* Fehmi Koru
Merkez Bankası’nın dokuz ay önce atanmış başkanı Hafize Gaye Erkan, dün, yeni dönemde adet olduğu üzere, istifasını ‘affımı istiyorum’ diye duyurarak, görevini bıraktı.
Bazıları için beklenmedik bir gelişme bu.
Kendisinin yönetim tarzıyla ilgili hoşa gitmeyen haberler ortalığı sardığında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bir konuşma ile, atadığı başkana sahip çıktığı genel olarak benimsenmişti.
Galiba farklı düşünen nadir yorumculardandım.
Aynı zamanda okurum da olan yakınlarım, “Mutlaka belirtmelisin” dedikleri için, o konuşmanın ardından burada yazdığım yazının ilgili bölümünü paylaşayım:
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AK Parti genel başkanı olarak, partisinin Ankara il ve ilçe belediye başkan adaylarını açıkladığı toplantıda, yorumculara göre, Merkez Bankası’yla ilgili gelişme üzerine de konuştu.
Daha doğrusu, konuyu yakından izleyen yorumcular, konuşmasının aşağıda alıntılayacağım bölümünün o konuya ait olduğu görüşünü paylaştılar.
O bölüm şu:
Gazetelerin internet siteleri ile haber siteleri konuşmanın bu bölümünü “Erdoğan, Hafize Gaye Erkan’a sahip çıktı” başlığıyla sundular.
Dediklerini defalarca okudum, aynı sonuca varamadım.
Herhalde, cümlenin ‘kesinlikle umursamıyoruz’ diye sonlandırılması yorumculara bu izlenimi vermiş olmalı.
Oysa, o bölüm, Erdoğan’ın hemen her gün yaptığı türden, muhalefete ve muhalif medyaya çatmasından ibaret.
Çatmanın illa Merkez Bankası başkanıyla ilgili olması gerekmiyor.
Yapar veya yapmaz, ancak bu konuşmadan sonra Merkez Bankası başkanının istifa ettiğini veya görevden alındığını duyarsam, kendi hesabıma şaşırmam.”
Böyle yazdığım için, dün akşam geç saatlerde gelen istifa haberi, beni hiç mi hiç şaşırtmadı.
İstifaların ‘affını istedi’ biçiminde duyurulduğuna ilk kez tanık olunmuyor; Hazine bakanlığından ayrıldığını İnstagram hesabından ilan eden Berat Albayrak’tan beri, vaktinden önce görevini bırakmak zorunda bırakılan yüksek bürokratlar hep aynı kalıbı kullanıyorlar. [Hafize Erkan da istifasını şimdi adı X olan Twitter’dan duyurdu.]
Görevi bırakmaları istenen AK Partili belediye başkanları için farklı bir kalıp vardı; onlar ‘metal yorgunu’ olduklarından ayrıldılar.
Erkan‘ın görevi bırakmasının görünür sebebi, üzerinde birkaç hafta süren fırtınalar koptuğu için biliniyor. Kendisinin “İtibar suikastı” dediği iddiaların hafife alınacak tarafı yoktu. Ancak, göreve getiren/ler açısından kendisini denklem dışına zorlayan daha temel bir sebep olduğu da gözden kaçırılmamalı.
Ayrılmanın zamanlaması önemli
Erkal bu göreve, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen Mehmet Şimşek’in hemen ardından atanmıştı. Bu ikiliden beklenen, daha önce aynı görevlerde bulunanların ‘Neo-klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuş’ ile ‘heterodoks’ bir anlayış olarak tanımlanan ve adı ‘Türk modeli’ konulmuş politikalarından farklı, Mehmet Şimşek’in görevi devraldığı gün, “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmekten başka çaresi kalmamıştır” cümlesiyle anlattığı, yeni politikayla ekonominin sorunlarını çözmeleriydi.
Kısacası, enflasyonu düşürmeleri ve hayat pahalılığının önünü kesmeleri kendilerinden bekleniyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temelinde ‘nass’ bulunduğunu ileri sürdüğü “Faiz sebep, enflasyon sonuç” kabulü terk edildi ve her ay alınan kararlarla mevduat faizi %45 sınırına kadar yükseltildi.
Faiz yükseltildi ama enflasyon düşmedi, düşmüyor.
TÜİK de baskıyı yumuşattığı için enflasyon yüksek görünüyor.
[TÜİK’in şu yakınlarda ‘hissedilen enflasyon’ diye %126’lık bir oran duyurması da Şimşek-Erkan ikilisini herhalde rahatsız etmiştir.]
Hafize Gaye Erkan dün istifa etmeseydi, Pazartesi günü %70’in ötesinde çıkması beklenen yıllık enflasyonu o açıklayacaktı.
“Zamanlaması önemli” derken bunu kast ettim.
Muhtemelen, ilan edilecek enflasyon oranının yüksek çıkacak olması, kendisinin ‘affını istemesini’ çabuklaştırmış da olabilir.
Mehmet Şimşek’in durumu ne olacak?
Şimşek, kısmen kamuoyu önünde kısık sesle ifade etmeye çalıştığı ekonominin gerçek sorunlarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a anlatıyor mu, kuşkuluyum.
Ona yardımcı olmak isterim:
Bu işin yalnızca faizi indirip bindirmekle çözülemeyeceğini, her şeyden ve herkesten önce, devletin ve bürokrasinin tasarrufa zorlanarak kamu harcamalarının kesin tedbirlerle kısılmasıyla işe başlanması gerektiğini…
Yabancı sermaye girişi ve yabancı doğrudan yatırımlar için, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunun uygulamalarla da vurgulanmasının şart olduğunu…
Ayıplı demokrasi görüntüsünün dışarıdan bakanları endişeye sürüklediğini, içeride de iş dünyasının iştahını azalttığını…
Bütün bunları Cumhurbaşkanı Erdoğan’a anlatıyor mudur Mehmet Şimşek?
Sorumun cevabı “Hayır” ise…
Yukarıdaki yarım cümleyi sizler tamamlayabilirsiniz.