Fehmi Koru*
Ahmet Sever AK Parti’nin iktidar yıllarını en yakın noktadan izleyenlerdendir. Abdullah Gülkendisini Brüksel ve Strazburg’taki gazeteciliği sırasında tanımış, başbakan olduğunda birlikte çalışmayı teklif etmiş, dışişleri bakanlığı ve cumhurbaşkanlığı günlerinde de yanında tutmuştu.
İki kitap yazdı o dönemle ilgili Ahmet Sever; ilki (Abdullah Gül’le 12 Yıl) bayağı ses getirdi; yenisi ise (İçimde Kalmasın: Tanıklığımdır) daha ilginç tespit ve anekdotlar taşıdığı halde sessizlikle karşılandı.
Kitapta yer alan bir İngiliz gazetecinin bir AK Parti yetkilisine atfen yazdıklarının aktarılması medyamızda biraz gürültü kopardı, ama o kadar…
Sever ikinci kitabının kasti olarak ilgisizliğe mahkum edildiği kanaatini bir yazıyla ifade etti.
Obama ve dünya liderleri
Ben Rhodes da ABD’de Barack Obama yıllarının yakın tanığıydı. Obama‘nın ulusal güvenlik danışmanı yardımcısı sıfatıyla yanından ayırmadığı, önemli konuşmalarını (mesela Kahire’deki o meşhur ‘İslam’ konuşmasını) kaleme alan kişi oydu. “Obama’nın görüşleri nerede bitiyor, benimkiler nerede başlıyor, ben de karıştırıyorum” demekte Rhodes…
O da sonunda dayanamadı ve geçtiğimiz hafta ‘Olduğu Gibi Dünya: Obama Beyaz Sarayı’ndan Anılar’ (The World as It Is: A Memoir of the Obama White House) adını taşıyan bir kitapla kamuoyu karşısına çıktı.
Kitabın hemen başında, Ben Rhodes, Obama‘nın Avrupa’ya yaptığı son geziyi anlatıyor. Donald Trump başkan seçilmiş, ancak henüz göreve başlamıştır. Atina’ya gelirler, oradan da Berlin’e geçerler. Angela Merkel için, “Obama’nın dünyadaki birkaç siyasi ortağı arasında en fazla yakınlık duyduğu lider” diyor.
Endişeliymiş Merkel, “Artık yeter” deyip köşesine çekilecekken, İngiltere’nin AB’den çıkma kararı (Brexit), ABD’nin de Trump‘ı seçmesi üzerine fikrini değiştirdiğini üç saatlik Merkelgörümesi sonrasında Obama danışmanlarıyla paylaşır.
Ayrılırlarken, başını da sallayarak, “Angela, ne kadar da yapayalnız” demiş Obama.
Vaktiyle, Obama‘nın “Kendimi en yakın hissettiğim liderlerden” dediği Tayyip Erdoğan‘la ilişkileri ve tabii Türkiye konusunda Rhodes neler anlatıyor merakıyla kitabı didikledim.
Yıl 2011’dir. Aylardan ise Eylül. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için dünya liderleri New York’tadır. Obama ve ABD heyeti Waldorf Astoria Oteli‘nde kalmaktadır. Obama ile Erdoğanikili görüşme yaparlar.
Rhodes, “Biraz zaman almış olsa bile Erdoğan ile yakın çalışma ilişkisi kurmuştu Obama. Erdoğan konuları münazaraya tabi tutmayı seviyordu” diyor. O buluşmada, Erdoğan ABD başkanına, bir yıl önce yine aynı genel kurulda yaptığı, Filistin Devleti’ni BM’ye davet eden konuşmasını hatırlatır.
Obama‘nın bir yıl içerisinde konuya yaklaşımı değişmiş, Ortadoğu’da barışın ve Filistin Devleti’nin ancak İsrail ile görüşüp müzakere edilerek gerçekleşebileceğini savunmaya başlamıştır. Erdoğan‘a, “Güney Sudan’a bak, dünyanın bu en yeni ülkesinin oluşabilmesi için uzun yıllar geçmesi ve kapsamlı görüşmeler yapılması gerekti” demiş.
“Erdoğan, hemen, ‘Kuzey’e yaptırımlar konulması da gerekti’ cümlesiyle karşılık verdi” diyor Rhodes. Erdoğan‘ın, “Ne yani, İsrail’e de yaptırımlar konmasını mı teklif ediyorsun?” çıkışını yaptığını, Obama‘nın Netanyahu‘yu barışa ikna edemediğini de öğreniyoruz.
O yıl BM genel kurulunda yaptığı konuşmada Obama tamamen İsrail’in tezlerini savunur. Ben Rhodes ile konuşma metni üzerinden geçerken, Ortadoğu bölümüne gelindiğinde, Obama’nın ağzından şu cümle dökülür: “Erdoğan’ın karşı görüşler ileri sürmesi yok mu, işte bundan nefret ediyorum…” (s. 124).
Obama Türkiye’de
Obama ilk gezilerinden birinde Türkiye’ye de uğrar (Eylül 2009). TBMM’de bir konuşma yapar. Metni Rhodes ile birlikte hazırlarlar. Ele alacağı konuların en dikenlisi 1915 olaylarıdır. Obamaseçim kampanyası sırasında Ermeni tezlerini savunmuş ve seçilirse ‘soykırım’ deme sözü vermiştir. BM’ye büyükelçi atadığı Samantha Power da o yolda baskısını sürdürmektedir. TBMM’de konuşurken o sözünü yerine getirecek midir Obama?
“Parlamentolarında konuşurken bunu yapacağımı sanmıyorum” der Rhodes‘a; o da “Bunu daha sonra, Nisan ayında yapabilirsin” der Obama‘ya.
Vazgeçilir.
Bir başka dikenli konu dini ve etnik azınlıklara muameleye dair söyleyecekleridir. “En iyisi”der Obama, “Konuyu kendimizden örnek vererek anlatmak. Biz de bu konuda günahsız değiliz çünkü. Kızılderililere ne oldu veya siyahilere? Bu tür sorunların üstesinden gelmenin en kestirme yolunun demokrasi olduğunu vurgulayalım” der…
O konu, Rhodes‘in kaleme aldığı konuşma metnine şöyle yansır: “Bunu, bir süre öncesine kadar bırakın ABD başkanı olmayı, benim gibi birine oy kullanmayı bile çok görmüş olan bir ülkenin başkanı olarak söylüyorum; Ancak işte bu değişebilme özelliğidir ki, ülkeleri zenginleştiriyor…”
ABD’ye döndüklerinde gezi sırasında Obama‘nın yaptığı konuşma kendisine saldırı kapısını aralar. “Obama ABD’nin farklı olduğuna inanmıyor, yurtsever de değil, bizlere benzemiyor, Müslüman bile olabilir” lafları Kongre’de ve Fox-TV ekranlarında yankılanır. “Ben de” der Ben Rhodes, “Obama’nın özür dileme turunun ortak yazarı olarak yaftalandım.” (s. 43-44).
Devleti yönetenlere yakın duranların yazdıkları ilgiyle okunuyor.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.