İngiltere liginde –Premier League– dün bir takım –Liverpool– rakibini –Bournemouth– tam dokuz golle yendi.
Yenilen takımın teknik direktörü her golden sonra mutlaka tırnaklarını yemiştir.
Peki ya yenen takımın antrenörünün ruh hali nasıldır?
Jurgen Klopp maçtan sonra, “Saygısızlık olur diye duramazdık” diyerek o soruya kendileri açısından cevap vermiş oldu.
Manuel Pellegrini’nin, yıllar önce, Manchester City direktörüyken, yine böyle bol gollü bir maçta, ardı ardına dört gol atan takımın golcüsü Sergio Agüero’yu, maçın bitmesine bayağı bir süre varken, kenara çektiğini hatırlıyorum.
Rakibi fazla hırpalamamak gerektiği düşüncesiyle…
Bol gollü maçı, dün, adı ne zaman geçse hep ’suç örgütü lideri’ olduğu hatırlatılan Sedat Peker’in son mesaj yağmurunu aklımda tutarak izledim.
Anladığım kadarıyla, dur durak bilmiyor Sedat Peker; zaten kendisi de kızgınlığının sınırsız olduğunu saklamıyor. Yalnız kendisinin değil, ailesinin küçüklü-büyüklü bütün fertlerinin hayatlarını bu savaşta feda edebileceğini yazmış.
O kızgınlıkla, siyasi hayatın içerisinden, bürokrasiden, iş dünyasından isimlerin karıştığı çoğu yasalara göre ‘suç’ teşkil eden işleri faş etmekle meşgul.
Sosyal medyayı bu amaçla kullanıyor ve mesajlarına kendince kanıtlar eklemeyi de ihmal etmiyor.
Her mesajını, ertesi gün yapacağı yeni açıklamalar için merakları zirveye çıkartacak tarzda cümlelerle bitiriyor.
[‘Cliffhanger’ deniliyor buna dizi-senaryo alanında. Dizinin bir sonraki bölümünü de izletmek için o bölümün meraklı bir biçimde bitirilmesi yöntemi. Eskiden, Murat Sertoğlu Tercüman gazetesinde dizi halinde pehlivan hikayeleri yazar ve dizinin her bölümünü andığım yöntemle bitirirdi. Meraklarını yenemeyip dizinin yeni bölümünü herkesten önce okuyabilmek için, ertesi gün bayilerde satışa sunulacak gazeteyi erkenden alma çabasına giren okurlar, geceleri Tercüman matbaası önünde kuyruklar oluştururdu.]
Aslında gazetecilik mesleği tam da bu amaç için var. Doğruları söylemek yanında, yanlışları sergilemek de gazetecilerin görevi.
O görev hep yerine getirilmiştir.
Yanlış işler yapanlar haklarında yayınlar başladığında feleklerini şaşırırlardı.
Çok değil, beş-on yıl öncesine kadar yaşanırdı bu tür olaylar.
Siyasiler haklarında çıkan haberleri ciddiye alır, yanlış yaptıklarında özür diler, yanlışlarının vahameti fazlaysa siyasi bedelini ödemeleri gerekeceğini bilirlerdi.
Haklarında çıkan haberler veya yazılar sonucu istifa etmek zorunda kalmış ve siyasi hayatı bu yüzden kararmış bizde de başka ülkelerde de pek çok siyasetçi vardır.
Bir zamanlar ‘araştırmacı gazetecilik’ diye bir mesleki ilgi alanı vardı ve bu alanın isimleri özel ilgi görürdü.
Vaktiyle gazetelerin yanlışlıkları bulup ortaya çıkartmaları için istihdam ettiği gazetecilerden oluşan haber birimleri vardı; o birimlerde çalışan gazeteciler gündem belirleyecek haberi gerçek boyutlarıyla ilk kendilerinin ortaya çıkarabilmesi için birbirleriyle rekabet içerisinde bulunurlardı.
Yerli-yabancı istihbarat örgütlerinin sağladıkları bilgi ve belgeleri haberleştiren veya sütunlarında kullanan kişiler bilinir ve onlara fazla itibar edilmezdi.
İstihbarat örgütlerinin gazete ve gazetecileri yanıltabilecekleri düşünülürdü de ondan…
[Nitekim, vaktiyle Hürriyet’in magazin gazetesi ‘Hafta Sonu’nu yönetmiş ve orada bazı yanlış alışkanlıklar kazanmış bir meslektaş, ana gazetenin başına getirildiğinde, istihbarat örgütü tarafından sağlanmış bir fotoğrafı dokuz sütuna manşet vermiş, yeni gibi sunulan fotoğrafın hayli eski, fotoğraftakilerin bir bölümünün de ölmüş olduğu sonradan ortaya çıktığında mahçup olmuştu. Gazete yönetmeni, bunun üzerine, istihbarat örgütlerinin ‘büyük kardeşe büyük, küçük kardeşe küçük pay’ usulüyle çalıştığını açık eden bir yazıyla özür dilemek zorunda kalmıştı.]
Mağdur edilen veya mağdur edildiğine inanan her meslekten kişiler, kendilerine güveniyorlarsa, haklarını savunacak gazetecilerin peşine düşerlerdi.
Farkındasınız, cümlelerim ‘dili geçmiş zaman’ kipinde.
Günümüzde o işi mesleği gazetecilik olmayan biri/leri üstlenmiş görünüyor.
Son bir yıldır, gündemi meşgul eden konuların büyük bölümü, gazeteci kimliği bulunmayan/ların eseri. ‘Muhalif medya’ diye anılan gazeteler ve TV kanallarında çalışanlar, meslek dışı kişi/lerin ele aldığı veya tanıklık ettiğini söylediği olayları sosyal medyadan öğrenip haber olarak veya yazıya dökerek gazetelerinde kullanıyor, ekranlarda işliyorlar. Olaylar hep arkadan takip ediliyor.
‘Merkez medya’ diye anılan gazeteler ve TV kanalları o kadarını da yapmıyor. Onlarda gazetecilik adına bir hayat eseri görebiliyor musunuz?
Bazı gazeteler ve TV kanalları ortaya atılan ve toplumun merakını çeken gündem konularından uzak durma gayreti içerisindeler.
İddiaları sizin-benim gibi yakından takip ediyor, kendi aralarında mutlaka konuşuyorlar, ancak sıra herkesin merak ettiği güncel konularda kalem oynatmaya veya laf üretmeye gelince, kalemleri yazmıyor, dilleri tutuluyor.
Arka arkaya goller böyle yeniyor.
Bir gol, bir gol daha… Yedikleri her golden sonra, açıklama yağmurunun dinmesini beklemekten başka bir şey yapmıyorlar.
Pellegrini takımının golcüsünü oyundan alarak gollerin önünü kesmeyi yeğlemişti; Klopp ise gol yağmurunu durdurmanın rakip takıma karşı saygısızlık olacağını düşünerek oyuncularını serbest bıraktı.
Bir ara bizde de mesajlar kesilmişti, sonra yeniden başladı.
Sedat Peker, son mesajında, “Gülşen’i tutuklatarak açıklamalarımı perdelemek istediler, Pazartesi günü onu serbest bıraktırarak dikkatleri daha sonraki açıklamalarımdan uzaklaştırmaya çalışacaklar” iddiasını ortaya attı.
Pazartesi, yani yarın.
O bunu söyledi diye Gülşen serbest bırakılmayabilir mi?
Nasıl bir ülke olduk yahu?