Fehmi Koru*
“Gel, bak, Bay Kemal MIT’de” diye videodan Kemal Kılıçdaroğlu’nu izlemeye davet ettiğim eşim, görüntüye bakar bakmaz, “İyi ama orası MIT mi?” diye sordu. Ardından da, “Ona bilgi veren kadın kim?” sorusu geldi.
“MIT” ABD’nin en önemli eğitim kurumlarından Massachusetts Institute of Technology’nin kısaltması. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ABD’de ve gezisinin ilk durağı da çevresinde 60’a yakın üniversitenin bulunduğu Boston kenti. Heyetiyle birlikte gezisinin birinci günü MIT’ye ve onun komşusu olan Harvard’a uğradılar.
MIT ile Harvard arası birkaç kilometrelik bir bulvardır. İki yıl o bulvarı hemen her gün teptim.
Eşime, “Media Lab’ı yeni ek binalardan birine taşımış olmalılar; ona mihmandarlık eden kadın da o bölümden biri; bu ziyaret bugün değil de 1981 yılında gerçekleşiyor olsaydı, bir ihtimal mihmandar sen olabilirdin” dedim.
Hayatımızın iki yılını (1980-1982) Boston’da geçirdik. Eşim doktora sonrasında araştırmalar yapmak üzere, aldığı bir davetle, öğretim üyesi olduğu Ege Üniversitesi tarafından MIT’ye gönderilmişti, misafir bilim insanı olarak… Ben de, bir yandan MIT’nin ‘Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nde (Center for International Studies, CIS) araştırmacı sıfatıyla bulundum, bir yandan da Harvard Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım.
İkimiz için de hayatlarımızın en dolu dolu yaşadığımız iki yılıydı Boston’daki günlerimiz…
Kılıçdaroğlu’na MIT’de ‘Media Lab’tan Dr. Canan Dağdeviren mihmandarlık yapmaktaymış.
Geleceği bugünden tasarlama amaçlı ilginç bir bölüm olan ‘Media Lab’, biz oradayken, MIT’in ana binasının ikinci katındaydı. Eşimin bulunduğu MIT’nin malzeme bölümü de ana binada ve aynı kattaydı. O sırada bölümden araştırmacılar, saliseler içerisinde gerçekleştiği için gözün algılamada zorlandığı olayları kendi icatları olan özel bir fotoğraf makinasıyla kaydetmeye takmışlardı kafalarını. Çektikleri fotoğraflar bölümün önündeki koridorda sergilenmekteydi.
Süt damlası ile içinden kurşun geçen elma fotoğrafı hala gözümün önündedir. [Arşivde birini buldum, size de sunuyorum.]
Biraz uzakça bir binada faaliyet gösteren CIS’e ana binanın içinden uzun koridorları takip ederek gidiliyordu.
CIS’e gittiğim ilk gün bölüm sekreteri bana dört anahtar verdi. “Dört anahtar, ne olacak?” soruma aldığım cevap Türkiye’den geldiğim için olmalı beni şaşırtmıştı: “Biri odanın, ikincisi odanın bulunduğu katın, üçüncüsü binanın ana girişinin, dördüncüsü de kullanacağın kırtasiye malzemelerinin bulunduğu yerin…”
İlk elde bina girişi ve içi anahtarlarının ne işe yaradığını anlamamıştım, fakat kısa sürede öğrendim: Bina mesai saatinde kapanıyordu, ancak araştırmacıların çalışmaları sürüyordu. Gecenin bir vakti de gidilip o anahtarlarla ofise girilebiliyordu.
Üniversitenin kütüphanesi 24 saat açıktı.
Bana tahsis edilen odanın eski sakinlerinden birinin Daniel Lerner (1917-1980) olduğunu öğrendiğimde mutlu olmuştum.
