Fehmi Koru*
Bugünkü yazıda, zamanında yapıldığı takdirde bile ufukta görünür hale gelen ancak yaygın bekleyişe göre tarihinin erkene alınma ihtimali de bulunan seçimle ilgili aklıma takılan bazı mülahazaları dikkatlere sunacağım.
Önce cevabını önemsediğim bir sorum olacak:
Acaba ülkemizde ‘cumhurbaşkanı adayı’ olarak ismi ortaya atıldığında toplumun bütününün -evet kahir ekseriyeti de değil, bütününün- hiç itiraz etmeyeceği bir kişi bulunabilir mi?
Tek bir kişi?
Aslında yukarıdaki soru başka ülkeler insanları için de sorulabilir.
Başka ülkeler için de kendi ülkemiz için de sorulduğunda durum değişmiyor. Bugünün insanları arasındaki görüş farklılıkları ismi ortaya atılan herhangi bir ismi tartışmasız kabul etmeye elverişli değil.
Siyaset zaten böyle bir şey. Birleştirmek ve bütünleştirmek yerine ayrıştırmak ve farklılaştırmak yöntemleri siyasette geçerli.
Gerçek bu olduğuna göre, bundan hareketle benimsenecek tutum şu olabilir: Aday belirlerken onun şahsına veya geçmişine ya da temsil ettiği çizgiye itiraz edenler bulunacağını önceden kabul etmek gerekiyor.
Cumhurbaşkanlığı için adaylık kriterlerinde -iktidar ve muhalefet fark etmez- her kesim en başta ‘seçilebilecek bir isim’ olmasına önem verecektir. Daha doğrusu vermelidir.
İktidarın durumu
MHP’nin sözleri dikkate alınması gereken yetkilileri aylar öncesinden, “Bizim adayımız Tayyip Erdoğan” diye gönüllerinden geçeni açıkladıkları için iktidar cephesinin işi kolay; günü geldiğinde mevcut cumhurbaşkanını aday göstermeye kalkarlarsa bu hiç şaşırtıcı olmaz.
[Anayasanın 101. maddesi cumhurbaşkanının yalnızca iki defa seçilebileceğini öngörüyor; Tayyip Erdoğan 2014 ve 2018 yıllarında olmak üzere iki kez seçildi. Anayasanın bir başka maddesinde (m. 116), “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” istisnası yer aldığı için, Erdoğan’ın yeniden adaylığı ancak seçim tarihinin TBMM tarafından erkene alınmasıyla mümkün olabilir. Aksi halde, zamanında yapılacak bir seçimde Tayyip Erdoğan’ın aday gösterilmek istenmesi ciddi hukuki tartışmalara yol açar. ‘Cumhur İttifakı’nın sonunda bir başka adayla seçime girmesi beklenebilir.]
İktidar cephesini oluşturan AK Parti ve MHP’nin oylarında çoktandır fark edilmekte olan düşüş çıkaracakları adayın seçilme ihtimalinin azlığına işaret ediyor. Hiç değilse durum bugün böyle. Cumhurbaşkanı seçimi için ‘yüzde 50+1’ oy şartı bulunduğunu da unutmayalım. Seçime beş kala, aday ilan edileceği sırada kamuoyu yoklamaları Cumhur İttifakı’nın aday göstereceği kişinin seçilemeyeceğini açık seçik gösterirse, Tayyip Erdoğan’ın kendisi de adaylığı düşünmeyebilir ve iktidar cephesinde de ‘seçilebilecek aday’ arayışı söz konusu olabilir.
Şimdi de muhalefete yakından bakalım
Zor olan muhalefet cephesinin durumu.
Yalnızca altı değişik partinin zaman zaman bir araya gelmekte olan liderlerinin bir isim üzerinde uzlaşmasının güçlüğü yönünden değil, daha çok onların ortak belirleyeceği ismin hemen yanı başlarında bulunanlardan başlayarak itirazlara uğraması ihtimali bakımından da iktidar cephesinin işi kolay değil.
Üç yıl öncesine kadar geçerli olan parlamenter sistemde cumhurbaşkanı seçimi nispeten kolaydı. Meclis makul bir aday ismini seçebilecek çoğunluğa eriştiğinde sorun aşılabiliyordu.
“Nispeten” deyişimin sebebi, bu zahiri kolaylığa rağmen, her cumhurbaşkanlığı seçiminin aday isimlerine itirazlar yüzünden ciddi sıkıntılar yaşatmış olmasıdır. 1980 öncesinde Meclis aylarca yeni cumhurbaşkanı seçememişti. Benzer bir durum AK Parti’nin Abdullah Gül’ü aday gösterdiği, muhalefetin konuyu ‘367’ engeli koysun diye Anayasa Mahkemesi‘ne götürdüğü, ancak seçime gidilerek sorunun üstesinden gelinebildiği 2007 cumhurbaşkanlığı seçiminde de yaşanmadı mı?
Buna rağmen bir dönemin Anayasa Mahkemesi başkanı Ahmet Necdet Sezer, 2000 yılında, Meclis’te yer alan değişik partilerden milletvekillerinin oyuyla seçilebilmişti.
Konuyu ve en başta sorduğum soruyu aklıma getiren, Anayasa Mahkemesi’nin Sezer’den sonraki başkanı Haşim Kılıç’ın muhalefet cephesi tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterilebileceğinin telaffuz edilmesine gelen tepkiler oldu.
Altı liderli masadan biri bile adayı beğenmediğini dışa vurdu.
CHP’ye yakın duran, muhalif medyadan bilinen kişiler de beğenmeyenler korosuna katılmakta gecikmedi.
Ortaya atılan ilk ciddi aday isminin üzerine bir çizik atılmak isteniyor.
İtiraz edenlerin gönlünde farklı birer aslan yattığı belli.
Peki de, onların cumhurbaşkanı görmek istedikleri isim/ler ciddiyetle tartışma gündemine girdiğinde farklı yerlerden o adaylara da itirazlar gelmeyecek mi?
Kemal Kılıçdaroğlu’na?
Meral Akşener’e?
Gültekin Uysal’a?
Temel Karamollaoğlu’na?
Ali Babacan’a?
Ahmet Davutoğlu’na?
Ortaya atılacak her isme, çok yakınlarında bulunmayan kesimlerden -belki yakın bildiklerinden de- itirazlar gelmesi mukadder.
Herhangi birini kendisine yakın bulanlar onun cumhurbaşkanı seçilmesini ister, aday gösterilmesini arzu eder; ancak kimin ismi aday olarak ortaya atılsa, ‘seçilebilecek biri’ olduğunu görüp anlasalar bile, diğerlerinin yakınlarından itiraz sesleri yükselebilir.
İktidarın medyası varsa muhalefetin de artık seslerini duyurabilen kendi medyası var. İkisi arasındaki fark, iktidar medyasının aday konusunda tek bir isim üzerinde kolayca uzlaşabilmesi, ancak muhalefetin aynı kolaylığa sahip olmaması…
Galiba iktidar cephesi en çok günü geldiğinde daha da güçlü çıkacak o kargaşaya güveniyor.