*Fehmi Koru
KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı dün Türkiye’deydi.
Hem Kıbrıs konusunu üst düzeyde görüşmek için… Hem de FETÖ konusunda Kıbrıs’ın da hassas olduğunu iletmek için…
Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüştü Akıncı…
Özellikle Erdoğan görüşmesi sonrasında karşılarına çıktığında basın mensuplarına söyleyeceklerini geç saatlere kadar merakla bekledim.
Evet, öğleyin Meclis ziyareti sonrasında ağzından işittiğim sözleri yine tekrarladı.
“Kıbrıs” dedi, “Bir demokratik hukuk devletidir; bilgi, belge ve istihbarat iletilirse gereği yerine getirilir; ancak böyle ortamlarda hep yaşandığı üzere araya gammazların girdiğini ve suçsuz-günahsız insanların lekelenmeye çalışıldığını da unutmayalım. Kurunun yanında yaş da yanmamalı.”
Namık Kemal Magosa’da yaşarken, “Kıbrıs’ın dedikodusuyla sivri sineğri meşhurdur” diye yazdığını da bu vesileyle öğrendik.
Demokratik hukuk devleti ilkeleri
Önemli olan, ‘demokratik hukuk devleti’ iddiasına sahip ülkelerin terör dahil tehdit ve tehlikelerle nasıl baş edeceğidir.
Elbette, 250 kadar insanımızın şehit olduğu bir uğursuz olaya bizim verdiğimiz tepki başkalarından farklı olacak. Ölen bizim insanlarımız… Üzerine bomba yağdırılan TBMM bizim Meclis’imiz… Devrilmek istenen hükümet bizim seçtiğimiz iktidar…
O sebeple, ABD’den, AB ülkelerinden gelen “Hani kanıt?” türü yaklaşımlara hepimiz kızıyor ve kimimiz içinden kimimiz kamuoyuyla da paylaşarak, “Ne kanıtı be, işte darbe girişimi, işte şehitler, işte üzerine bombalar yağdırılan mekânlar; daha ne kanıtı arıyorsun” diye homurdanıyoruz.
Mustafa Akıncı o anlamda ‘yabancı’ sayılmaz. Eminim, 15 Temmuz gecesi yaşananlara, onun tepkisi de, biz verdiğimizden hiç farklı olmamıştır.
Bu sebeple, ‘kurunun yanında yaşın da yanmaması’ ve ‘demokratik hukuk devleti’ ilkelerinden sapılmaması tavsiyesi yerindedir.
Yerindedir, çünkü ‘terörle mücadele’ pek çok ülkeyi kuruluş felsefesinden sapmayla ve sonraları özüne dönme noktasına gelindiğinde büyük sıkıntılar yaşanmasına yol açmıştır.
Bir eşin feryadı
Anadolu Ajansı 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görevden alınan devlet memurlarının listesini yayımladı. Yalnız abonesi olan medya kuruluşlarıyla da yetinmedi, internet sitesine girenlerle ve ‘Twitter’ hesabından ulaştığı yüzbinlerle de paylaştı o listeyi.
Onbinlerce isme göz gezdirirken, bir gün önce bir tanıdık vasıtasıyla elime ulaştırılan bir mesajı hatırladım.
Mesajı sizlerle de paylaşacağım.
Gerçek bir mesaj bu; mesajda başına gelenin ayrıntılarını veren kadın ile eşinin adlarını, görev yerlerini ve geçmişleriyle ilgili bazı ayrıntıları –yaşadıkları travma eş-dost çevreleri dışında da bilinmesin diye– ben gizledim.
“Tıp Fakültesinden binbir zorluklarla mezun oldum. Başörtülüydüm ve 28 Şubatçılar bizi bir anda terörist ilân etmiş, gencecik, tek amacı doktor olup vatana millete hizmet etme aşkında olan bizleri türlü çeşitli zulümlere maruz bırakmıştı. Uyarı, kınama ve uzaklaştırma derken, son sınıfta olduğumdan okulu bitirebilmek nasip olmuştu.
