Fehmi Koru*
Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl bu zamanlarda sonuçlarını açıkladığı ‘Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’nın sonuncusunda, medya, kurum olarak, güven skalasında yükselmiş görünüyor.
Bir yıl önce yüzde 15.1 iken güven, son araştırmada yüzde 35.0 olmuş.
Sevinelim mi?
Garip durum
Hemen sevindirik olmamak için aynı araştırmada “Türkiye’de en prestijli meslekler hangileridir?” sorusuna verilen cevaplara bakmak yeterli.
Liste tıp doktoru (55.7), hakim (26.5), avukat (23.4), üniversite profesörü (22.1), öğretmen (20.3) ile başlıyor ve en aşağılarda da milletvekili (8.1), eczacı (6.6) ve sporcu (5.6) ile sona eriyor.
Gazeteci?
En prestijli meslekler listesi yüzde 5.6’ın altındaki değerlere yer vermediği için gazeteciliğin prestijini grafikten öğrenemiyoruz.
Sorunca söylüyorlar; yüzde 1…
Şöyle bir garip durum ortaya çıkıyor: Araştırmaya katılanlar medyada okuduklarına biraz olsun güveniyorlar, ancak gazeteciliği prestijli bir meslek olarak görmüyorlar…
Neden acaba?
Özellikle mesleğin içinden insanların, gazetecilerin, mesleğin itibarının neden ayaklar altında olduğu üzerinde düşünmelerinde yarar var.
The Post, All the President’s Men ve The Newspaperman
Bunlar gazetecilikle ilgili üç Amerikan filminin adları.
Hollywood’un gazetecilik güzellemesi sayılabilecek ‘The Post’ filmi şu sıralarda bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gösterimde.
Filmde, 1971 yılında, New York Times’ın (NYT) başlattığı Richard Nixon yönetiminin saklamaya çalıştığı Vietnam Savaşı ile ilgili gizli belgeleri açıklama savaşının yargı yoluyla durdurulması sonrasında yaşananlar anlatılıyor.
NYT’ın yayınlarına malzeme sağlamış Pentagon çalışanı Daniel Elsberg henüz yayınlanmamış belgeleri bu defa Washington Post (WP) gazetesine götürüyor. WP’nin yayın yönetmeni Ben Bradlee, patronu Katharine Graham’ı da ikna ederek, 115 yılı bulabilecek hapis cezasını da göze alarak, belgeleri yayınlıyor.
Tom Hanks ve Merryl Streep gibi Oscar ödüllü artistlerin başrolünü üstlendiği film bunu anlatıyor.
Bir tür 1976 yapımı ‘All the President’s Men’ filminin tamamlayıcısı bu film.
‘All the President’s Men’de de, Robert Redford ile Dustin Hoffman, Nixon’u başkanlıktan istifaya zorlayan ‘Watergate Skandalı’ döneminde WP’nin yaptığı muazzam gazeteciliği beyaz perdede canlandırıyorlardı.
NYT ile WP’nin 1971 dolayımında halkın haber alma özgürlüğü için verdikleri mücadele, bunun için üstlendikleri sorumluluk, o günlere kadar gazeteciliği itibarlı bir meslek saymayan ABD kamuoyunu görüş değiştirmeye sevk etmişti.
Nereden biliyoruz?
Her iki gazeteye ve onlar gibi olma çabasına giren yüzlerce başka yayın kurumuna 1971 sonrasında ‘gazeteci’ olmak için olağanüstü nitelikli gençlerin başvurmasından biliyoruz.
Dün gece, Digitürk’te karşıma ‘The Newspaperman’ (Gazeteci) adını taşıyan bir belgesel çıktı. [Belgeseli OCAKmedya yazarı Veysi Dündar da izlemiş, bugünkü yazısını ona ayırmış.]
John Maggio imzalı taptaze bir belgesel.
WP’nin efsanevi yayın yönetmeni Ben Bradlee’yi onunla beraber çalışmış arkadaşlarına anlattırıyor.
Gazetenin ‘Watergate Skandalı’nı manşetlerinden düşürmediği günlerin anlatıldığı belgesel hepimiz için göz açıcı.
Nixon neyse, Trump da o
Donald Trump geçen hafta sonu katıldığı Davos toplantısında, dünyanın ileri gelenleri karşısında konuşurken, bir punduna getirip medyayı ve gazetecileri suçlayıcı cümleler sarf etti.
Kendisini dinlemeye gelenler o cümlelere sessiz kalmadılar, beğenmediklerini homurdanarak gösterdiler.
CNN’den hoşlanmıyor Trump, WP ve NYT’la arasında mesafe bulunduruyor.
Nixon da öyleydi. Beyaz Saray’a ayak bastığı ilk gün, tarihe tanıklık etsin diye, bütün konuşmaları kaydetme alt yapısı kurdurtmuştu; yargı kayıtlara zorla el koyduğu için, Watergate günlerinde neler söylediğini biliyoruz Nixon’un…
Belgesel onun sesinden yansıtıyor. Bradlee için ağza alınmayacak küfürler ediyor Nixon ve bir ara, basın müşavirine, “WP muhabirlerini Beyaz Saray’ın kapısından içeri sokmayacaksın” talimatı verip ekliyor: “Bu kesin emirdir; yerine getirmezsen kovarım.”
Maggio, belgeselin yönetmeni, Nixon ile Trump arasında müthiş benzerlik olduğu kanaatinde. “Nixon basını düşman görüyordu. Şimdilerde Trump’ı izliyorum, neredeyse sayfa sayfa Nixon’un kitabını okur gibi…” diyor.
Watergate Skandalı yayınlarında yalnız kalmıştı WP; NYT bile yeterince sayfalarına taşımıyordu rakip partinin karargâhına gizli kalması gereken belgeleri çalmak üzere giren CIA ajanları olayını.
Halk da başlarda kulağını kapamış görünüyordu; seçimde Nixon bir kez daha başkan seçilme başarısını WP’ye rağmen göstermişti.
Yine de yılmadı Graham-Bradlee ikilisi; WP ısrarlı yayınlarıyla Nixon’un sonunu getirdi.
ABD basını bugün de Trump’a aynı muameleyi çekiyor.
Peki ABD’de gazetelere güven ne durumda?
Son araştırmaya (Gallup, Haziran 2017) göre, yüzde 27. Bir yıl öncesi bu oran yüzde 20 idi.
Gazeteciliğin itibarını yine gazeteciler yükseltebilir.
Bu yazı ilk kez fehmikoru.com sitesinde yayınlanmıştır.