Lerner sonradan bazı tezleri yanlış çıksa da Batı dünyası dışında kalan coğrafyanın modernleşmesi konusunda çalışmalarıyla tanınan bir bilim insanıdır. Onun 1940’lar ve 1950’lerde birkaç kez ziyaret ettiği ülkelerden gözlemleriyle yazdığı ‘The Passing of Traditional Society’ (Geleneksel Toplumun Geçişi) eseri zamanında bir başyapıt kabul ediliyordu. O kitabın içerisinde en geniş bölüm Türkiye’ye ayrılmıştır.
Daniel Lerner’in araştırmasını yürüttüğü dönemden Türkiye gözlemleri, geçmişle bugün arasında mukayese yapmak için çok yararlıdır.
Harvard Üniversitesi’ni anlatmaya bilmem gerek var mı?
CHP liderinin ABD’yi ziyaret etmesine sıkı destekçilerinden bazıları bile karşı çıkıyor. “Zamanı mı şimdi?” sorusu eşliğinde eleştiri yöneltenler, programına bakıp Washington’da bile temaslarının bilim çevreleriyle sınırlı kalacağını görünce “Hani siyasilerle görüşmeler?” diye soranlar çok.
Zamanlama yanlış olabilir, siyasilerle görüşmemesi gezisi açısından bir eksiklik sayılabilir. Ancak, ben ABD’nin bilim merkezlerini görmesini, orada dersler veren veya okuyan yaşlı-genç Türkler ve Amerikalılar ile bir araya gelip sohbet etmesini yararlı buluyorum. Üstelik, ABD’de bir ay sonra seçim var ve siyasiler memleketlerinde kampanyadalar…
Daha önce de, 2013 yılında, ABD’ye yine gitmişti CHP lideri olarak Kılıçdaroğlu; o ziyaretinin kendisine geniş ufuk kazandırdığını sanıyorum.
Bu gezisinin de, yine, hem kendisine hem de heyetinin siyaset ve medya dünyasından üyelerine yararı olacaktır.
Deniz Baykal CHP genel başkanı iken, Münih’te yapılacak Avrupa Stratejik Güvenlik Konferansı’na katılacaktı; beni ve Murat Yetkin’i gezisini izlemek üzere davet etmişti. Videodan gördüğüm kadarıyla, davetiyle Kılıçdaroğlu’nu ABD’de izleyen birkaç gazeteci var.
Destekçileri “Gitmesi yanlış” derken, iktidar cephesinden de “İcazet almaya gitti” yakıştırması yapılıyor. Amerika’ya gidiyorsa bir siyaset adamı, hele o kişi adı cumhurbaşkanı adayı olarak geçen biriyse, gezisi mutlaka kendisine arka çıkılmasını istemek içindir diye düşünülüyor.
Öyle düşünülmesi için geçmişte örnekler olduğunu elbette ben de biliyorum. Ancak günümüz dünyasında, işler eskisi gibi yürümüyor. Uzakta birileriyle görüşmek ve kendini tanıtıp göze girmek için yüz yüze görüşmeye gerek yok. Mesafeleri ortadan kaldıran teknolojileri kullanarak kısa yüz yüze görüşmelerden daha yararlı sonuçlar almak pekala mümkün.
Kılıçdaroğlu gibi 24 saat güncel konularla meşgul ve her gün birilerine laf yetiştirmesi gereken bir parti liderinin, Türkiye’nin bunaltıcı siyasi havasından birkaç günlüğüne bile olsa uzaklaşması, hele gittiği yer ABD ise, oradan kendisini bileyerek dönmesi ona da partisine de yarayacaktır.
Tabii orada da Türkiye’yle meşgul olmamak ve birilerine laf yetiştirmeye devam etmemek şartıyla…
Bunu yapabilecek mi CHP lideri? Gezisinin ilk gününden buraya haber olarak yansıyanlara bakılırsa yapamayacağı anlaşılıyor.
Gezisi cumhurbaşkanlığı adaylığına da yarar mı?
Onu ‘6’lı masa’ arkadaşları bilir.