T24 - Yeni Şafak gazetesi yazarı Fehmi Koru, Erdoğan'ın Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'ndeki rektörlerle toplantısını protesto etmek isteyen öğrencilere polisin sert müdahalesi eleştirdi.
Koru'nun "Gösteri yapanı dövmek mi gerekiyor?" başlığıyla (7 Aralık 2010) yayımlanan yazısı şöyle:
Bir ülkenin 'demokratik' olduğu nereden anlaşılır? Seçim yapılmasından mı, muhalefetinin varlığından mı, özgür basına sahip olmasından mı? Bunların hepsi bir demokrasi için elzemdir elbette; ancak demokrasinin en önemli göstergesi, protesto hakkının kullanılmasıdır.
Vatandaşların örgütlü-örgütsüz protestoları ve protesto hareketlerine müsamaha bir ülkede demokrasinin işlediğini belli eder...
Türkiye'de demokrasinin kanallarının açılmasıyla birlikte protestolar da artmaya başladı. Çevre hassasiyeti bulunanlar elektrik santrallarının olur olmaz her yere kurulmak istenmesine karşı çıkıyor, bu hassasiyetlerini başka türlü anlatamayınca protesto gösterilerine başvuruyorlar. Öğrenciler de YÖK sisteminden başlayarak ne kadar rahatsızlıkları varsa bunu protestolarla dışarıya vurmaya başladılar.
Protestoların, gösterilerin artması, yönetimleri rahatsız eder. Etsin. Herkesin her konuda başkalarıyla aynı düşüncede olmak zorunda bulunmadığı sistemin adıdır demokrasi ve bu sebeple de gösteri bir haktır. Şiddete başvurmadan yapılacak her türlü gösterinin demokratik sistem içerisinde yeri vardır.
Yöneticiler veya asayişten sorumlu olanlar bundan memnun olmasalar bile...
Son zamanlarda öğrenci protestoları arttı. Belki artan protestolar değil de protestoculara karşı polisin şiddete başvurması... Bunu daha çok gazetelere ve TV ekranlarına yansıyan haberlerden anlıyoruz. Yüzü gözü dayaktan şişmiş gençlerin görüntüsü gerçekten yürek burkuyor. Karga-tulumba götürülen öğrenciler gözaltında kendilerine eziyet yapıldığından şikâyetçi.
Ülkemizde meydana gelmekte olan olumlu gelişmelere ayak uydurmada en yetenekli devlet gücü aslında polis... Herbiri eğitimden geçmiş, insan hakları konusunda bilgilendirilmiş, yasalara uyma noktasında bilinçli insanlardan oluşuyor polisimiz. Ancak bu tespit ile son günlerde meydana gelen olaylardan medyaya yansıyanlar arasında tam bir terslik var. Şiddete başvuran polis görüntüsü zihinlere yeniden hakim olmaya başladı.
Genç insanları, hele bir de öğrenciyseler, zapt-ü rapt altına almak hayli zordur; bu sebeple gösterilerde yaşanan aşırılıkları mazur görmemizi isteyenler var. Bazı göstericilerin yumurta atması, toplantıları sabote etmeye kalkması da şiddete mazeret olarak sunulabiliyor.
Hiç akıldan çıkarılmaması gereken düstur şu olmalı: Göstericiler alenen şiddete başvurmadıkları, devreye silâh girmediği müddetçe, devletin kolluk kuvvetleri orantısız güç kullanmaya tevessül edemez. Protestolarını başkalarının özgürlüklerini ortadan kaldıracak noktaya kadar vardırmayan göstericiler, bırakın gösterilerini yapsınlar... Onlara bu amaçla fırsat ve mekân bile sağlanmalıdır. Protestoyu hak ettiğine inandıkları etkinliğin fazla uzağında bulunmayan bir mekânda gösteri yapabilmeli insanlar; toplantı sırasında protestoya başvuranlar da mümkün olduğunca uygar ve barışçı yöntemlerle salondan çıkartılmalıdır.
Sokaklarında, toplantı salonlarında gençlerin dövüldüğü bir ülke görüntüsünü bugünün Türkiyesi hak etmiyor. Birkaç kişinin yanlış davranışı bütün bir Emniyet camiasına mal edilince, bu konularda hassas polisler de suçlanmış oluyor.
İstanbul bir bakıma şanslı, çünkü işbaşında ülkemizin en deneyimli yönetici kadrosu bulunuyor. Garip olan da, böyle bir kadroya rağmen göstericilerin giderek sertleşen bir mukabeleyle karşılaşmaları... Mutlaka bir gerekçesi vardır, ancak hiçbir gerekçe bu görüntülerin olumsuz etkisini gidermeye yetmiyor. Mazeret ve gerekçe üretmek yerine, her geçen gün biraz daha ustalaşan kitle eylemcileri ve göstericilere karşı aynı ustalıkta müdahalede bulunmanın yollarını öğrenmeye bakmalı. Kimseyi yaralamadan, sakatlamadan, dövmeden...
Demokrasi övünülesi bir özelliktir ülkeler için, ancak kolay bir sistem olduğu da söylenemez. Yine de demokrasilerde her zorluğu aşmanın bir yolu vardır, yeter ki istensin...