Fehmi Koru*
Şarkıcı Gülşen’in bir konserinde, ekibinden İmam Hatip okulu mezunu olduğu anlaşılan bir gençle şakalaşması, yargıya intikal etmişti.
“Yaptığım arkadaşlar arası bir şakaydı” demesi yetmedi Gülşen’in, şakanın bir daha tekrarlanmayacağına söz vermesiyle davanın bitmesi beklenirken, şarkıcının on ay hapis cezasına çarptırıldığını öğrenmiştik.
Mahkeme sanatçıya verdiği cezanın gerekçesini yeni açıkladı. Mahkeme üyeleri, Gülşen’in sarf ettiği sözlerin “Toplumu oluşturan insanlar arasındaki hoşgörü ortamını bozacak, insanlar arasındaki farklılığı reddederek ayrımcılığa yol açacak ve kamu barışını somut olarak tehlikeye sokacak nitelikte olduğu” kanaatine vararak cezayı vermiş…
Konsere gidenlerin -onların da bazısının- işittiği şaka içeren sözler için hayli ürkütücü bir gerekçe bu.
Büyütülmesinin işlenen kabahatten daha zararlı olduğu muhakkak böyle bir olayın aldığı biçimin ülkeyi düşürdüğü duruma üzülmeden edemiyor insan.
Dikkat ettiyseniz, Gülşen’in şaka içeren sözleri için ‘kabahat’ sıfatını kullandım. Eskiden ceza verilmeye değer görülen bir kısım suçlar, 2005 yılında, o zamanki AK Parti tarafından büyük çapta değişikliğe uğratılan Türk Ceza Kanunu (TCK) ile birlikte suç olmaktan çıkarılmıştı.
Avrupa Birliği’ne uyum sağlanabilsin diye…
Aradan geçen onca yıldan sonra, en fazla ‘kabahat’ olarak değerlendirilebilecek bir şaka, yeniden ‘suç’ hanesine alınıp cezalandırılıyor.
Gülşen konuyu Anayasa Mahkemesi’ne ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHMA) götürür mü, bilemem, ancak oralardan çıkacak karar, benzer durumlar için ‘örnek vaka’ haline dönüşebileceği için önemli.
Nitekim, hayli gecikmeli de olsa, AİHM halen çoğu cezaevinde bulunan sekiz binden fazla insanı ilgilendiren bir davada örnek olabilecek kararını yeni açıkladı.
AİHM, 15 Temmuz (2016) hain darbe girişimi sonrasında başlayan süreçte telefonuna ‘ByLock’ isimli programı indirmiş veya Bank Asya’da hesabı bulunan insanların ‘FETÖ terör örgütü’ üyesi olmakla suçlanarak yargılanmalarını ‘insan hakları ihlali’ olarak değerlendirdi ve Türkiye’yi bu sebeple mahkum etti.
Üç ayrı başlık altında görüşülmüş dava: İlki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ‘kanunsuz ceza olmayacağını’ amir 7. maddesi… İkincisi, aynı sözleşmenin ‘örgütlenme ve toplantı hakkı’ ile ilgili 11. maddesi…Üçüncüsü de, yine aynı sözleşmenin ‘adil yargılanma hakkı’ ile ilgili 6. maddesi…
Mahkeme yargıçları, 7. maddeye 11’e karşı 6 oyla, 6. maddeye 11’e karşı 1 oyla, 11. maddeye ise oy birliğiyle ‘ihlal’ kararı vermiş oldu.
Kanunsuz ceza uygulayan, örgütlenme ve toplantı hakkını gözardı eden ve adil yargılanma yapamayan bir ülke görüntüsüne büründü ülkemiz.
Adalet bakanlığı her seferinde olduğu gibi bu defa da AİHM’ni protesto etti.
Etti de ne oldu?
Mahkemenin verdiği para cezasını sessiz sedasız öderken, sıcağı sıcağına da mahkemenin kararını eleştirmekten geri durmayacak hükümet.
Nitekim, adalet bakanı, mahkemenin kararını öğrenir öğrenmez, beklenen tepkiyi verdi. Özetle, “Terörle mücadelemiz devam edecektir” tepkisi bu.
Tepki verilmesine verilsin de, AİHM kararına konu olan davaların, aslında ülkenin ‘terör ile mücadelesi’ için bir zafiyet teşkil edip etmediği üzerinde de biraz düşünülsün.
Bank Asya 15 Temmuz sürecine kadar yasal olarak faaliyet gösteren bir finans kurumuydu. Orayı bankası olarak seçmiş olan insanların hepsini ‘terörist’ veya ‘terör destekçisi’ veya ‘örgüt ile iltisaklı’ sayarak yargılamak ne kadar mantıklı olabilir?
ByLock için de durum çok farklı değil.
Sonradan FETÖ ismi takılacak ve ‘terör örgütü’ olarak ilan edilecek olan yapı, yine darbe girişiminden kısa süre öncesine kadar, farklı muamele görmekteydi. ‘Örgüt’ olduğu kabul edilse bile, öyle bir örgütün varlığı bilinmezken, birilerinin yönlendirmesiyle ücretsiz bir programı telefonuna indirmiş -çoğu kez indirme işi başkaları tarafından yapılmış- kişilerin, örgüt üyesi olarak yargılanması reva mıdır?
Bu iki sebeple, daha önce öyle bir örgütün üyesi olduğunu bilmediği halde cezaevlerine düşen insanların, oradayken, koğuş arkadaşları tarafından gerçek anlamda örgüt üyesi haline dönüştürülme ihtimali nasıl olur da düşünülmez…
Yanlışlardan doğruyu varılmaz.
Terör ile mücadele, gerçek anlamda ‘terörist’ denilmeyi hak eden insanların peşine düşülerek yapılırsa sonuç alınabilir.
Adalet bakanlığı AİHM kararına tepki versin vermesine, ancak o kararı uygulamak zorunda olduğunu da bilsin. Şimdiye kadar AİHM tarafından Türkiye aleyhine verilmiş olan kararların icaplarının yerine getirilmemesi yüzünden, ülkemiz, Avrupa Konseyi tarafından takibe alındı ve kurucularından olduğu Konsey üyeliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
Arkadaş arası şakaların yargıya taşınıp cezalandırıldığı, anne-babaları tarafından iyi ahlaklı birer birey olsunlar diye üniversite civarında bulunan tek muhafazakar yurda yerleştirilmiş gençlere, çoğu zorla indirilmiş ByLock programı yüzünden ‘terörist’ yaftası vurulan bir ülke görüntüsü hoş değil.
Hem de hiç hoş değil.
Türkiye bu görüntüden kendisini kurtarmalı.