Fehmi Koru*
Anlamakta zorlandığım gelişmeler çoğalınca, başkalarından farklı olarak, ben kendimi sorgulamaya başlarım. En başta sorduğum, “Acaba hatalı davrandıklarını düşündüklerim doğru da yanlışta olan ben olabilir miyim?” sorusudur.
Bugünlerde aynı soruyu çokça zihnimde taşıyorum.
İç politikada, hatta on gün sonra İstanbul’da yapılması kararlaştırılmış tekrar seçime dönük aklımın almadığı pek çok ayrıntı var. Kendimi karar vericilerin yerine koyduğumda asla yapmayacağımı düşündüğüm türden hatalar yapıldığını görüyorum.
Tabii bu düşünce aklıma üşüştüğünde de, derhal, “Acaba hatalı olan ben miyim?” sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum.
Bir imparatorluğu kaybetmişiz
Esas aklımın almadığı bir gelişme ise dış politika alanında yaşanıyor. Bugün bu konuyu sizlerle paylaşmak niyetindeyim.
Türkiye tarihi boyunca dış tehditlere açık olmuş bir ülke, ‘tehdit değerlendirmesi’ de bu gerçek akılda tutularak yapılıyor. Bir imparatorluğu göz göre göre kaybetmiş bir milletin ‘tehdit algısı’ elbette farklı olur. İlkinin başımıza açtığı dertlerin farkında olan yönetici kadronun akılcı kararıyla, Avrupa ülkelerinin neredeyse hepsinin iki kampa bölünerek karıştığı İkinci Dünya Savaşı‘ndan bizim uzak durmamızın altında da bu sebep yatıyor. Kuzeyinden toprak talep eden bir ‘tehdit’ ile karşılaşmasaydı, Türkiye’nin, ikinci savaş sonrası oluşan ‘yeni dünya düzeni’ içerisinde de tarafsızlığını sürdürmesi mümkündü.
İsviçre gibi, Avusturya gibi…
Savaşın galiplerinden komşumuz Rusya’nın -o zaman adı Sovyetler Birliği idi- Boğazlar’ın statüsünü gündeme taşıması, Kars ve Ardahan’ı talep etmesi Türkiye’yi Batı blokuna, oradan da NATO ittifakı içerisinde yer almaya sevk etti.
NATO ülkesi Türkiye’nin, tehditlerle karşılaştığında müttefiklerinden destek beklemesi doğal. Zaten NATO’nun kuruluş belgesinin ünlü 5. maddesi de, ittifak içerisinde yer alan ülkelere bu konuda yükümlülük öngörüyor. Tehdit altına düşenin yardımına koşma yükümlülüğü…
Füze koruma sistemi tehditlere karşı etkili. Türkiye tehditle karşılaştığını beyan ettiği birkaç olayda, NATO’da müttefikimiz olan ülkeler, kendilerinde bulunan füze koruma sistemlerini ülkemize gönderdiler.
“Kendimize ait bir sistem de bulunmalı” görüşü de, maliyeti olağanüstü yüksek olduğundan ekonomik açıdan tartışılabilir olsa bile, ülke savunması söz konusu olduğu için kabul edilebilir.
Fakat NATO üyesi bir ülke kendisini koruma amacıyla alacağı füze sistemi için neden Rusya’nın kapısını çalar?
Bütün silah ve gereçleri, askeri uçakları ve helikopterleri NATO standartlarında olan bir ülkeyiz. Rusya tarafından üretilmiş füze koruma sisteminin ‘düşman’ bildiği uçaklar ve silahlara sahibiz. Milyar dolarlar ödeyerek üretimine de ortak olduğumuz F-35 uçaklarını da S-400 sistemi ‘düşman’ olarak algılamıyor mu?
S-400 alıyoruz, onları düşürmeye ayarlı F-35′leri de istiyoruz.
Tuhaf değil mi bu durum?
Acaba bu akıl yürütmem yanlış olabilir mi?
Bir dizi soru daha
Rusya ile ABD ‘Soğuk Savaş’ dönemindeki kadar olmasa bile şimdi de farklı kampların lideri olan iki ülke. Biz ABD ile NATO’da ittifak halindeyiz ve o üyeliğimiz gereği F-35 uçaklarının üretiminde ortağız. “Rusya’dan S-400 sistemi alacağız” dediğimizde ABD’nin “Öyleyse F-35 almaktan vazgeçin” tepkisini vermesi kaçınılmaz değil midir? Hatta, bunu bir ikinci adım olarak, “Öyleyse NATO’dan da çıkın” talebinin izlemesi de beklenmez mi?
Bana bu soruların cevabı “Kaçınılmaz” ve “Beklenir” gibi geliyor…
1960 sonrasında ABD ile yine sürtüşmeli bir dönemde, İsmet İnönü, “Yeni bir dünya kurulur” çıkışını yapmıştı. Kurulacak yeni dünyada Türkiye de farklı bir yerde kendisini konuşlandıracaktı o çıkışa göre. Acaba bugünlerde de benzer bir çıkışa mı hazırlanılıyor?
İki dönem arasındaki şartlar benziyor mu peki?
Öyle bir çıkış planlanıyorsa, bunun toplumla da paylaşılması gerekmez mi?
Yoksa karar alma mekanizması içerisinde yer alan siyasiler ile görevi kararlara malzeme hazırlamak olan bürokratlar ve danışmanlar, nihai kararı verecek olanlara, “Dıştan farklı dünyalar gibi görünseler de, Donald Trump’tan sonra ABD ile Rusya arasında geçişlilik var. Putin’in yardımıyla seçildi Trump; Türkiye’nin tercihlerine ABD’de birileri karşı çıkabilir, ama Trump bizim arkamızda yer alır” görüşünü mü sundular?
Makul bir görüş mü bu?
İşte size bir konuda anlamakta zorlandığım bir dizi ayrıntı.
Kendi kendime “Acaba ben mi yanlış düşünüyorum?” sorusunu bu akıl yürütmelerim üzerine şu günlerde sıkça soruyorum.
Ne bileyim, belki de ben yanlıştayımdır.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır