Fehmi Koru*
AK Parti’nin destek tabanında azalmalar olduğu çok belirgin; ancak onun saflarından ayrılmaya karar verenler -hiç değilse önemli bir bölümü- hangi partilere gidecekleri konusunda henüz kararlı görünmüyor.
İlk elde bir miktarı İYİ Parti’ye, DEVA ve Gelecek partilerine gitti; ancak yine de kendilerini “Kararsızım” veya “Protesto oyu kullanacağım” diye tanımlayan %25 oranında bir seçmen kitlesi var.
Oyunu AK Parti’ye vermede kararlı görünen %25 civarındaki seçmen içerisinde de, güvenilir bir kapı buldukları takdirde ayrılmayı düşünecekler olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.
Ülkenin hemen her alandaki şartları iktidarı gözden düşüyor.
Ekonominin hali perişan. İktidarın her evde çekilen sıkıntıları hafife alması ve gerçekleşmeleri mümkün olmadığını herkesin görebildiği boş vaatlerle kamuoyunu meşgul etmesi en sıkı AK Parti taraftarını bile düşünmeye sevk ediyor.
Dış politikada çizilen zigzagların farkında olmamak mümkün mü?
İş insanı Osman Kavala’ya üçüncü yargıcın karşı oy yazısında açıkça belirtildiği gibi kanıtsız ve mesnetsiz iddialarla ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmesi, değişik mesleklerden saygın yedi aydının uzun hapis cezalarına çarptırılmasının vahameti de ortada.
Ağırlaştırılmış müebbet, yasalardan idam kaldırıldığı için onun yerine verilen ceza.
Yassıada’da başbakan Adnan Menderes ve iki bakanına verilen cezayı tebliğ eden mahkemenin yargıcının, bir itiraz üzerine, kendilerini savunacak bir gerekçe bulamayınca, “Sizi buraya tıkan kudret böyle istiyor” cevabını verdiği meşhurdur.
Osman Kavala ve birlikte yargılandığı sanıklara tebliğ edilen ceza biraz o cevabı hatırlatıyor.
[Demokrat Partilileri ve on yıllık DP iktidarını yargılamayı uygun gören 27 Mayıs (1960) darbecileri, bunu olağanüstü yetkilere sahip kıldıkları bir mahkeme eliyle yapmışlardı. Hukuk sistemi içerisindeki normal mahkemeleri işin içine karıştırmayarak ve böylece yargı kurumuna gölge düşürmemeye çalışarak…]
Her şeye rağmen AK Parti’ye oy vermeye kararlı görünen kitlelerin bu karar üzerine bağlılıklarını yeniden düşünmeye başlamış olmaları beni şaşırtmaz.
Bu son gelişme o kadar sarsıcı çünkü.
İyi de güvenebilecekleri yeni bir adres arayanlar nereye gidecek, kendilerini ‘kararsız’ olarak tanımlayan %25 ile onlara katılabilecek başka seçmenler ne yapacak?
Bazıları “İşte İYİ Parti var, o olmazsa Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan’ın partileri var” diyebiliyor.
Öyle ama, ayrılanlardan bir bölümü bu üç partiyi benimsemiş görünüyor, hatta İstanbul’da yaşayanlardan bazıları tekrarlanan son büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde CHP’nin adayına oy verdiler de; ancak işte yine de kamuoyu yoklamaları hala geniş bir ‘kararsız’ kitlenin varlığını gösteriyor.
Nedense henüz aradıkları adresi bulamamış gibi kararsızlar kitlesi…
Açmaz durumu söz konusu.
Edward de Bono’dan daha önce de söz etmiştim. Türkçede ‘yanal düşünce’ diye karşılanan ‘lateral thinking’ yöntemini ısrarla savunan sayısız kitaba imza atmış de Bono geçen yıl 89 yaşında hayata veda etti.
Onun düşünce sisteminde, başka hiçbir formülün çözemediği sorunlara kolayca akla gelmeyen radikal yaklaşımlar bulmanın yolları aranır. Bulunur da.
‘Millet ittifakı’ çatısı altında buluşan muhalefet partilerinin kararsızları kendilerinden yana çözmek diye bir dertleri varsa, bunu ‘yanal düşünce’ yöntemleriyle çözme yoluna gitmeleri tavsiye edilebilir.
Tabii, böyle bir dertleri gerçekten varsa…
Bu konu üzerinde kafa yorarken, dün, Karar gazetesinin ekonomi konusunda uzmanlaşmış yazarı Mehmet Ali Verçin’in Abdullah Gül’ün adını başlığa aldığı yazısıyla karşılaştım.
Abdullah Gül’ü pek az kişinin itiraz edebileceği özellikleriyle şöyle tanımlıyor yazar:
“Sayın Gül, milletvekilliği, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış bir şahsiyettir. Bir faninin bu ülkede gelebileceği bütün üst düzey makamlara gelmiştir. / Bu makamları hazmetmiş ‘gözü tok’ bir şahsiyetin makam ve menfaat peşinde koşmayacağı da, toplumun ortak kanaatidir. / Öte yandan Sayın Gül, idealist bir insandır. Fikirlerini ve ideallerini kendi üslubuyla savunmaktan da hiç vazgeçmemiştir.”
Tanımda sayılan özellikler önemli.
Önemi ardından yapacağı teklifi anlamlı kılıyor da ondan.
Teklifinin temelinde bir kitleyle ilgili tespiti yatıyor. Kendisinin “Geçmişte AK Parti’ye oy vermiş fakat bugün parlamenter sistemi tercih etmesine rağmen, siyaseten karar vermekte zorlanan seçmenler” diye tanımladığı kitleyle…
AK Parti’den kopan büyük bir kitlenin DEVA ve Gelecek partilerine gitmemelerinin sebebi bilinmiyor. Ancak hangi sebeple olursa olsun gitmiyorlar. Onları teşvik edici bir gelişme gerekiyor.
Verçin’in teklifini kendi sözcükleriyle okuyalım:
“Küskün ve mütereddit’ Ak Partili seçmenlerin Sayın Gül’den beklediği ilk yardım, bu iki partiyi tek bir çatı altında birleştirmeye çalışmasıdır. / Hatta Sayın Gül’den, bu birleşik partiye liderlik etmesini bekleyenler de var.”
Zor bir iş teklif ettiği; ancak ‘yanal düşünce’ ürünü formüller genellikle zorun başarılmasıyla işe yarar hale gelebiliyor.
DEVA ve Gelecek birer lider partisi. Liderleri de kişisel özellikleri ağır basan insanlar. Böyle bir teklife açık olacaklarını zannetmiyorum.
Ancak yine de ülkenin içinde bulunduğu ortamda Abdullah Gül’ün siyasi hayatta kazandığı deneyimi, uluslararası zeminde tanınırlık ve güvenilirliğini, kendisini daha fazla görünür hale getirerek iç ve dış kamuoylarıyla paylaşmasında yarar bulunduğu da açık.
Partilerin birleşmesi iyi olabilir; birleşirlerse, o partinin başına onun geçmesinin de kıymet-i harbiyesi olacağına kuşku yok; ancak daha iyisi, Gül’ün, hemen her önemli konuda görüşlerini serbestçe ifade edebileceği bir zemine sahip olmasıdır.
Partiler ayrı kalsa, liderleri liderliklerini sürdürseler de, Gül’e bu zemini sağlayacak bir formül, istenirse yine bulunabilir.
Osman Kavala’ya mahkumiyet kararına verdiği sert tepki bunu herkese hatırlatmış olmalı.