Fehmi Koru*
TL her gün bir gün önceki tarihi rekorunu kırıp dolar karşısında ‘1 dolar = 10 TL’ uğursuz denklemine doğru yol alırken, resmi enflasyon da yüzde 20’ye tırmanmışken, 10 Batı ülkesiyle kavgalı hale gelmemizi talihsizlik sayıyorum.
ABD, Almanya, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın büyükelçileri “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına uyulmalı, Osman Kavala serbest bırakılmalı” talebini içeren bir bildiriye imza attıkları için Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp azarlandılar, hükümetin ve AK Parti’nin ileri gelenleri de onlara hadlerini bildiren açıklamalar yaptı.
“Ne yani, tepki verilmese miydi?” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Bu girişimi gerçekten densizlik ve haddini bilmezlik sayıyorsak, konunun ahlaki boyutuyla ilgili değerlendirme iç ve dış kamuoylarına bırakılarak sorun diplomatik bir çatışma haline dönüştürülmeseydi daha akıllıca davranılmış olurdu.
Tepkisel açıklamaların hepsinde yer alan ‘dış mihraklar’ vurgusu ile verilen tepki arasında bir çelişki var.
Tahlil şu önermeye dayanıyor: ’Dış mihraklar’ AK Parti’den ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan rahatsız. Joe Biden henüz ABD’de başkanlık adayı iken New York Times gazetesi yazarlarıyla buluşmasında bu rahatsızlığın ortadan kaldırılması için gayret edeceği sözünü vermişti.
Tepki bildirisinin altında Biden’in başkanı olduğu ABD’nin Ankara büyükelçisinin de imzası bulunuyor.
O zaman?
Bu bildiri muhtemelen Biden ve benzerlerinin çoktandır dışa da vuran rahatsızlığının ürünü olabilir.
Sanıyorum tepki verenlerin açıklamalarına sızan hislerde bu tür bir tahlilin payı büyük.
Devletler de oyun kurar
Tepki karşı tarafın oyun planı içerisinde mutlaka yer alıyordur. 10 ülkenin imzaladığı bildiri, çekeceği tepkiler göze alınarak, beklenerek, hatta yapılması için dua bile edilerek hazırlanmışsa hiç şaşırmam.
İçinde ‘hadsiz’ sözcüğünün mutlaka geçtiği tepki açıklamaları, 10 büyükelçinin sessizlikle karşılansa hiçbir etki uyandırmayacak bildirilerinin bütün dünya medyasında kısa-geniş yer almasını sağlamış oldu.
En önemlisi de, tepkili açıklamalarda yer alan “Türkiye’de yargı bağımsızdır” cümlesi yüzünden, konuyu haberleştiren yabancı medyaya, ülkemizin adalet-yargı sisteminin Batı kamuoylarına ters gelebilecek uygulamalarını birbiri ardına sıralama fırsatı verdi.
Rahip Branson olayı mutlaka hatırlatıldı.
KHK’lılar, hapisteki gazeteciler ve cezaevlerinin yoğunluğu konuları da.
Peki verilen tepki herhangi bir olumlu sonuç doğurdu mu?
Bakanlığa çağrılarak duyulan rahatsızlık yüzlerine de ifade edilen yabancı büyükelçiler, kendilerine verilen tepkiden sonra yaptıkları yanlışlığı kabul edip bildiriden imzalarını çektiler mi?
İmzacı büyükelçilerin ülke başkentlerinden herhangi bir özür beyanı geldi mi?
Herhalde “Keşke bildiri daha farklı bir yaklaşımla ele alınsaydı” görüşümün sebebi anlaşılmıştır.
‘Dış mihraklar’ diye anılan AK Parti’den ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan hoşlanmayan bir ülkeler grubu varsa, yukarıdaki tahlili yapanların onların oyun planına uygun davranmamasını beklerdim.
Ya ağızlardan ‘dış mihraklar’ suçlaması düşmediği halde böyle bir ülkeler grubunun varlığına inanılmıyor veya en azından grubun varlığı abartılıyor ya da onlarla nasıl başa çıkılabileceği konusuna önem verilmiyor.
‘Dış mihraklar’ varsa onların oyun planına uyacak davranıştan kaçınılmalıydı.
İlk tepki yanlıştı, hiç değilse aynı oyun planı içerisinde bulunan daha başka neler varsa bundan sonra onların boşa çıkartılmasında daha akıllıca davranılmalı.
Bildiride imzası bulunan büyükelçilerin ülkeleri kendilerine verilen tepkileri dert edebilir, onları uluslarına hakaret olarak değerlendirip rahatsızlığı bir adım daha ileriye taşımayı deneyebilirler.
Herhalde o ülkelerin başkentlerindeki Türkiye’nin büyükelçilerini kendi dışişleri bakanlıklarına çağırmazlar…
Karşılık vermeyi o noktada bırakır ve daha ileriye gitmezler mi?
Çoğu AB üyesi imzacı ülkelerin, birkaçı NATO’da müttefikimiz; üyesi oldukları uluslararası kuruluşları Türkiye’nin keyfini kaçıracak tavır almaya sevk etmek için ekstra bir çaba göstermezler sanırım.
Avrupa’dan dışlanmak mı?
Türkiye’nin kurucu üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi bildiricilerin bildirilerine yansıyan konuyu kısa süre önce görüştü ve benzer bir metni kabul etti. İstenen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmasını denetleme görevinin sahibi Bakanlar Komitesi’nin duruma el koyması, Türkiye AİHM kararlarını uygulamamakta -yani Osman Kavala’yı serbest bırakmamakta- ısrar ederse, ‘ihlal prosedürü’ başlatması…
Evet, komite daha önce tam beş kez bu yolda Türkiye’yi uyardı ama herhangi bir yaptırıma gitmedi; bu altıncı uyarı ve bu da işlevsiz kalabilir.
Yoksa 10 büyükelçi bildirisi önceki beş karardan farklı bir gelişmenin öncüsü mü?
AK Parti öyle bir sürecin başlamasını ve Avrupa Konseyi’nin kapısı dışında kalmayı herhalde istemez.
[Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ‘ihlal prosedürü’nü bir kez kullandı, onu da Azerbaycan’a karşı kullandı. Süreç 2010 yılında başladı, 2020 yılına kadar sürdü.]
Türkiye Azerbaycan değil; muhtemel karar ülkemizi farklı etkileyecektir.
Kararın etkisi en fazla ekonomi üzerinde hissedilir.
Bu konuyu değerlendirirken olumsuz beklentilere kendimi kaptırdığımın ben de farkındayım; ancak ne yapayım, beni buna, bildiriye verilen tepkilerde koro halinde ‘dış mihrak’ deyimi ve türevlerinin kullanılması sevk etti.
Umarım, olay, bildiri ve ona verilen tepkiyle sınırlı kalır, daha ileriye götürülmez.
Daha da güzeli, yargıyı vakit kaybetmeden uluslararası standartlara kavuşturacak, hakim teminatını garanti altına alacak yasal değişikliklerle donatarak ülkemizi ‘dış mihraklar’ oyuncağı olmaktan uzaklaştırmaktır.
Bana göre ‘dış mihraklara pabuç bırakmamak’ esas böyle sağlanır.