Fehmi Koru*
Bazıları hep aynı soruyu soruyor: İktidar -AK Parti ile MHP- neden bu kadar ısrarla Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürmek istiyor?
Aslında haklı bir soru.
Can Atalay’ın durumu anayasada cevabını buluyor. Anayasanın 153. maddesi “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. (..) Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyor. Bunun anlamı, Anayasa Mahkemesi bir konuda karar verirse, o kararına itiraz edilemez; kararın muhatabı olanlar kararın gereğini yerine getirmek zorundadır.
Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesi Can Atalay konusunda kararını verdi ama uygulaması gereken yerel mahkeme kararı uygulamadı. Yargıtay’ın bir dairesi de hem kararın uygulanmamasını istedi, hem de o kararı veren üyelerle ilgili suç duyurusunda bulundu.
Devreye iktidar politikacıları girdi. Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını talep etmiş olan MHP lideri Devlet Bahçeli, Yargıtay ile yerel mahkemeyi haklı bulan açıklamalar yaptı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nden de benzer açıklamalarla tartışmaya katılanlar oldu.
İddiaları, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararlarını iptal edebileceği…
Oysa yine anayasada (m. 158) hiç başka anlaşılmaya müsait olmayan ifadelerle, “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır” deniliyor…
Hatta, yine aynı anayasa , Anayasa Mahkemesi’nin görevlerini sayarken (m. 148), “Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar”da diyor.
Lafın kısası, TBMM’de Can Atalay‘ın milletvekilliğinin düşürülmesi anayasaya aykırı bir eylem.
İyi de milletvekilleri arasında en kalabalık meslek grubunu hukukçular teşkil ediyor. O kadar hukukçu, böylesine temel bir konuyu anlamamış olmayacağına göre, nasıl oldu da parmak kaldırarak onay verebildi?
Aslında bu sorunun mantıklı cevabını ben de merak ediyorum ama maalesef ‘parti sadakati’ bizde böyle davranışlara sıkça imkan veriyor…
İktidar milletvekilleri kendilerinden beklendiği biçimde davranmış oldular.
En başta sorduğum, bazılarının sıkça sorduğu o soruya döneyim: Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesi için iktidarın bu denli keskin tavırlı olmasının sebebi ne?
Yukarıda, konunun anayasal yönünü açıklarken, karşı karşıya kalınan olayın hukuki olmadığını da anlatmaya çalıştım.
Parmaklarını o yolda kaldıran milletvekilleri, yaptıklarının hukuki açıdan doğruluğuna inandıkları için bunu yapmadılar, politik açıdan doğru olduğunu düşündükleri için parmak kaldırdılar.
Osman Kavala neden cezaevinde?
Ya Selahattin Demirtaş?
Gezi davasından cezaevine düşmüş olan dokuz kişi?
Onların cezaevlerindeki varlığı iktidar için politik olarak yararlı da ondan…
Daha önce, iki ayrı partiden birer kişi, cezaevlerinde bulunurken, seçimden kazanarak çıktıkları için, fazla sorun yaşamadan, TBMM’deki yerlerini alabilmişlerdi. Can Atalay ve diğerleriyle aynı grupta yer alamayacak durumdaydılar; iktidar onlar karşısında aynı direnişi göstermedi.
Şimdi ne olabilir?
Herhalde avukatları Can Atalay için bir kez daha Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak ve muhtemelen Anayasa Mahkemesi daha önce iki kez verdiği kararının bir benzerini yeniden alacak.
Ancak bu defa aldığı kararı mahkemeye değil doğrudan TBMM’ye gönderecek.
Şimdi yerel mahkeme ile Yargıtay’ın devreye girmesini bir bahane olarak kullanabilmişti TBMM’de parmak kaldıranlar; o durumda yine parmak kaldırdıkları takdirde, anayasada açık biçimde yazılı Anayasa Mahkemesi ile ilgili maddelere ters hareket etmiş olacaklar.
Zor bir karar o.
Yine de ısrarlarından vazgeçmezlerse?
TBMM başkanının konunun görüşüldüğü önceki günkü ateşli oturumu yönetmemek ve parmak kaldıranlar arasında bulunmamak için yurt dışına gittiğinin milletvekilleri farkındadırlar umarım.