propagandalar karşısında işlevsiz kalacağını öngörememek ve ‘insani’ özellikleri daha fazla öne çıkan konunun ülke için bir ‘güvenlik sorunu’ durumuna gelebileceğini düşünememek, en başta yapılan hatalı değerlendirmeden daha vahim bir hata olacaktır.

Konu bütün boyutlarıyla bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve kamuoyu tatmin edici açıklamalarla gelişmenin her adımından haberdar edilmelidir.

Bugün bu yapılabilir mi?

Yarın iktidar değişirse yeni gelecekler konuya daha akılcı yaklaşabilirler mi?

Sormasına soruyorum ama sorduğum soruların cevaplarını ben de bilmiyorum.