Fehmi Koru*
Fenerbahçe’nin durumunu izlerken nedense gözümün önüne Türkiye ve siyasi hayatımız geliyor.
Şampiyonluğa alışmış bir takım Fenerbahçe (FB), ancak son yıllarda zirveye uzaktan bakıyor. Bu yıl acayip paralar dökülerek önemli transferler yapıldı, taraftar “Şampiyonluk çantada keklik” havasına erken girdi, işler yine beklendiği gibi gitmiyor.
Kulübün başında ülkemizin en büyük sanayi kuruluşunun patronlarından biri var; takımın kötü gidişi onun için şahsi itibar meselesi. Ali Koç bu yıl da takıma şampiyonluk yaşatamazsa taraftar gözünde kaybedeceğinin bilincinde.
Başa geldiği ilk günden bu yana olağanüstü çaba gösterdi, ancak aldığı her karar sahaya yanlış olarak yansıdı. Sorumluluğun üzerine yıkılabileceği başka bir kişi yok FB’de.
Nasıl, futbolda çizdiğim tablo, korona virüsü ile mücadelede geriye düşüşlerin yaşandığı, ekonomide alınan kararların varılmak istenen hedefin tam tersi bir ekonomik tabloya yol açtığı ülkemizin durumunu andırmıyor mu?
Karar kadar zamanlaması da doğru olmalı
Ali Koç ‘suçlu’ görülen teknik yönetmen Erol Bulut’la takımın yolunu ayırdı. Yerine, bir yıl önceye kadar takımın kaptanı olarak sahalarda koşan Emre Belözoğlu’nu getirdi.
Değiş-tokuş yapıldığında dudağıma yerleşen sözcük “Eyvah” oldu. Hem de o sözcüğü birkaç kez tekrarladım.
FB’nin hiç iyi gitmeyen durumunda birden fazla sebep olduğu muhakkak. Ancak, sahaya yansıyan olumsuzluğu tek başına teknik yönetmene yüklemek doğru değildi; ilk “Eyvah” bu yanlış yaklaşım sebebiyleydi.
İkinci “Eyvah” ise, gidenin yerine getirilen Emre Belözoğlu için ağzımdan çıktı.
Emre Belözoğlu başka takımlarda top koşturduğu yıllarda bile gönlü FB’de olan bir spor delisi. Fener’e delicesine aşık. Kısa süre öncesine kadar takımda oynaması da kötü değil, iyi bir şey; genç oluşu çoğu kendisine yakın yaşlarda olan oyuncularla daha kolay anlaşmasını getirebilir. Takıma aşık, genç ve hırslı birinin teknik sorumluluğu üstlenmesine kim itiraz edebilir?
Herhalde kimse etmez.
“O da takımın talihini değiştiremezse ne olacak?” düşüncesi bir Fenerli olarak yine de beni endişelendiriyor.
Takımın başında çıktığı ilk maç, rakip ligde son sırada yer aldığı halde, zar zor alındı; ama kaybedilebilirdi de. Önceki gün oynanan ikinci maç ise kazanılamadı. Maç 1-1 berabere bitti.
Eyvah ki, ne eyvah…
Her Fenerli “Şampiyonluk bu yıl da gitti galiba” endişesinde.
Futbol ve siyaset ilişkisi
Aslında Fenerbahçe’den ve Ali Koç ile Emre Belözoğlu’ndan ve gönderilen Erol Bulut‘tan söz ediyorum, ancak siz FB’nin yerine Türkiye’yi, diğer isimlerin yerine de siyasi hayattan uygun isimleri yerleştirip ülkenin durumu üzerinde derin düşüncelere dalabilirsiniz.
Öyle yapacağınıza, muhalefetin durumunu öne alan bir düşünceye dalmanızı tercih ederim.
Demokrasilerde iktidara seçimle geliniyor ve seçimle gidiliyor. Halkın başarı gösterdiğini gördüğü iktidarlar uzan süreyle yerlerini koruyabiliyorlar. Halk, daha başarılı olacağına inandığı bir başka kadro varsa, başarısız gördüğü iktidarları yerinden etmekte herhangi bir beis görmüyor.
Eskiden beri dillere pelesenk olmuş “Demokrasilerde çare tükenmez” deyişi var ya, işte onunla murat edilen budur: Başarılı olamayan gider, onun yerini başarılı olacağına inanılan alır.
2002 yılında öyle olmadı mı? İktidarda DSP-ANAP-MHP iktidarı vardı; erkene alınan seçimde halk yalnız AK Parti’yi iktidara taşımadı, aynı zamanda iktidarın her üç ortağını sandığa gömdü de…
İlk seçimde mi olur, yoksa 2053’te mi, bilemem, ancak bir gün şimdiki iktidarın da yerini farklı bir kadroya bırakacağını biliyorum. Hiçbir iktidar sonsuza kadar yerinde kalamıyor çünkü.
İktidara gelmek isteyenlerin, her şeyden önce, oylarıyla iktidarı belirleyen halka yalnızca yönetimdeki kadronun başarısızlığını anlatmakla yetinmeyip, ülkeyi daha iyi yönetecekleri konusunda halkı ikna etmeleri de gerekiyor.
Sorun şu soruda yatıyor: İktidar cephesinin temel bazı alanlarda sürekli sergilediği yanlışlıkları vurgulamakta ve başarısızlığı anlatmakta şimdilerde fazla zorlanmamaya başladığı görülen muhalefet cephesi, AK Parti iktidardan gittiğinde ülkenin durumunun daha iyi olacağı konusunda halka yeterince güven verebiliyor mu?
AK Parti 2002’de halka bu güveni verebildiği, kendi kadrosunun ülkeyi ileriye götürebileceğine insanları ikna edebildiği için iktidara gelebilmişti.
Sonrasında yapılan her seçimde “Muhalefete oy verip onları iktidar yaparsanız işler kötüye gider” mesajını iletebildiğinden yerini kaybetmedi. 7 Haziran 2015 seçimi hariç.
Muhalefet cephesi ‘7 Haziran 2015 – 1 Kasım 2015’ seçimlerinin röntgenini çekerek bu tezimi test edebilir.
7 Haziran seçiminde oyu yüzde 40’a düşmüş ve bu yüzden Meclis çoğunluğunu yitirmişti AK Parti; beş ay sonra yapılan 1 Kasım seçiminde ise kaybettiklerinin üzerine ekleyerek iktidarını pekiştirmeyi başarabildi.
Ne oldu da güveni kaybetti iktidar, arada ne oldu da kaçanlar tekrar AK Parti çatısı altına koştular?
Siyasetin hakemi
Fenerbahçe’de de benzer bir sorun yaşanıyor.
Oysa sahada Ali Koç yok, Emre Belözoğlu da oyuncu değil artık, kendisi gol atarak takımı galibiyete taşıyamaz. Sahada 11 oyuncu, kenarda yedekler var ve maçın sonucunu belirleyen de onlar…
Bir dizi yanlış karar takımı bugünkü duruma getirdi. Teknik sorumluluğu üstleneceği güne tam hazır hale gelmeden Emre Belözoğlu’na görev verilmesi, bu karar da bu yıl şampiyonluğu kazandırmazsa, elde seçenek bırakmıyor.
Futbol bile fazla hata kaldırmıyor; umarım Emre takıma ruh aşılamayı becerir ve FB taraftarına bu yıl şampiyonluk yaşatır.
Siyaset ise büyük hataların hiç affedilmediği bir alan. Siyaset alanında yer alanların oyunu mümkün olduğu kadar az hatalı oynaması şart.
Futbolda yöneticiler sahada kaybedince hakemleri suçlayarak sonuç alabileceklerini sanıyorlar; oysa skoru hakem değil oyuncuların performansı belirliyor. Hakeme rağmen de maç kazanılır.
Hakem siyasette halktır, bu da unutulmamalı. Halkı suçlayarak bir yere varılmaz.