“Uzmanlık sınavını kazandım; başörtülü olduğumdan, gittiğim hastanede çekmediğim çile kalmadı. Baktım yaşanacak gibi değil, tekrar TUS’a girdim. Bu defa kadın hastalıkları bölümünü kazandım.
“Başörtülüyüm diye yine her türlü aşağılanma ve hor görülmeyi yaşadım. Bütün asistanlar 4 yılda, bir tek ben hoca imzalamadığı için, ihtisası 5 yılda bitirebildim. Tek sebep başörtülü olmamdı (hastane içinde örtülü çalışamamama rağmen).
“Neyse. Hamile kalınca doğum iznine ayrıldım. Yavrum şu anda 1 yaşında ve ben ücretsiz izindeyim. Eşimin tek maaşıyla idare etmeye çalışıyorduk. Eşim çalışma arkadaşlarının pırlanta olarak isimlendirdikleri bir karakter. Derken bu illet darbe oldu. hepimiz bir kâbus yaşadık. Sanıyorum BankAsya’da çok ufak bir hesabımız var diye, ki önemli kısmını zaten çekmiştik, eşimi açığa aldılar.
“Şok olduk, 16 yıl sonra, bu sefer kendi elimizle seçtiğimiz ve güvendiğimiz hükümetimiz tarafından…”
Mesajın devamı da var ve gönlü kırık bir kadının feryadı olduğu için hayli dokunaklı. Şu günlerde hassasiyeti artırmaya gerek yok.
Gerekli olan sağduyuyu elden bırakmamak…
“14 Ağustos değil, 15 Ağustos önemli”
Hafta başında bir dostumla konuşurken, “Herkes ne hikmetse 14 Ağustos’a kilitlendi, oysa esas patlama yarın, 15 Ağustos’ta” uyarısıyla karşılaştım.
Neden 15 Ağustos?
“Devlet memurları son maaşlarını 15 Temmuz’da almışlardı; görevden alınan 50 bine yakın insan yarın maaşlarını çekemeyecekler de ondan…”
Maaş çekmek bir yana, Temmuz ayı maaşlarının yarısı da kendilerinden geri istendi.
50 bine yakın memur… Herbiri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavsiyesine uyup 3 çocuk sahibi olmuşsa, evde en azından 5 boğaz var demek… Biz buna 4 diyelim. 50 bin çarpı 4 ne yapıyor? Evet, 200 bin kişi…
Ev kirası… Kredi kartı borcu… Krediyle ev veya araba almışlarsa taksidi…
Peki ne yapacak bu insanlar?
Ne yapacak bana o mesajı ileten doktor hanımla eşi ve çocukları?
Devlet izniyle faaliyete geçmiş, kapılarını açtığı gün için düzenlenen törende bugün devleti yönetenlerin de kurdela kestiği bir finans kurumunun müşterileri, bugünün farklı ortamında,‘terörist’ ilân edilirse, kurunun yanında yaşlar da yanmaz mı?
Hani, “Bizim insanlarımız o yola sapmaz” demeyelim, çaresiz kalan insanlar alınan tedbirlerin amaçladığından tam ters istikametlere bile savrulabilir.
Şimdilerde cevabını en fazla merak ettiğim soru şu: “Devleti yöneten kadro siyaset yaparken binlerce –hatta onbinlerce– insanla karşılaşmış, tanışmış olmalı… 15 Temmuz sonrasında alınan tedbirler yüzünden kendilerini ‘mağdur’ sayan insanlar dert ve şikâyetlerini bana bile ulaştırabildiğine göre, onlara dert ve şikâyet yağmur gibi yağıyor olmalı… Ne yapıyorlardır acaba”
Mehmet Akif, böyle durumlarda “Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa idi” diyor…
Ben de bu günlerde öyle diyorum.
Dert ve şikâyetlere maruz kalan siyasiler ne diyor acaba?
KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Ankara’ya kadar gelerek kameralar karşısında gün boyu birkaç kez yaptığı ‘demokratik hukuk devleti ilkeleri’ hatırlatması yerinde.